Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler. (Nazım Hikmet / 1956)
Sıradan bir gün gibi görünebilir belki ama o anda kilometrelerce uzaktan gelen bir kuş, evin penceresinin hemen yanıbaşındaki erik ağacının dalında bulur kendini. Güneş belli belirsiz ve belki de hevessiz ağacın üzerine ışığını salmakta tereddüt ederken, esmer delikanlı bir hevesle dışarı atılır. Kahvaltı saatinin habercisi ölgün aydınlık, karnın zil sesini haber veriyordur tam o saatte. Ekmek almaya gidilecektir ki her yoksulluğun en büyük katığı değil midir o?
Bir hışımla çıkılan evden ara sokaklardaki seslere kulak kesilince uyanan merak, bambaşka bir yolculuğun kapısını aralayacaktır az sonra. Saatler geçer ancak delikanlı eve dönmez, bir müddet sonra haberi gelir, sokak aralarındaki eylemlerin birinde yaşanan sıra dışı polis şiddetinin sonucu biber gazı fişeğiyle başından vurulmuştur. Oracıkta yığılmış küçük bedeni amansız bir mücadelenin de başlangıcını oluşturmuştur. Ve artık 269 gün vicdan sahibi insanların iyileşmesi için tüm iyi dileklerini yolladığı, bir sembol haline gelmiştir o. Berkin Elvan. 16 yaşında; polis şiddetinin son kurbanı oldu.
Ali İsmaillerin, Ethem Sarısülüklerin ve daha nice genç devrimcinin acısı hala tazeyken, Berkin’in cemre gibi toprağa düşmesi çok büyük sarsıntı yarattı. Elbette, bu zamansız kaybedişten etkilenmediği gibi tüm kinini, nefretini, faşizan kusmuklarını, salyalarını döken güruh da yok değil. Uğur Kaymaz gibi polis kurşunuyla hayatını kaybeden, Ceylan Önkol gibi mayına basıp paramparça olan çocuk bedenleri hala ölü vicdanlar ülkesinde kanayan bir yara gibi duruyor.
Berkin’in 16 kiloya düşen bedeni de daha fazla dayanamadı bu acılara ve bizi bu heriflerle baş başa bıraktı. Kurulduğundan beri solcu avlayan iktidarların ezeli sosyalizm korkusu, gözü dönmüş kolluk kuvvetlerine istediklerini yapma serbestîsiyle “taçlandırıldı” nihayetinde. 16 yaşında bir çocuk daha, daha hiçbir şey yaşayamadan göçüp gitti buralardan. Nazım, “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diyordu, her kaybedişte bu satırları okumak daha da ağır geliyor şimdi.
Her genç kaybımızın ardından bir şeyler söylüyoruz, yeminler ediyoruz, mutlaka hesabını verecekler diyoruz da, ne bu ölümlerin sonu geliyor ne de hesabı sorulabiliyor.
Hep, belki bir gün umuduyla yaşıyoruz. Yaşamak zorundayız da. Yapacağımız çok şey var ama. Bu genç insanları zamansız toprağa verdiren acımasız sistemi kökten değiştirmek için, en başta yapmamız gereken şey birbirimizi yemeyi bırakıp, değiştireceğimiz sistemin efendilerinin kökünü kazımak olmalı! Yoksa, bu acıların sonu hiç gelmeyecek ve belki yenileri eklenecek. Şöyle bir düşünüyorum da, bugün sadece bir milim rahatlık ve özgürlük varsa bunun bedelini ödeyen devrimciler unutuldu mu?
Unutmayanlar, onların hatıralarını kitaplardan okuyanlar değil elbette. Unutan ise bu koskoca toplum. İşte yeniden hatırlatma zamanı. Ne olursa olsun Berkin de bize umutlar bırakarak gitti. Yüzbinlerce insan kenetlendi, sokaklara döküldü, onun da maruz kaldığı polis şiddetine tekrar maruz kaldı ama yılmadı ve haykırdı: Berkin Elvan ölümsüzdür! (UB/HK)