“Dünyada çarpan bir kalbim”
Clarice Lispector-Yaşam Suyu
En büyük hayalin nedir?
Bu soru sorulduğu an kısa bir tereddütle düşünürüz. Zira hangi hayalimizden başlayacağımıza karar veremeyiz. Hakkında ne kadar düşünürsek düşünelim bize biçim veren, yaratıcı, özgür, sınırsız, ifadesini ve anlamını sihirli bir simge gibi taşıdığı hayatın içinde bulan hayal, var oluşumuzun tuhaf serüvenine hep eşlik edendir. Bu sebeple üzerine konuşmak, ne olduğu hakkında ortak bir fikre sahip olmak pek mümkün değildir. Hayal, kusurlarına rağmen iştahlı ruhumuzu büyüten, bazen ürküten ve çoğunlukla kimseye anlatamadığımız kişisel sır kayıtlarının gizli yeridir.
Muhsin Bey filmi çekildiği 1987 yılından günümüze gelene kadar -hatta şu an bile- hayal ile gerçeği pek unutulmayan, etkileyici yalınlığı ile anlatır. Derin bir anlam evrenini kuşatarak gerek insan ruhunun hakikatini gerek bu hakikati biçimlendiren toplumsal bağlamın izlerini belirginleştirir. Kuşkusuz filmin en etkileyici sekansı iki buçuk dakikalık o hayal ânıdır. İki buçuk dakikada bizi birbirimizden farklı kılan yegâne hayat pratiğimizi, hayallerimizi, zamanın çıplak sığlığında öyle net görürüz ki Muhsin Bey olmak mı Ali Nazik olarak kalmak mı, hangisi bir hayalin gücüdür bilemeyiz. Gün ışığının pencereyi incitmekten korkarak sızdığı odada, elinde rakı kadehiyle pencerenin önünde duran Muhsin Bey hava gibi geniş gülümsemesiyle söze başlar. Çiçeklerinin önünde bir mandalinayı soyarken çok parası olursa Üsküdar’da Kız Kulesi’ni gören bir ev alma isteğiyle şekillenir Muhsin Bey’in hayali. Tekrar tespih yapmaya başlamak, eski arkadaşlarıyla fasıl geçmek, Afitap Hanım’ı düşkünler evinden çıkarmak, Sevda Hanım’ı da çağırmak (gelirse tabii) ilk hayali çevreleyen güneş gibidir. Ali Nazik’in söyledikleri ise bilindik, maddi dünyanın para gibi gel geç, toplanıp sayılan beklentileri olur. Ali Nazik ile Muhsin Bey’i aynı odada ayıran duvarın üzerinde asılı saat sadece zamanı işaretlemez bu yüzden. Bir devri, akıp giden saatlere rağmen değişmeyecekleri, iki farklı insanı, değer görmesi gereken ile nobranlığıyla yüceltileni gösterir. Muhsin Bey, bir hayalin hayalidir aslında. Muhsin Bey'in kurduğu hayallerin hayatın içinde hâlâ var olamayacağını kim söyleyebilir?
Hayal, zamanın ve hayatın mânâsıdır. Elle tutulmaz, gözle görülmez. Haliyle kimse karışamaz. Başkasınınkiyle aynı da olmaz. Hayata tahammül edebilmenin, aklın tehditlerine ve kurnazlıklarına ruhun soyutladığı imkânlarla cevap verebilmenin yolu hayalin gerekçesidir.
Sizi başka bir hayalin hayaline ortak etmeden önce Muhsin Bey’in kimseye benzemeyen özel dünyasını havalandıran o pencerenin önünde kısacık da olsa durmamızı istedim.
Anlatacağım, bizim de izleyerek ortak olduğumuz, olacağımız uzun bir hayale girişi Muhsin Bey’den başkası yapamaz diye düşündüm açıkçası. Hepimiz dünyada çarpan bir kalbim diyeceğiz ya nihayetinde, kendi telaşından korkan karanlığı ve ölüme karşı durmaya çalışan kararlılığı ile hayatın biçim vermeye çalıştığı ruhumuz kısa bir an sadece kendisini görsün ve düşlesin ne kaybeder ki? Ruh ile beden; akıl ile duygu birbirine sorsun o halde: “derinden bakınca gözlerinize, neden başınızı öne eğdiniz?" Hayal, derinden bakınca kendi gözlerimize, öne eğilen başımızın içinden geçenler, büyüyenler, biçimsiz ve sahte duyguların reddi, kırılgan ve nazenin isteklerin kabulü oluyor haliyle.
Gazeteci ve belgesel programcısı Hasan Söylemez Ocak 2017’de "Hayallere Yolculuk" diyerek pedal çevirmeye başladığında bir hayalin hayali olacağının farkında mıydı bilmiyorum; ancak kendi hayalinin sığınağını farklı bir coğrafyanın içinden inşa etmek istediğini düşünüyorum.
Bir süredir bilgi sahibi olduğum bu yolculuğu takip etmeye başladıktan sonra bazı şeylerin benim için aynı kalmadığını itiraf etmem gerekiyor. Hayallerin, insana insanı anlatan bir yanı da varmış, Hayallere Yolculuk ile öğrendim, öğreniyorum. Felaketi, kötülüğü, mutsuzluğu ve umutsuzluğu mağlubiyetimiz saydığımız bu ülkede sürekli söylenen, yakınan insanların arasında yaşarken, çok uzaklarda bir yerlerde insanların kısıtlı olanaklarla, yoksulluğun zor şartlarıyla daha güçlü, daha mutlu ve daha mücadeleci olduğunu görmek tıpkı Muhsin Bey ile Ali Nazik’i birbirinden ayıran o duvardaki saatin kovaladığı zamana ortak olmak gibi açıkçası.
Afrika’da uzak ülkelerin birinde Zekeriya’nın defteri, boyası, kalemi olmadan bir duvara çizdiği resme bakmak mesela. Ressam olma hayalinin peşini hiç bırakmasın diye hediye edilen boyaları, kalemleri ve defterleri gördüğünde onur duydum deyişine, esas bir insan olarak ben seninle onur duydum diyebilmek. Türlü bahanelerle ve “ama” larla sarıp sarmaladığımız gündelik hayatın içindeki var oluşumuz, hayallerimiz cesaretlensin diye bizi şöyle bir silkeleyen Hayallere Yolculuk, madde ile mânânın ne olduğu hakkında düşünmemiz için geniş bir alan açıyor.
Hasan Söylemez’in kendi hayalinin peşinde dirençle ve cesaretle gidişinin ardında saklayıp bize kendimizi eleştirebilmemiz için bıraktıkları o kadar çok ki. Uygarlık denen haris tabiatlı uzamda yaşayışımızın körelttiği her şeyin yekpare bir insanlık tarihi olmadığını vurguluyor. İhtiyacımız olmadığı halde sahip olmak için birbirimizle yarıştıklarımızın bizi ne kadar sınırladığını ve bu sınırların bir hayali büyütmeye engel olan endişeleri büyüttüğünü hatırlatıyor.
Hayallere Yolculuk, 54 Afrika ülkesini kapsayan 60 bin kilometrelik uzun bir seyir. Her ülke ayrı bir belgesel kaydı aynı zamanda. Şu âna kadar 7 ülkenin belgeselini Hasan Söylemez’in youtube kanalından izleyebiliyorsunuz. Belgesellerin yanında çektiği fotoğraflarla da zamana iz bırakıyor. Yolculuk Casablanca ile başlıyor. Moritanya, Senegal, Yeşil Burun Adaları, Gambia, Gine Bissau ve Gine ile devam ediyor. Sadece gittiği ülkeleri ve insanlarını tanımamız, görmemiz için girişilen bir çabayı somutlaştırmak değil Hasan Söylemez’in yaptığı. Afrika’daki insanların gündelik hayatlarına dokunarak, gözlemleyerek, yaşayarak, onlarla vakit geçirerek, bazen misafirleri olarak, düğünlerine, sohbetlerine, şarkılarına katılarak hayallerini sormak ve o hayalleri dinlemek, dinlerken heyecanlarına ortak olmak, sonrasında hiç bilmediğimiz ve tanımadığımız insanların hayalleri aracılığıyla müşterek bir bellek kaydını oluşturmak.
Zaman geçtikçe etkisi daha iyi anlaşılacak sosyolojik, antropolojik ve kültürel bir ard-alan/arşiv çalışması da diyebilirim. Hasan Söylemez’in tek başına ve bisikletiyle gerçekleştirdiği emek-yoğun bu yolculuğu bir insanın doğanın kudreti karşısındaki direncini ve mücadelesini de gösteriyor öte yandan.
Sağanak yağmurlara, bataklıklara, olmayan yollara, dünyanın en uzun sıcak çölüne, buradan bakınca gerçekleştirilmesi imkânsız görünene gözüpek bir karşı duruş. Demir cevheri üzerinde dünyanın en uzun treni ile çölde, iki köyü birbirine bağlayan yol olmadığı için sağında okyanus solunda orman olan uzun sahilde at arabası ile yapılan yolculuğun sınır tanımayanı olmak. Başkasının sınırlarını ve hayallerini tanımak isterken kendi sınırlarını ortadan kaldırmak. O yüzden mucizevi bir deneyim.
Afrika’yı Afrikalıların hayalleriyle anlatırken, “Kendi hayalimi gerçekleştirirken Afrika’daki insanların da hayallerini de sorarak bir belgesel oluşturuyorum. Onların hayallerine ortak olmak istedim. Bu yüzden buradayım.” diyor Hasan Söylemez. Kaçınılmaz bir vaka kaydı gibi sadece Afrika’nın bize anlatılan kötü tarafları olmadığını görmek, dünyanın bu en müstesna kıtasında yaşayan insanların hayallerini dinlemek içinde yaşadığımız gelişmiş uygarlık denen köhneliğin hazza, beklentiye, tüketime odaklı kargaşasından uzaklaştırıyor. Her ülkenin tarihsel-toplumsal süreçlerini ve geçim kaynaklarını, ihtiyaçlarını ve dertlerini de anlatıyor. Böylece bakarak, görerek, izleyerek ve dinleyerek öğrendiklerimiz yadsınan hakikatlerin ortasına mutlak bir gücü yerleştiriyor: insanı.
Hayallere Yolculuk Hasan Söylemez’in kendi ifadesiyle 5-6 yıl sürecek. Yaklaşık iki hafta sonra şu an Fildişi Sahilleri’nde devam eden seyrin kayıtlarını izleyeceğiz.
Uzun ve zor yolların sınırlarından dünyanın fazla söz edilmeyen bir yerine bakmak, gerçek ile hayalin insanlık tarihine bu denli sızdığı, hayatı kavradığı maceranın ortağı olmak size de iyi gelecek eminim. Hayallere Yolculuk, Afrika’ya dair varsa önyargılarınızı yıkarken yeryüzünün suretine bir iz bırakacak. Hayatın kendisi garip bir hayal değil mi zaten?
Hasan Söylemez’in dediği gibi: “Kurulan her hayal, ulaşılması gereken bir yoldur. Biz tutkuyla hayalimize giden yolda yolumuza devam edersek, hedefe ulaşmak için bütün evren işbirliği yapar…
Hayallerinizin peşinden aşkla gitmeniz dileğiyle.” (FD/HK)