David Wilmshurst imzalı "Doğu Kilisesinin Dini Yapılanması -1318-1913" (The ecclesiastical organisation of the Church of the East, 1318-1913) isimli çalışmayı okuyan herhangi bir Türk için, bu kitapta bahsi edilen ve Türkiye sınırları içinde olan yüzlerce ilçe, köy, mahalle ve mezra isminden herhangi biri dahi tanıdık gelmeyecektir. Zira bu isimlerin neredeyse tamamı, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne kadar sistemli bir biçimde kök ve anlamlarından tamamen koparılıp değiştirilerek Türkçeleştirilmiştir.
Türkiye'nin çok dilli toplumsal yapısını tek dilli hale dönüştürmeyi hedefleyen ve Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana süren projesinin en önemli ayağını var olan toplumsal gerçekleri ya tamamen ortadan kaldırmak ya da gizlemek oluşturdu. Bu yapılırken de yalnızca makro bir çerçeveye bağlı kalınmadı, insanların özel hayatlarına kadar inilerek, isimleri gibi özel varlıklarına da el konuldu.
Tek millet ülküsünü ayakta tutmak için tarihin deforme edilmesinden, bugünün de geleceğe yaşandığı haliyle aktarılmamasına dönük bu azami çabaya itirazını koruyan Kürtler ise bu süreçte en fazla olumsuz etkilenen kesim oldu. Kürtleri tanımlayan, onları Türklerden ayıran en önemli unsur olan Kürtçe, kamusal hayattan tamamen uzaklaştırıldı.
Devamında da bu dilde anılan kişi isimlerinden yer adlarına kadar her şey Türkçeleştirilmeye çalışıldı. Kürt ailenin Bêrivan dediği çocuk Suna, Kürt köyü Civyan Gürdere, Kürt kenti Gever Yüksekova oldu. Bu derin hafıza silme çalışmasının amacı Berîvan diye bir insan, Gever diye bir kent isminin olmadığını, olsa bile tarihten bir anektod olduğunu verili bir toplumsal gerçeğe dönüştürmekti. Nitekim Gever gibi yerler için de 'Kürtçe isim' değil, 'eski isim' sıfatı kullanıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 2009'da, 'Kürt açılımı'ndan kısa bir süre önce Güroymak'a gerçek adı Norşîn ile hitap etmesinin ardından, bu isimlerin iadesine dönük yoğun bir beklenti oluşmuş ancak bu da genel 'açılım' projesinin askıya alınması gibi gündemden düşürülmüştü. Son zamanlarda bu yönde BDP'li belediyeler tarafından olumlu kararlar alınsa da bu kararların önemli bir kısmı valilikler, kaymakamlıklar ya da yargının engeline takılıyor.
Hayalî coğrafyalar
Yalnızca Kürt meselesiyle değil, Türkiye'nin tümünün gerçek tarihi ve kültürüyle ilgili bu durum şimdiye dek herkesin farkında olduğu, ancak boyutları konusunda gerçek bir fikrinin olmadığı bir konuydu. Yazar Sevan Nişanyan'ın, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) için hazırladığı 'Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Değiştirilen Yeradları' başlıklı raporu sorunun geniş bir dökümünü ve tarihçesini sağlamakla bu yönde önemli bir ihtiyacı karşılıyor.
Nişanyan'a göre, Cumhuriyet dönemini de şekillendirecek yer adlarını Türkçeleştirme politikası Enver Paşa'ya kadar uzanıyor, politikanın fiilen uygulamaya konması da 1. Dünya Savaşı'nın ortalarında, Enver Paşa'nın 6 Ocak 1916 tarihli genelgesiyle başlıyor. Enver Paşa, sözkonusu genelgede 'İslam olmayan' milletlerin dillerindeki bölgelerin değiştirilmesini şu sözlerle emrediyor:
"Memalik-i Osmaniyyede Ermenice, Rumca ve Bulgarca, hasılı İslam olmayan milletler lisanıyla yadedilen vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir, ilah. bilcümle isimlerin Türkçeye tahvili mukarrerdir. Şu müsaid zamanımızdan süratle istifade edilerek bu maksadın fiile konması hususunda himmetinizi rica ederim."(s.41).
Enver Paşa'nın ilkin gerek görmediği Müslüman Kürt ve Arap toplumlarının dillerindeki bölgelerin isimlerinin değiştirilmesine ise Cumhuriyet döneminde başlanıyor.
Atatürk sürdürüyor, İnönü yavaşlatıyor, Menderes yükseltiyor
Aynı politikanın Atatürk döneminde sürdürüldüğünü, İnönü döneminde neredeyse durduğunu, 1950'lerinde ortasında ise 'radikal' bir aşamaya evrilerek binlerce yerin isminin değiştirilmesine zemin hazırlayacak düzenlemelerin yapıldığını not eden rapor, 1960 sonrasına dair şöyle bir döküm veriyor:
"Hazırlıklar 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ertesinde semeresini verdi. Darbeyi izleyen dört ay içinde 10 bine yakın yeni köy adı resmi kullanıma sokuldu. 1965'ten önce Türkiye'deki tüm yer adlarının yaklaşık üçte biri değiştirildi. Bazıları binlerce yıllık tarihe sahip olan 12 bin dolayında köy ve 4 bin dolayında bağlı yerleşim ile binlerce akarsu, dağ ve coğrafi şekil, bürokratik zihniyetin ürünü olan yeni Türkçe adlara kavuştu. Eski adları unutturmak için son derece katı politikalar izlendi. Bu adları (parantez içinde dahi olsa) gösteren haritaların basılması, yurda sokulması ve dağıtılması yasaklandı." (s.13).
Rapordan, 1965'ten 1980'e kadar ad değiştirme politikasının bir kez daha yavaşladığını, 80'darbesinden sonra ise yeniden canlandığını öğreniyoruz. 80 sonrasında da 1960 tane yerleşim yerinin ismi değiştiriliyor (s.15).
Kürt kentlerine özel uygulama
Nişanyan, ad değiştirme politikasından, Türkiye'nin hemen her tarafının etkilendiğini, ancak bunun en yoğun oranda Kürt bölgelerinde uygulandığını çarpıcı bir tabloyla aktarıyor. Buna göre, 1920'lerden sonra, Türk nüfusun yoğun olduğu Bursa, Denizli, Çorum, Çankırı, Ankara, Afyon, Manisa, Karabük gibi kentlere neredeyse hiç dokunulmadı, bu kentlerdeki isim değiştirme oranları yüzde 10-20 civarlarında seyretti.
Tersi şekilde Kürt kentleri Diyarbakır, Van, Şırnak, Hakkari, Mardin, Bitlis, Bingöl, Batman, Ağrı, Adıyaman, Tunceli, Muş, Elazığ, Erzincan, Erzurum ve Siirt'te ad değiştirmenin sayısal dağılımı yüzde 70-90 arasında gerçekleşti. Antep, Kars, Malatya, Urfa gibi kentlerde de bölge isimleri yüzde 45 oranında değiştirildi. (s.51).
Rapor, yer isimlerinin dünyanın her yerinde, tarihin kendisi kadar yaşlı olabildiğini, kültürün en önemli parçalarından olduğunu farklı örneklerle aktarıyor. Çalışmadaki şu cümle, söz konusu olanın yalnızca bir ülkedeki halk veya halkların diline ait nüansların değil, tüm bir coğrafyanın tarihinin kaybettirilmesi olduğunu gayet iyi anlatıyor: "Anadolu'nun Türkler (ve Kürtler) tarafından iskânı sürecinde klasik tarih kaynaklarının karanlıkta bıraktığı pek çok husus, yer adları analizi sayesinde aydınlatılabilir." (s.23).
Nişanyan'ın aynı çerçevede hazırladığı "Index Anatolicus: Türkiye Yerleşim Birimleri Envanteri" isimli çalışması da Türkiye'deki il, ilçe, mahalle, köy ve mezra gibi yerleşim yerlerinin eski ve yeni isimleri, kökenleri ve hangi tarihlerde değiştirildiğine ilişkin bilgileri Google Map üzerinden yansıtıyor.
Kürtlerin son yıllardaki en temel taleplerinden biri olan yer adlarının iadesi konusunda, Nişanyan'ın bu çalışması Türkiye'deki yerel ve merkezi yönetimlere önemli bir projeksiyon sunacak kapsamda. Çalışma aynı zamanda Türkiye'de Kürt ve Türk toplumlarının yaşadıkları yerlerin tarihini bilmeleri açısından da faydalı bir kaynak niteliğinde.
Menderes'in hiç mi dahli yok?
'Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Değiştirilen Yeradları' sağladığı önemli veriler ve perspektiflere rağmen, birkaç hususta eleştiri konusu nüanslar da barındırıyor. Öne çıkan iki husus şöyle sıralanabilir:
Nişanyan, Türkçeleştirme politikasının kısa tarihini aktardığı ve bu politikanın 'radikal bir dönüşüm' yaşadığını belirttiği 1950'lerle ilgili kısımda, dönemin Menderes iktidarını kollayan bir izlenim veriyor. Yazar birkaç yıl sonra binlerce yer adının değiştirilmesine dönük yasal düzenlemelerin hazırlandığı ve bunun Demokrat Parti hükümetinin İçişleri Bakanlığı tarafından yürütüldüğü dönemi anlatırken ne Adnan Menderes ne Demokrat Parti isimlerini kullanıyor.
Aynı şekilde 1950'lerin ikinci yarısındaki bu dönüşümü "siyasi iktidarları aşan" ifadesiyle tarif ederek Menderes hükümetine bir etkisizlik payesi veriyor. Yazar aynı bölümde, yapılan düzenlemede 'Atatürkçülerin' etkisinin fazlalığını "1957'de 'Türkçe olmayan' yer adlarını belirlemek ve yeni adlar önermek amacıyla, İçişleri Bakanlığı bünyesinde, silahlı kuvvetlerin, üniversitelerin ve diğer Atatürkçü devlet kurumlarının katıldığı Yabancı Adları Değiştirme Komisyonu kuruldu" cümlesiyle ima ediyor ancak bunu da herhangi bir ek bilgi vermeden ortada bırakıyor. (s.13).
'Duygusal tepkiler'
Nişanyan, raporda, yer adlarının iadesine, bunun nasıl uygulanabileceğine ilişkin başta Avrupa ülkelerinden olmak üzere çeşitli örnekler veriyor. Aynı şekilde iadede Kürt coğrafyasında izlenmesi gereken yollara dair de öneriler sıralıyor. Ancak "15 bini aşkın örneğin hemen hepsinde, ne yerel ne de resmi bir geçmişi olan, tamamen bürokratik yaratıcılığın eseri olan yeni adlar üretilmiştir" (s.31) diyen Nişanyan, bundan birkaç sayfa sonra bu bürokratik yaratıcılığın eseri olan adların kaldırılmaması gerektiğini savunuyor. Yazar bu durumu da, naif sayılabilecek bir gerekçeye bağlıyor: "...bugün bölgede Cumhuriyet döneminde verilmiş olan yeradlarının kaldırılarak eski adlara geri dönülmesi, kamuoyunda "Türkçenin" yenilgiye uğraması ve "Türkçe adların" bölge coğrafyasından silinmesi olarak algılanacak ve buna uygun duygusal tepkilerle karşılaşacaktır" (s.72).
Rapor, benzer şekilde Ermenice isimlerin iadesi konusunda da 'vatandaş' tepkisini gerekçe göstererek şerh koyuyor. "Doksan beş yıldan veya daha uzun süreden beri Ermenilerin yaşamadığı bir köyde 'Ermenice' olarak algılanan eski ada dönüş, haklı veya haksız tepkilere yol açacaktır" diyen rapor, yine geleneksel devletçi yaklaşımı çağrıştıran bir akıl ortaya koyuyor (s.72). Oysa şu anda Kürt kentlerindeki köy-mezra isimlerinin önemli bir kısmı ya Ermenice ya da Süryanice'dir. Ancak Kürtler günlük, hayatlarında, Kürtçe isimler kadar bu isimleri de kullanabilmekte, herhangi bir 'haklı-haksız' tepki göstermemektedirler.
Örneğin Hakkarililer, aradan yüzyılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen Hristiyan Nesturi toplumunun en önemli merkezlerinden olan Koçanis köyünü herhangi bir dini gerekçeyi dikkate almayıp aynı ismiyle anmaya devam etmekteler. Ancak Nişanyan'ın önerisiyle hareket edilse, buna rağmen köye verilen Türkçe 'Konak' isminin kaldırılmaması gerekir.
Raporun bu açıdan dikkat etmediği bir başka önemli husus da özellikle Kürt bölgelerinde il ve ilçe gibi isim dolaşımı çok yaygın olan yerler dışında yerleşim yerlerinin çok önemli bir kısmının Türkçe isimlerinin Kürtlerde büyük ölçüde bir karşılık bulmadığı gerçeği. Diyarbakır'dan Van'a, Mardin'den Batman'a kadar, Kürtlerin önemli bir kısmı köy-mezra isimlerini yalnızca Kürtçe isimleriyle bilmektedirler. Dolayısıyla çok sayıda yerleşim yerinin Türkçe isimlerinin bugün bile kaldırılması oradaki halk için herhangi bir 'kayıp' anlamı taşımayacak, bilakis memnuniyetle karşılanacaktır. Burada raporun yazarının açık bir şekilde tarihi-kültürü ilgilendiren böylesi önemli bir konuda güncel siyasi konjonktürün 'duygusal' etkisinde kaldığını söylemek mümkün.
Bir başka tuhaf nokta, raporu hazırlayan TESEV Demokratikleşme Programı'nın da Nişanyan'ın 'duygusal tepki' önermesine ikna olmuş görünmesi. Raporun 'Sunuş' yazısında Demokratikleşme Programı'ndan Özge Genç ve Mehmet Ekinci, bunu "Bu yaklaşımın pratik açıdan gerçekçi olduğunu teslim etmekle birlikte..." sözleriyle ifade ediyor. Önermenin 'pratik açıdan gerçekçi' olup olmadığı dahi tartışmaya çok açık. Ancak öyle bile olsa, zaten tartışılan ve sıkıntısı çekilen meselenin kendisi, 'pratik açıdan gerçekçi' gibi görünen verili toplumsal adaletsizliklerin kaldırılması değil midir? (HA/ŞA)
*Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın
* Raporun tamamı için tıklayın.
(Hamza Aktan, gazeteci; http://hamzaaktan.blogspot.com/)