"istediğim ilacı yazmıyor, hakkım ihlâl edilmiyor mu?"
benim gibi hasta haklarıyla uğraşan ya da bir sağlık kurumunda yöneticilik yapanların çoğu buna benzer bir şikâyetle karşılaşmışlardır. hekimler de sıklıkla bu konuda yaşadıkları örnekleri ve sıkıntıları dile getirirler.
oysa hekimler hastalarına reçete yazacakları sırada, eğer hastalık yineleyen ya da süregen bir hastalıksa mutlaka "daha önce hangi ilaçları kullandığını", hastanın yanıtından sonra yararlı olup, olmadığını sorar ve reçetelerine yazacakları ilacı bu yanıta göre belirlerler.
olağan ve kurallarına uygun bir muayene bunu gerektirir.
şurası unutulmamalıdır: hiç kimse herhangi bir ilacı yalnızca keyfi nedenlerle, hoşuna gittiği için almaz ve hekiminden de bunu yazmasını talep etmez. eğer böyle bir düşünce bu sürecin başında akla geliyorsa burada "ilaç yazımının da ötesinde" çok ciddi başka sorunlar vardır.
peki sorun neden kaynaklanıyor?
bu talep ve ortaya çıkan sorun çok boyutludur ve çok farklı yanları vardır.
eğer bu talep hastayla hekimin ilk karşılaşmalarında gündeme gelmişse, genellikle "sorun" yaşanacağı kabul edilmelidir. çünkü taraflar birbirlerini tanımazlar ve aslında da güvenmezler.
burada konuya zemin oluşturacak bazı bilgileri, kuralları ve bu konuda kabul edilmesi gereken temel değerleri anımsatmakta yarar var; çünkü sorun sıklıkla bunları bilmemekten ya da dikkâte almamaktan kaynaklanmaktadır:
* öncelikle herkesin bedeni kendisidir ve aklı başında olan, durumunu ve kendisini bilen herkes, bedeni üzerindeki nihai kararı kendisi verir, bu onun en temel hakkıdır. hekimler de bu hakkı kabul ederler.
* hekimin ilk görevi hastaya zarar vermemektir. hastanın da bunu bilmesi ve emin olması gereklidir.
* kendisinin anlamadığı, olumlu olumsuz yanlarını, yarar ve zararını bilemediği, kısaca kafasındaki tüm soruların yanıtlandığı bir "aydınlatma/aydınlanma hali" oluşturulmadan acil durumlar ve belirli zorunluluklar dışında kimseye hiç bir tedavi, ilaç ya da uygulama dayatılamaz. dolayısıyla hasta - hekim ilişkisinde "aydınlatılmış onam" hem etik, hem ahlâki, hem de cezai yönden mutlak bir zorunluluktur.
* ilaç denilen maddelerin tümü asıl olarak "zararlı"dırlar; zararları belirli koşullarda, belirli kurallar çerçevesinde ve öncelenen ve umulan bir yarar öngörülerek kabul edilir, ona göre verilir ve kullanılır.
* ilacın reçete edilmesinde temel sorumluluk her durumda reçetenin altına imza atan hekimindir. reçete edilen ilacın doğru olarak ve doğru dozda verilmesi noktasında bu sorumluluğa eczacı da katılmış olur. eğer ilacın uygulaması bir başka sağlıkçı tarafından yapılacaksa o zaman uygulamayı yapan kişi de bu sorumluluğa katılmış olur. istediği ilacı hekime yazdırmış olsa da, o ilaçtan doğan bir zarar olursa bunun hesabı hekimden sorulacağını her hasta ve hasta yakının bilmesi gerekir.
* herhangi birisine yarayan ve hastalığına iyi gelen bir ilacın, benzer durumu var diye bir başka kişiye de mutlaka yarar sağlayacağı düşüncesi doğru değildir. bir kimse bir birine her yönü ve özelliğiyle benzemez, dolayısıyla her hastalık, her kişide farklı biçimde seyreder, farklı biçimde iyileşebilir.
* ilaçların yarar ve etkileri, onların piyasada satış bedellerine koşut değildir.
* herhangi bir hasta hekim ilişkisinde böyle bir talep gündeme geldiğinde, bu talep irdelenmeden ve nedeni tam olarak anlaşılmadan ve otomatik olarak "ben bu ilacı yazmam" dememeli, önce durumu anlamalıdır.
karşılıklı güven temel olmalıdır!
bu temel kural ve ilkelere pek çok ayrıntı eklenebilir.
ama en önemli nokta bu konudaki "karşılıklı güven"in sağlanmış olmasının "ilk koşul" olduğu gerçeğidir.
hasta hekimin kendisi için "en iyi olanı" yaptığından, bu sırada da "başka amaçlarla ve başka yararlar" için (örneğin ilaç firmasının bir vaadi, ya da o ilacın satışından alınacak prim, vb.) davranmayacağından emin olmalıdır.
benzer biçimde hekim de hastanın bu talebinin "kendisi için, bilerek ve doğru gerekçe ve nedenle talep edildiğine" (örneğin güvencesi olmayan bir başka insanın kullanması, ya da ilacın asıl etkisi dışındaki başka nedenler ve bağımlılık nedeniyle alınması, vb.) inanmalıdır.
kuşkusuz bu güvenin sağlanması için hasta ile hekimin birbirlerini daha önceden tanımaları gereklidir. basamaklı bir sistemin olmadığı, hasta-hekim ilişkisinin "hastanın sağlığına kavuşması ve iyiliğine yönelik değil de bir ticari faaliyet olarak düzenlendiği" günümüzdeki sağlık hizmet organizasyonunda bu güvenin daha baştan sağlanmamış olduğu göz ardı edilmemelidir.
süregen hastalıklarla uğraşan ve hastalarını, hastalarından sorumlu birinci basamak hekimleriyle birlikte tedavi edip izleyen kurumların olmayışı, uzun süreli bu hastalıklarda, hastalıkların "kesin" sonuç almak için başka seçenekleri de araştırma ihtiyacı içinde olmaları sorunun bir başka boyutudur.
medyanın etkisi ve rolü
bu durumu yaygın medya da provoke etmekte ve özendirmektedir.
bu tür yayınlarda herkes için geçerli, tek ve mucize yöntem ya da ilaçmış gibi sunulmaktadır.
dolayısıyla bunların talep edilmesinin sorumlularının başında da ne yazık ki bu tür yayınları yapan ve bu tarzı benimseyen medya ve yayın organları gelmektedir.
diğer yandan hekimleri gerektiği gibi izlemeyen, hizmet içinde ve olağan denetimini yapmayan, hastaları bilgilendirme ve aydınlatma konusunda yeterli çaba göstermeyen, hasta ile hekimler arasındaki çatışmalarda meslekçi bir yaklaşımla, her koşulda hekimlerden yana tutum alan meslek örgütleri de aslında bu sorunun doğru biçimde çözümlenmemesinde ne yazık ki katkıda bulunmaktadırlar.
dolayısıyla bu sorun aslında bu noktaya gelmeyecek bir durumdur ve biraz çabayla hemen her örnekte çözümlenebilir. yeter ki hasta ile hekim birbirine güvensin ve bu ilişkiye etkide bulunanlar diyojen'in dediği gibi "gölge etmesinler" (ms/hk)