“Hele bi’ dur; yavaşla biraz! Soluklan hele bi’’ dedim kendime ve bulduğum ilk otobüsle attım kendimi Havza’ya. İndiğimde serin, rüzgarlı ve yeşil kokulu Havza ve arkadaşım Hürriyet’le yaşı doksana yakın Çavuş Amca karşıladı beni.
Birlikte Tersakan Çayı'nın kenarından yürürken kendimi yavaştan “göşenay gibi” hissetmeye başladım. Çavuş-Zülfiş ikilisi her yaştaki misafirine hep “evin hanım kızı” gibi davranır. E, vallahi ben de teşneydim bu kez göşenaylığa zaten.
Çevrenin en şık duvarlarına sahip iki katlı evin bahçe kapısında; alçıdan yapılma kocaman kartal kanatlarının altında Zülfiş’le sarmaş dolaş olduğumuzda gözlerim bahçedeki kameriyede dolaşmaya da başladı hemence.
Zülfiş Disko, Zülfiş Kafe
Güzelliklere aşık kadın Zülfiye Teyze’nin yaşı 80’e yakın. Pek çok hastalıktan mustarip olması kendini genç hissetmesine mani değil. Mahallelinin “Zülfiş Disko” adı taktığı bahçesindeki ağaçları hortum ışıklarla çevirmiş. Led lambalar tabandan, rengahenk fenerler ise tavandan aydınlatıyor ortalığı. Ahenkle uçuşan rüzgar güllerinin yaratısı müzik şahane.
Değişik boyut ve şekildeki rengahenk boncuklar sarkıtmış pergoleden. Bahçedeki ördek, kaz, kaplumbağa, kurbağa, köpek, kuzular alçıdan; kediler ise kanlı canlı. Disko’nun locası, sempatizanlarının paylaşamadığı yer. Dantel kırlentler ve kağıtlı şeker yastıklarla dolu loca kanepesinde oturup uzanma ayrıcalığına sahip oldum yine daha ilk günden.
Havzanın sert yayla havası geceleyin üst üste yelekler hırka giydirse de sohbet eşlikçisi çay ısıttı bizi. Çerkez mantısı diyebileceğimiz “haluj”u da ancak eritti zaten midemiz.
Sabah bülbül sesine karışan serçelerin cıvıltısını kıskanan saksağanların kart sesiyle çok zinde bir şekilde uyanmak, şehrin uyanışına dair emarelere tanıklık etmek çok keyifliydi.
Tek derdi memleket olan adam
Çavuş Amca renkli adam. Astsubaylıktan ve oruçtan emekli; namazdan değil. Ülkede olan bitene dair anlatacak ve sinirlenecek çok şeyi var. Baba-oğul dediği Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini reklamları dahil ona okumak –bazen de özetlemek- kızının günlük mesaisinin en önemli bölümü. O gazete satırlarını karnını şişiren ya da midesinin hazmetmediği şeylere ilişkin söylemek istediklerini söylemek için araç olarak kullanıyor.
İzlediği televizyon kanalı bizim tahammülümüzü zorlasa da kapanması ya da sesinin kısılması namümkün. Haber izlerken –yalnızsa- odada küfretmek, tükürmek dahil her tür özgürlüğü tanıyor kendine. Sıkça ”bataklık olan yerde kurbağa çok olur” diyor; “canını verir, onurunu alır” model bir insan olan isyankâr Çavuşumuz.
Zülfiş’le doktora gitmişler. Muayene sırasında onu zayıf ve halsiz bulan doktor “Amca ne derdin var senin? Hanım bakmıyor mu? Evlatların hayırsız mı?” deyince Zülfiş cevap vermiş: “Ne ben ne çocukları onun derdi. Onun tek derdi var: memleket.” Benim gibi üst satırda okuduğunu alt satıra geçtiğinde unutan birinin, Çavuş Amcanın her tür bilgiyi depolamakla kalmayıp aktarmasına da şaşması doğal tabii.
Fitrem bamya
Çavuş Amca’yla “sadece emekliye değil memura da fitre-zekat düşer” muhabbeti yaptık yine. Bu ramazan fitrem yine ondan geldi: bamya.
Zülfiş’im “kötü akrabadansa, iyi komşu” der sıkça. Evlerine en yakın komşuları Boşnak, Selanik Macırı, Bulgaristan Göçmeni, Kürt, Çerkez ve Türk. Bana artık çok uzak gelen çocukluğumun Söke’sindeki gibi ilişkiler. Kimsenin karşısındakinin “ne olduğuyla” ilgilenmiyor. Evler arası tabaklar, tepsiler gidip geliyor günün her saati. Gece saat 2’de benzinlikten dondurma alıp henüz yatmayan evlere servis yapan komşuluk var orada. Hastalık, sağlık fark etmiyor; aralarındaki dayanışma.
Zülfiş’in disko gündüzleri kafeterya olarak hizmet veriyor. Zülfiş her kahve keyfi sonrası baktı falımıza; "iyi gördüğünü söyler, kötü verdiğini" diye söze girerek. Biliyorum söylediği yalanlar gerçekleşecek.
Boy vergisi ödenir
Bahçedeki ceviz, vişne, erik, asma, elma, armut, kayısı ağaçları hercümerç olmuş; süreç içerisinde. Boyumun vergisini ödemek için sabah akşam; mesela kayısı ağacının dallarının arasından vişne, asmanın içinden erik topladım. Hürriyet’in o meyvelerden yaptığı reçel ve kompostoları keyifle tükettik.
Havza’nın davulcuları enteresan. Arabayla geziyorlar sahur vakti. Önünde durdukları evin ışığı yanmadan da ayrılmıyorlar kapı önünden. İmsak vaktine kadar sürüyor ahenkten bihaber güm gümler. Dilerim seneye belediye vurmalı çalgılar kurs sertifikası olmayanları ramazan davulcusu yapmaz. Onlar meydane çıkınca uykunuz da sizden kaçıyor zaten. Çavuş Amca “Hak ettikleri için değil adımı yere düşürmemek için bahşiş veriyorum” dediğinde çok güldüm.
Rengahenk manav tezgahları
Kevser Camii ve Akıllı Park Havza’lının övündüğü ve gerçekten çok güzel proje. Parkta oturanlar hep yaşlı insanlar. Havza’nın nüfusu da yaşlı zaten; gençler kaçtığından dışarıya. Çarşı da bu meydana açılan sokaklardan oluşuyor zaten. İhtiyacınız olan her şeyi var bulmak mümkün; sadece seçenek sınırlı. Esnaf çok yardımsever. Manav tezgahları mevsim renklerinde. Sebze ve meyveler çok taze ve lezzetli; hele ki bamya ve barbunya. Salı günü kurulan köylü pazarını kaçırdım bu kez.
Aheste akan hayat
Havza’da hayat aheste aheste akıyor; acelesi yok kimsenin çünkü. Banka ya da PTT kuyruğunda insanlar birbirine, işin aceleyse deyip sırasını veriyor. Koşuşturan insan yok yollarda. Çarşıya sadece gereksinim karşılamak için çıkılmıyor; bir nevi sosyalleşme aracı.
İnternetsiz ve az telefonlu Havza günleri iyi geldi bana. Burası dinginlik, huzur arayanlar insanlar için birebir. Şehirde sessizliği bozan şey sadece ezanlar ve belediye anonsları. Otoyolda akan trafiğin yarattığı gürültü sadece çevre evlerdekileri etkiliyor.
Havza kışın kurşuni, dahası buz gibi; yazın yemyeşil ve serin. Kışın yakıt masrafı buradaki her evin belini büktüğünden şehre üç ay önce gelen doğalgaz bu yılın en büyük sevinci. Her evde tesisat taşkalası ve masrafı var. Olsun; Havzalı bu yıl daha iyi ve daha ucuza ısınacak en azından.
Havza’ya gidip de kaplıcaya, hamamlara uğramamak mümkün mü? Seç birini; Aslanağzı-Kız gözü, Ancere, Şifa, Maarif, Türk Hamamı. At kendini 2500 yıllık şifalı sulara.
Azami hız, asgari haz
Hayatın azami hızla aktığı, insanların asgari hazla idare ettiği, taşkalası bol Ankara’ya doğru yola çıktığımda içimden geçen yine aynı şeydi: Havza’ya gittim şifayap oldum. (ŞD/AS)