Hakikat gibi, vicdan ve ahlak gibi kavramların izafiliğinin esas kabul edildiği günümüz düşünsel ikliminde, tartışmalar zorunlu olarak günlük hayatın en sıradan, alışılagelmiş detaylarının yörüngesinden oynatılarak, yabancı, tekinsiz bir olaya dönüştürülmesi vasıtasıyla canlanabiliyor.
Bu minvalde 21 Nisan’da Radikal gazetesine düşen ve ilk bakışta haber değeri taşımayan bir olayın taraflı bir analizi gerekli gözüküyor. Habere göre Adana’da yirmi metre yüksekliğinde bir çam ağacının tepesine çıkan yavru kedi aşağı inemedi. Bunun üzerine olay yerine çağrılan itfaiye görevlileri, kediyi ağaçtan indirmek için türlü yollar denedilerse de başarılı olamadılar ve nihayetinde kedi mahsur kaldığı ağacın tepesinden, ağacın hemen yanında bulunan evin damına düştü. Radikal internet sitesi bu haberi okuyucularına şu şekilde duyurdu: “Adana’da bir kurtarma operasyonu . . . Havada bir kedi gördüm sanki!”
Ülkemizde hayvan sevgisi çoğunlukla medeni bir toplum inşasında oynadığı önemli rol ışığında değerlendirilir. “Hayvanları sevmeyen insanları da sevmez” önermesi içeriği bakımından Mahatma Gandhi’nin şu sözlerini anımsatır: “Bir ulusun büyüklüğü ve ahlaki gelişimi o ülkedeki hayvanların gördüğü muamele ile ölçülebilir”. Kuşkusuz her iki söylem zımni veya açık olarak toplumun sosyo-psikolojik yapısına gönderme yapmaktadır. Buna göre sosyal empati (duygudaşlık) yetisi, psikolojik/pedagojik unsurlara dayanmakla beraber en ilkel haliyle hayvanlara karşı edinilen sevgide filizlenir ve daha sonra inkişaf ederek insanları da kapsayan çetrefilli bir içtimai mekanizmaya dönüşür.
O hâlde gözden kaçırmamamız gereken, bu minvalde zuhur eden “sevgi” kavramının tarihsel ve ideolojik dinamikleri ve aynı zamanda aynı kavramın, liberal özneyi oluşturmakta oynadığı kilit roldür. Sevgi mefhumuna eklemlenmiş empati yetisi, sistemin yapıtaşını oluşturan özneyi kurgularken bir yandan da toplumun ilerleme, “medeni” bir seviyeye evrilme tahayyülünü bir arada tutan diskurun can damarını oluşturmaktadır.
Sevgi kavramının tarihsel değişiminin gözardı edilmesi, yani mutlaklaştırma yoluyla tarih-üstü bir gerçeğe tekabül ettiği savı, sözünü ettiğimiz diskurun mevcudiyetinin devamı için olmazsa olmaz vehimlerden bir tanesidir. Hâlbuki hayvan “sevgisinin” ideolojik, içi kof yapısı Türkiye’deki en “radikal” gazetelerden birinin manşetinde afişe olmaktadır. Bu teze karşıt olarak sunulabilecek, gazetenin aslında itfaiyenin sergilediği beceriksizliği ti’ye aldığı görüşü ise ziyadesiyle vahimdir. Nitekim amaçlanan gerçekten de bir espriyse, bu, gazeteciliğin ulaştığı ruhsuzluğu, esprit yoksunluğunu gözler önüne sermektedir. Acının olduğu yerde hicve başvurmak, acımasızlığın farklı bir tezahürüdür sadece.
Yukarıda dillendirdiğimiz klişeyi kasıtlı olarak çarpıtmak, hayvan sevgisini temellük etmiş olan ideolojik diskurun yapı bozumuna olanak sağlayacaktır: Hayvanları seven insanları sevemez! Tarih boyunca insan gaddarlığı ve zulmü karşısında, tahayyülü güç işkenceler altında, inim inim inlemiş hayvanlar, “insan” kavramının ve bu kavram üzerine inşa edilmiş toplum tasavvurlarının ne kadar güvenilmez ve esassız olduğuna delalet etmez mi? Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’in Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında altını çizdikleri üzere, günümüzde mutlu bir geleceğin işaretlerinden ziyade topyekûn felaketin ayak sesleri, toplumsal bilincin ilerleme ümidi değil akıl tutulmasının ve barbarizmin meşum tekerrürü söz konusudur. [1]
Adorno, insan ile hayvanı bir araya getiren koşulların “sevgi” penceresinden okunmasına karşı çıkar ve insan ile hayvan kategorilerinin muğlâklaştığı bir pencereden değerlendirmeyi uygun görür. Buna göre, şiddet hem hayvanların hem insanların ortak kaderi olarak gözükmektedir:
“Pogromların olup olmayacağı, ölümcül şekilde yaralanmış bir hayvanın bakışları insanın üzerine düştüğü anda belli olur. Bu bakışları görmezden gelmesini sağlayan mukavemet – ‘nihayetinde, bu sadece bir hayvan’ – insanlara uygulanan işkenceler esnasında karşı konulamaz şekilde tekrardan ortaya çıkar. Failler defalarca kendilerini bu ‘sadece bir hayvan’ diye telkin ederler çünkü buna tam olarak hiçbir zaman inanamazlar.” [2]
“Sadece bir hayvan” kanısına paralel bir düşünce yapısı, Radikal’in skandal başlığına - “Havada bir kedi gördüm sanki” - zemin hazırlayan unsur olarak değerlendirilmeli. Kedinin havada asılı kalabilmesi ancak bir fotoğraf karesinde olabilir; bu güldürü kedinin yere düştüğü ve canının acıdığı “gerçeğini” sadistçe arka plana iteler. ‘90’lı yıllar süresince ekranlarda görmeye alıştığımız Kurban Bayramı güldürüleri (can havliyle kaçan boğalar ve onları kovalayan kasaplar), 2000’li yıllarda teknolojiden azami şekilde faydalanmak suretiyle (!) “gelişmeye” uğramış ve nihayetinde mevzu bahis fotoğrafa “evrilmiştir”.
Sadizmin mantığı sabit kalsa da içeriği mütemadiyen yenilenmektedir. Hakikatin, vicdanın ve ahlakın izafi mahiyetinin öne sürüldüğü bu günlerde, Peter Altenberg’den bir aforizma alıntılayarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Medeniyetin ikiyüzlülüğünden ve insanların soğukkanlı vurdumduymazlığından dert yanan Altenberg, “hakiki” bir toplumsal gelişmenin şu koşullarda gerçekleşeceğini anlatmaktadır:
“Atlara yapılan eziyet. Bu ancak hasbelkader olay mahallinden geçen insanların asabi ve dekadan olmasıyla sona erecek. Böyle bir görüntüyle karşılaştıkları anda kendilerini kontrol etmeyi bırakacak, müthiş bir öfkeye kapılıp, çaresizlik içinde alçak ve korkak arabacıyı silahla vuracaklar. Atların eziyet görmesine tahammül edememek, geleceğin dekadan ve nevrastenik insanlarına özgü bir eylem olacak! Şu ana dek, ancak kendi işlerine bakacak kadar güçleri vardı.’ [3] (BY/AS)
[1] Theodor W. Adorno & Max Horkheimer, Dialectic of Enlightenment (New York: Verso, 2008).
[2] Theodor W. Adorno, Minimia Moralia (New York: Verso, 2005), s. 68. Çeviri bana aittir.
[3] Theodor W. Adorno, History and Freedom (Cambridge: Polity Press, 2008), ss. 154-155. Çeviri bana ait.