*Samandağ sahildeki moloz döküm sahası [Fotoğraf: İlkay Nişancı]
Hatay Valiliği, 15 Temmuz 2023 tarihinde sosyal medyasından bir duyuru paylaştı. Duyuruda, Hatay'da beşi moloz döküm sahası, biri park, biri konteyner kent olmak üzere yedi lokasyondan alınan numunelerin analizine göre asbestin 'mevzuat standartlarının altında çıktığı' açıklandı.
Bu duyuruyu, Hatay'da ve diğer 10 ilde depremin ilk haftalarından beri enkazın hızla, tozla, afet doğal alanlara ve zamana yayılarak moloza çevrilmesinin sosyal cinayet boyutlarında bir işçi, halk ve çevre sağlığı sorunu olduğunu sadece söylemeyen, belgeleyen, gösteren uzmanlara, Hatay'da moloz döküm yerlerine dair açılan yürütmeyi durdurma istemli idari işlemin iptali davasına ve halkta biriken tepkiye karşı yapılmış bir algı hamlesi olarak görüyorum.
Gene bir 'deprem atığını değil', algıyı yönetme adımı ile karşı karşıyayız.
Afeti zamana ve mekâna yayma suçu
Depremin başından beri enkazın, içindeki bedenler ve envaiçeşit tespiti bile yapılmamış, birbirine karışmış tehlikeli madde ile tozutularak hızla molozlaştırılması konusu daha çok asbeste indirgenerek tartışılabilir oldu.
Afeti zamana ve mekâna yayma suçunun kavranabilir ve mücadele edilebilir olması için bu basitleştirme belki de anlaşılabilir bir şeydi. Tekrar altını çizelim; deprem atığının hızla, tozla, serbest piyasanın yıkım müteahhitlerine bırakılarak, kimi zaman doğal alanlarda, kimi zaman hala halkın yaşadığı meskûn mahallerde 'yerinde ayrıştırma' lafzı ile bu şekilde kaldırılması, bölgede hiçbir binada asbest kullanılmamış olsaydı da -ki bu mümkün değil- büyük bir sağlık kıyımıdır.
Fakat asbest, AB mevzuatından tercüme yönetmeliklerle Türkiye'de de sıkı bir şekilde düzenlenmiş bir tehlikeli madde olduğundan, deprem atığı veya kurşuna dair benzeri sıkı ve spesifik düzenleme mevzuatımızda yer almadığından dolayı, hem konunun, tehlikenin ve sorumlulukların üstünü örtmek isteyenler hem de bunları ortaya koymak isteyenler deprem atığı konusunun merkezine asbesti koydular.
*Antakya Atlı Spor Kulübü yakınındaki moloz döküm sahası [Fotoğraf: Koray Kesik] |
Sunulan değerler, yaşanan sorunlarla ilgili değil
Gelelim ikinci konuya. Valiliğin 'Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı' tarafından gerçekleştirildiğini açıkladığı hava ortam ölçümleri, büyük ihtimalle bu konudaki en yetkin olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın İSGÜM (İş Sağlığı ve Güvenliği Müdürlüğü) laboratuarında analiz edilmiştir.
İsminin de düşündüreceği gibi, bu analizlerde 'mevzuat değerlerinin altında' çıkan 'lifsi toz' miktarı, asbestli olduğu bilinen işyerlerinde tam teçhizatlı bir şekilde çalışan işçilerin maruz kalabilecekleri üst değerleri belirler. Yani yapılan, bir kişisel (çalışan işçinin) lifsi tozlara maruziyet ölçümüdür. Sadece asbest değil, solunduğunda sağlığa zarar verebilecek belli bir uzunluk ve çapın altındaki tüm lifler ölçülür.
Yürütmesi 'Çevre' değil Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na düşen Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmeliğe göre asbestli çalışma ortamındaki (mutlak olarak her türünün çıkarılması, işlenmesi, satılması ve ithalatı, keza asbest içeren tüm ürünlerin üretilmesi ve satışı 2011 itibarı ile yasaklandığı için, artık sadece asbestli tadilat, yıkım) çalışmalar(ın)da, sekiz saatlik çalışma süresi için maruziyet sınır değeri 0.1 lif/cm3'dir.
Yani tam teçhizat ile sekiz saat asbestli işlerde çalışan işçinin maruz kalabileceği havadaki lif üst sınırı, hâlihazırdaki bu orandır. Kaldı ki bu sınır, altı yıllık bir geçiş süresi tanımlanarak 27 Haziran 2023 tarihli AB Komisyonu kararı cm3 başına 0.1 liften, 0.01 life indirilmiştir. İş ortamında bu sınır değer aşılırsa, tam teçhizatlı işçinin günlük sekiz saatlik çalışma saatini kısaltma yoluna gidilir. Bu ölçümler asbestle çalıştığı bilinen, asbest lifleri ile hemhal çalışanlara, çalışanların üzerine dozimetre gibi ölçüm araçları takılarak yapılır.
Gelin görün ki, moloz döküm sahalarının 'asbestli işyeri' olup olmadığına dair hiçbir ön veya yerinde tespit yapılmadığı halde, işçiler döküm sahaları ve kentlerdeki 'yerinde ayrıştırma' şantiyelerinde -binlerce görsel kanıt üzerinden gösterebileceğimiz gibi- bırakın uygun kişisel koruyucu donanımı, tıbbi maske bile takmadan çalıştırıldıklarından dolayı sunulan değerler ve sunulma şekli fiili durumda yaşanan sorunlarla ilgili değildir.
*Narlıca moloz döküm sahası [Fotoğraf: Koray Kesik] |
Çelişkili ifadeler var, raporlar yok
Keza, Valilik kamuoyuna bir numunenin 'toz yoğunluğu yüzünden sayılamadığını' duyuracak kadar rahat bir şekilde, Tozla Mücadele Yönetmeliği'ne de uyulmadığını ikrardan geliyor. Moloz döküm sahalarındaki lifsi toz konsantrasyonun "var ama mevzuat standartlarının altında" olduğunu açıklayarak, esasında bugüne kadar özellikle eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar'ın "Asbest ölçümleri mobil cihazlarla yapılıyor. Bugüne kadar asbeste rastlanmadı" türü algı kurucu söylemleriyle de çelişiyor.
İki idarenin bu çelişkili ifadelere rağmen temel ortak noktaları da var; ikisinin de raporlarını göremiyoruz, böylelikle ölçüm yöntemi, örneğin alındığı yer (o mahaldeki durumun, rüzgârlanmanın ne kadar tüm sahaya genellenebilir olduğu) ve şeklini öğrenip, halk sağlığına dair çıkarım yapamıyoruz.
İki idare de kompoze deprem atığına uyumlaştırılmış bir 'ortam' asbest/lifsi toz ölçümünün mevcut olmadığının, halk sağlığı açısından bunun 'sıfır' olması gerektiğinin üzerini örtüp, konuyu esas meseleden uzaklaştırıyorlar. Zira enkazdaki asbestin tamamı, kaldırılmadan önce ufalanıp havaya karışmadan bertaraf edilmeli ve döküm sahasında asbest izine rastlanmamalıydı.
Enkaz, yerinde hiçbir ayrıştırmaya tabi tutulmadan böyle hızlı bir şekilde molozlaştırılmamalıydı. Ölçüm, moloz döküm sahalarından ziyade bina yıkıntılarında yapılmalı ve asbest uzmanları tarafından muhtemel gözle asbestli malzemenin varlığının tespiti yapılan binaların tamamında, uygun uzaklaştırma yapılmalı, yıkım çalışmaları sırasında düzenli olarak asbest ölçümü tekrarlanmalıydı.
Döküntü sahalarında asbeste işaret eden lifsi tozun bulunması, öncesinde bertarafının yapılmadığının itirafı niteliğindedir. Yani hâlihazırda bu limit değeri sadece enkaz kaldırma için ve asbestli sökümde zorunlu tüm tedbirler alındıktan sonra bir anlam ifade eder, döküm sahaları için değil.
Enkaz kaldırma çalışmasına başlanmadan, asbest söküm uzmanlarınca gözle inceleyerek saptanabilecek, asbest içerikli olmasını beklediğimiz eternit, su boruları vs. gibi büyük parçaların bertarafına -önerilmesi ve teklif edilmesine rağmen- yanaşılmadığını, bölgede izolasyon malzemesi ve sıva gibi karmaşık malzemede asbest olup olmadığına dair nokta atışı analizler yapılmadığını, elimizde deprem öncesinde de sonrasında da bir asbestli malzeme envanteri bulunmadığını dehşet içinde gözlemliyoruz.
*Altınözü/Enek-2 moloz döküm sahası [Fotoğraf: Koray Kesik] |
Bakan Özhaseki suçu selefine atıyor
Bu yazının kaleme alındığı gün içerisinde ise yeni Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, ilk beş aydaki yıkım pratiklerine dair suçu selefinin üzerine atarak, "İlk yapılan ihaleler alelacele yapıldığı için şartnamelerde bazı şeyler gözden kaçmış.
Mesela yerinde ayrıştırma konusu. Özellikle asbestli boruların olduğu ortamda tehlikeli durum. Şehir içinde zehir saçıyor. Tamamıyla şartnamelerin değiştirilmesi, birtakım ek değişikliklerle revize yapılarak işin hızlandırılması talimatını verdik" açıklamasını yapıyor. Bakanlığın sorumluluğunu yerine getirmemiş olduğunu ikrar ediyor.
Türkiye'de tehlikeli maddeler arasında mevzuatı en detaylandırılmış olanlarından asbestte durum böyleyse, deprem atığının içerdiği diğer maddelerde durum nedir? Hem birbiriyle hem döküldükleri ekosistemlerle reaksiyona giren silis mineralleri, kurşun, PCB, TBT gibi ağır metaller, floresan, civa, slika, küf, sanayi ve inşaat malzemeleri, kömür katranı içeren bitumlu karışımlar, tıbbi atıklar, kontamine olmuş evsel atıkları, tarımda kullanılan kimyasallar, temizlik, ilaç, ecza ve kozmetik ürünlerinde bulunan çeşitli etken maddelerin durumu nedir?
Tüm bu tehlikeli maddelerin bertarafı -denetimsiz bir boşlukta- kâğıt, yani şartname üzerinde ihaleyi alan yıkım müteahhitlerine yüklenmiş durumda. Enkaz toplama ve toplanan enkazın gelişigüzel dökülmesi-saçılması başlı başına bir faciadır. Bu konuda bilimsel ilkelere ve mevzuata uyulmadığı açıktır. Toplanan enkaz herhangi bir ayrıştırma, geri dönüştürme vb. işlemlere tabi tutulmadan tarım alanlarına, yerleşim bölgelerinin yakınlarına dökülüyor. Sadece enkazda bulunan demir ayıklanıyor ve bu işlem hem enkaz toplanırken hem de enkaz dökülürken yapılıyor.
Durum şu ki denetimsiz bir boşlukta bu müteahhitler Armutlu gibi merkezi mahalleler bile dâhil Hatay'ın dört yanında, bakıra ulaşmak için kabloları yakacak kadar 'rahat çalışıyorlar'. Enkaz kaldırma ve döküm faaliyetlerinin gelişigüzel yapılması bu çok sayıda toksik kimyasal maddenin yavaş ya da hızlı bir şekilde hava, su toprak gibi çevresel ortamlara bulaşmasına yol açıyor. Bu bir kirletme faaliyeti olarak görülmelidir.
Kirlilik nedeniyle tarımsal üretimin yoğun olduğu deprem bölgesinde zaman içinde besin zincirinde bozulma üzerinden gıda güvenliğine dair bazı sorunların açığa çıkması çok olasıdır. Süreç bu şekilde devam ettiği sürece, afet bölgesinde yaşayan insanlarda ve doğal hayatta olumsuz etkileri uzun zamana yayılacak bir dizi sağlık sorununun açığa çıkması kaçınılmazdır.
*Narlıca moloz döküm sahası [Fotoğraf: Koray Kesik] |
Çevre Mühendisleri Odası'nın raporu
Tekrar bu 'sosyal cinayet' boyutuna varan molozlaştırma sürecini konuşmamıza, tehdidin boyutunun farkına varıp mücadele etmemiz için neredeyse bir sembol haline gelmiş asbest konusuna gelirsek...
Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şubesi 21-22 Nisan 2023 tarihlerinde Hatay Merkez (Antakya/Defne) ve Samandağ ilçesinde üç adet döküm sahası ve bir adet yerleşim yerinden, gözle inceleme sonunda aldığı toplam sekiz adet numuneye dair bir rapor açıkladı.
Bu kadar dar bir örneklem ile yapılan bir çalışmada bile, eski tip eternit çatı parçasından alınan dört numunede asbestin en yaygın kullanılan şekli olan beyaz asbest tespit edildi. Bu kısıtta bir çalışmada milyonlarca tonluk moloz döküm alanından alınan sıva örneklerinde asbeste rastlanmadığı görüldü. Bu raporun sonuçlarının önemi tam da bu kısıtında yatıyor.
Gözle tespit edilebilen eternit parçalarının hepsinin asbest içerikli olduğu tespit edilmişken, kamunun en büyük sorumluluğu tüm bölgedeki durumu sistematik olarak araştırmaktı/r. Zira artık ağır iş makineleriyle, çalışanlar hiç korunmadan, üstü açık sarı kamyonların römorkörlerinde tozuyarak, toz bastırmak için herhangi bir ıslatma işlemi yapılmadan, tarlalar, zeytinlikler, doğal alanlar ve yerleşim yerlerinin dibinde, bazen içine dökülen bu molozlarda asbestin varlığını biliyoruz.
Tekrar altını çizelim; asbest molozdaki tek tehlikeli madde değil ve mevzuatla nispeten en düzenlenen tehlikeli maddelerden biri.
Deprem bölgesindeki enkazın çevre sağlığını tehdit etmeyecek bir şekilde kaldırılmasının sağlanmasının baş sorumlusu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bu konu özelinde fiili sözcüsü olarak eski Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar'ın öne çıktığını görüyoruz.
Birpınar, tüm bu süreçte, eski İklim Değişikliği Başmüzakerecisi mesaisinin de muhakkak katkıda bulunmuş olduğu diplomatik ilişki ve nazik algı dilinin kurucusu olarak görev gördü. Kişisel sosyal medyasından sistematik olarak tüm tepki ve eleştirilere "her şey yolunda, her şey kontrol altında!' cevaplarını sektirmedi. ÇMO'nun raporuna dair de "Asbest tespit edilen numunelerin tamamı eternit çatı malzemesi. Bu malzemelerde asbest tespit edilmesi zaten beklenen bir durumdur... Bilindiği üzere asbest havaya karışıp solunduğu zaman tehlikeli olan bir madde olup, bu konuda da Çalışma Bakanlığı ile birlikte yaptığımız çalışmalarda havada asbest bulunmadığını tespit ettik" açıklamasını yaptı.
Hakikat sonrası siyasetine, sonuçları yüz binlerce canlıyı ve doğmamış nesilleri etkileyecek politikaların nasıl dönüştürücü tepki görmeden kabul ettirildiğine dair çok acı bir örnek! Eternit gibi katı malzemede bulunan asbest, darbe altında tozur ve lifi havaya salınır. Mevzuat zaten katı bileşenlerin içinde olan asbestin havaya karışmaması için önlemler tanımlar.
En basit, mevzuatın da ruhunu oluşturan bilimsel gerçeklikleri, hakikat-sonrası bir dil içinde çarpıtan personaların oluşturduğu söylemler bizi oyalayadursun, hayatlarımız ve yaşamsallığı oluşturan ekosistemler geri dönüşsüz olarak yıkıma uğruyor. Birpınar ise seçim sonrası Bakanlıktan 'ayrıldıktan' sonra -tam manası ile- enkazı da arkasında bırakarak, yeni konulara ilerlemiş durumda. Katı olan her şey buharlaşıyor!
Fotoğraf: ÇMO İstanbul/Twitter |
Doğal asbest zuhuru yoğunlaştığı yerler
Hatay'da sadece inşaatlarda kullanılan endüstriyel asbest değil, aynı zamanda doğal olarak zuhur eden (bölgede "havara" veya "aktoprak" denilen) asbest de bulunuyor. Bu konuda çok uzun zamandır araştırmalar yapan Eşref Atabey'in çalışmalarına baktığımızda Gökyar, Kurudere, Olgunlar, Olukpınar ve Kise Mevkii'nde doğal asbest zuhurunun yoğunlaştığını görüyoruz.
Gelin görün ki, TBMM tatile girmeden önceki son gece çıkardığı 7456 Numaralı Torba Kanun'un 25. maddesine göre 'yerleşme ve yapılaşma için zorunluluk bulunduğu için imara açılacak yüz binlerce metrekarelik orman ve zeytinlik alan içinde Kisecik de belirlenmiş.
Kentsel alanlarda 'asbest' üzerinden uyanan hassasiyetin, sapada kalan kırsal alanlarda kaybolmasının önüne geçmeliyiz. Bu kararıyla devlet, doğal olarak asbest bulunan alanlara bu kadar yakın bir yerde, doğal alanlara girilerek yeni bir yerleşim alanı kurulmasının buralara yerleşeceklerin sağlığı açısından sorumluluğunu ilk elden taşıyor.
*Türkiye'de amfibol asbest ve krizotil asbest bulunan başlıca yerler. [Kaynak: Eşref Atabey, Türkiye asbest haritası] |
Ne yapmalı?
Özetle, Hatay'da molozda asbest liflerini içeren malzeme bulunmaması muhtemel değil. Zira Birpınar'ın da ifade ettiği gibi "Çünkü 2011 yılından önce inşaat malzemelerinde yalıtım amaçlı asbest kullanımı serbestti."
Asbest lifine bulaşmış tüm malzeme, mevzuata göre tehlikeli atık statüsünde bertaraf edilir. Şu anda ekokırım suçu işlenerek yıkım müteahhitleri eliyle kaotik bir şekilde, halk sağlığına değil piyasa kurallarına uyularak, sıfır denetim ile meskûn mahallerde, yaşayan insan ve tüm canlıların yaşam alanlarının dibinde 'yerinde ayrıştırma' lafzı ile yıkımlar yapılıyor.
Metal malzeme çıkarma, kablo yakma pratikleriyle, atıkların döküldüğü yerlerde doğa ve tüm türlere karşı zamana yayılmış ve hakkında hiçbir çalışma yapılmadığı için sonuçlarını tam ifade edemesek de çıkarımlarla öngörebildiğimiz bir ekokırım suçu işleniyor. Deprem atığı konusunun dokunduğu herhangi bir alanda bilgi birikimi oluşturmak, bu konuda bilgi birikimi olanların yapılanları belgelemesi, usulsüzce devam eden yıkımları durdurmak için hukuki yollara başvurmak ve halkı bilgilendirmek sorumluluğumuz var.
Enkazın hızla molozlaştırılmasından, yıkımdan birinci derecede etkilenen herkesin (yıkım firmalarında çalışan işçiler, operatörler, zar zor açtığı dükkânın dibinde tozu dumana katarak 'yerinde ayrıştırmalı yıkım' yapılan esnaf, çadır, ev, konteyner, tarla, zeytinliğinin dibine moloz dökülen mahalleli, hayvancı, çiftçi) şu anda yaşadığı akut sağlık sorunlarını tıbbi bir rapor ile belgeleyerek (konjonktivit/kırmızı göz hastalığı, alerjik astım, KOAH...) diplerindeki yıkıma ve moloz döküm faaliyetlerine dair, kamu hukuku ilkeleri doğrultusundaki sorumluluklarını yerine getirmeyen idareye karşı tam yargı davası açma hakkı var.
İdare, kamu sağlığını korumak ve sağlıklı bir çevre sağlamak ile ilgili yükümlülüklerini, ihalelerle piyasa kurallarına tabi çalışan, piyasaya hâkim birkaç yıkım müteahhidine devrederek sorumluluğundan sıyrılamaz.
24 Şubat 2023'te yayımlanan 126 nolu Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin deprem atığına değinen tek maddesi olan 13. madde, çoğu zaman sanıldığının aksine 'olağan hallerdeki' yıkım durumlarında halk sağlığını koruyan, daha yeni yürürlüğe girmiş olan ve çok sıkı koruyucu tedbirleri ayrıntılı tarif eden Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik, daha önce alanı düzenleyen öncü mevzuattan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği, Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik, Tozla Mücadele Yönetmeliği, Tehlikeli Atık Yönetim Yönetmeliği, Atık Yönetimi Yönetmeliği, Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik gibi yönetmelikleri askıya almamıştır. Sadece deprem bölgesindeki yıkımları yıkım ruhsatları ile belgelendirme sürecini askıya almıştır.
Deprem bölgesinde müteahhitler de akut olarak yaşanan tüm sağlık sorunlarındaki sorumlulukları nedeniyle tazminat ödemeye mecbur edilebilir. Bazı mülkü moloz döküm alanı haline getirilmiş yerel mülk sahipleri, molozlarla düzleniveren tarlalarının fiilen imara açılmasının rantından faydalanma davranışında olsa bile (yol kenarında kalan atıl mülkünü, molozların üzerinde yükselen düğün salonuna çevirme imkânı mesela!) yerel halkın çoğunluğu doğrudan, mülkiyetinin dolayımı olmadan mağdurdur.
Yıkım süreçlerinin hekim, mühendis, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları, akademisyen ve belgeselciler tarafından her veçhesi ve anında belgelenmesi, bu zamana yayılan afetin her veçhesinde hakikati, hayatımızı ve sağlığımızı yeniden inşa edebilmemizin araçları olacaktır. Bir şey yapmadıkça olabilecekleri öngördüğümüzde, yapabileceğimiz, hele ki bir araya gelerek yapabileceğimiz her şey en kötünün daha iyisi olacak, doğmamış nesillerin hayatını korumaya yarayacaktır. Hiçbir şey için henüz geç değil.
(AO/VC)