Türkiye Cumhuriyeti'nin bir "sosyal devlet" olmaktan çıktığının en açık ve somut kanıtlarından birisi de 19 Ocak 2002 Tarih ve 24645 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren "4736" No'lu "Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun"dur.
Aradan geçen dokuz yılı aşkın bir zamanda "belleğimizin karanlıkları"nda kalmış olabileceği düşüncesiyle bugünlerde adından sıkça söz edilen bu kanunun ilk maddesini hep birlikte anımsayalım:
Madde 1: Genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idareler, bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlar, kanunla kurulan fonlar, kefalet sandıkları, sosyal güvenlik kuruluşları, genel ve katma bütçelerin transfer tertiplerinden yardım alan kuruluşlar, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları ile müesseseleri, il özel idareleri ve belediyeler ile bunların kurdukları birlik, müessese ve işletmeler, özel bütçeli kuruluşlar, özelleştirme işlemleri tamamlanıncaya kadar (abç), 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı Kanuna tâbi kuruluşlar ve özel hukuk hükümlerine tâbi, kamunun çoğunluk hissesine sahip olduğu kuruluşlar, kamu banka ve kuruluşları ile bunlara bağlı iş yerleri ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca üretilen mal ve hizmet bedellerinde işletmecilik gereği yapılması gereken ticarî indirimler hariç herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz veya indirimli tarife uygulanmaz.
Belediyeler ile bunların kurdukları birlik, müessese ve işletmeler, toplu taşım hizmetlerinde malûl, yaşlı, öğrenci ve basın kimlik kartı sahiplerine indirim uygulamaya yetkilidirler.
24.2.1968 tarihli ve 1005 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun, 3.11.1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun ücretsiz veya indirimli tarife uygulanması ile ilgili hükümleri saklıdır.
Bakanlar Kurulu birinci fıkra hükmünden muaf tutulacak kişi veya kurumları tespit etmeye yetkilidir.
Bu Kanunun yayımı tarihinden önce üçüncü fıkrada belirtilen kanunlar dışında; kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, genelge ve benzeri düzenleyici işlemler ile diğer idari işlemlerle tesis edilmiş bulunan ücretsiz veya indirimli tarife uygulamalarına 31.12.2001 tarihinden itibaren son verilir.
Söz konusu yasanın ilk maddesinde söylenen şey kısaca şudur: Devlet kurum ve kuruluşları herhangi bir kişi veya kuruma ücretsiz (karşılıksız) hizmet veremez veya indirimli tarife uygulayamaz. Bu kadar açık ve net!
Bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra bu maddenin "4. fıkra"sında söz edilen yetkiyi o tarihten bugüne kadar hükümet eden AKP, kimler için, nasıl, ne oranda uyguladı ve bunun maddi karşılığı ne kadar oldu, doğrusu bunu bilmiyorum. Ama 2 Temmuz 2011 tarihli ve 27982 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan "7.6.2011 tarih ve 2011/2002" nolu Bakanlar Kurulu Kararıyla kamuoyunun gündemine gelen bir ayrıcalık söz konusu: Buna göre "kamuya ait hastanelerde ölenlere, daha doğrusu yakınları" artık 2002 tarihli yasa kapsamı dışında olacak.
Başka bir deyişle bu ülkede artık kimi ölüler "devletin nezdinde" daha kıymetli.
Sanırım bunun da haberi veren bazı gazetelerin manşetlerinde açıkça yazıldığı üzere bir tür "helâlleşme" olup olmadığı epey tartışılacak. Tabii ki, eğer herhangi, bir üst mahkeme tarafından iptal edilmezse.
2011/200 sayılı karar
Söz konusu düzenlemeyi de burada en azından bilgilendirme amaçlı olarak açıkça yazalım:
"Madde 1: 28/1/2002 tarihli ve 2002/3654 sayılı Kararnamenin eki karar aşağıdaki maddeler 48 inci ve 49 uncu maddeler olarak eklenmiş ve söz konusu kararın diğer madde numaraları teselsül ettirilmiştir.
'Madde 48: Vakıf üniversiteleri hariç olmak üzere üniversiteler ile Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu idarelerine bağlı sağlık kurum ve kuruluşlarında sağlık hizmeti almakta iken vefat eden ve herhangi bir sebeple hizmet bedeli Sosyal Güvenlik Kurumunca karşılanmayan veya herhangi bir sağlık güvencesinden yararlanamayanlardan, hizmet bedelini ödeme yükümlüsü oldukları halde ödeme gücü bulunmadığı tespit edilen kişiler, 4736 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrası hükmünden muaftır.
Madde 49: Ağız ve diş sağlığının korunması, ağız ve diş hastalıklarının önlenmesi, bu hastalıkların tedavi giderlerinden tasarruf sağlanabilmesi ve diş fırçalama alışkanlığı kazandırılması amacıyla Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kurumlarınca beş milyon adede kadar diş fırçası ve diş macunu dağıtılması, 4736 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrası hükmünden muaftır.
Madde 2: Bu karar, 1/1/2011 tarişhinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 3: Bu karar hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür."
Söz konusu KHK'nin yürürlükteki ilgili yasalar gereğince meclis tarafından ivedilikle görüşülmesi ve kabulü gerekiyor. Bu süreç içinde herhangi bir nedenle eğer itiraz edilmez de uygulamaya gerçekten girerse pek çok noktasının hem içerik, hem de usûl olarak tartışılması gerekiyor.
Söz konusu kararnamenin bazı temel konular bağlamında değerlendirmesine girmeden önce 7 Nisan tarihinde BİANET'te yayınlanan "Yoğun Bakım", Yoğun Para Kazanmak Demek Olunca.." başlıklı yazımın bir bölümünü anımsatmak istiyorum:
"Bundan sonra hastanede ölen 'fakir'lerden hastane masrafı alınmayacak!. Tam burada bir önerim daha olacak naçizane: Gelin bunu genelleştirin; bundan sonra hastanelerde ölen hastaların yakınlarına 'fatura' kesilmemesini sağlayın. İşte gerçekten de 'devrim' niteliğinde karar böyle olur. Böylece hiçbir hasta hastanede ölmez, ölemez. Böylelikle tüm hastalar hastanelerden 'sağ çıkmış' olurlar. Evlerinde ölürlerse de bu 'tanrının' işi sayılır. Nasıl olsa kimse ona hesap soramaz."
Özetle geçen yıl sonunda yapılan bir idari bir düzenleme bu KHK ile bir yasal duruma kavuşmuş oluyor. Yazımda söz ettiğim "devrim"i şimdilik yapamasalar da aslında "sosyal devletin" en azından "ölen yoksul vatandaşlar" için geçerliliğini sürdüren bir hükme kavuşmuş olunduğu düşünülebilir. Dirimizin değil ama en azından ölümüzün sosyal devlete gereksinimi olduğu kimilerince ileri sürülebilir.
Ama bu yaklaşımın da epey "su götürür" olduğu söz konusu düzenlemenin ikinci bölümünden anlaşılıyor. Buna göre Sağlık Bakanlığı'nın halka bedelsiz dağıtmak üzere "beş milyon" diş macunu ve diş fırçası alma izni verilmiş!
O bölümde bunun "hastalıkların tedavi giderlerinden tasarruf edilmesi" için yapıldığı ileri sürülüyor. Yani aslında amaç "sosyal devlet" falan değil, 2002'den beri mevcut hükümetin umurunda olmadığı gibi. Amaç daha büyük bir gider kaleminden kurtulmak. Tabii bu beş milyon diş macunu ve fırçanın yeterli olup olmadığı, bunun kimlere dağıtılacağı, ama daha önemlisi, kimden alınacağı ayrı bir tartışma konusu.
Bazı ayrıntılar
KHK'nın ayrıntıları da derinlemesine tartışılması gereken noktaları kapsıyor:
İlk (48.) madde dikkâtle okunduğunda kapsamın "üniversiteler ile Sağlık Bakanlığı ve diğer kamu idarelerine bağlı sağlık kurum ve kuruluşlar" olarak sınırlandığını görüyoruz. Başka bir deyişle bu sayılan kurumlar her ne kadar bütçeden doğrudan bir "ödenek almadan" tümüyle kendi kazançlarıyla varlıklarını sürdüren kurumlar olsa da, hükümet yayınladığı bu kararname ile "yoksullara" yaptığı/yamak istediği yardımı kendi bütçesinden ve kaynaklarından değil de bu kurumların kaynaklarını kullanarak yapmak onlara "bir ayrıcalık" tanımak niyetinde.
Bu kurumlara bir yandan hizmetlerinin aslında "rekabet koşulları" içinde sunmalarını öneren hükümet, genel politikalarının tersini söyleyerek yaptığı bu "dayatma" ile, nihayetinde aslında halkın ödediği primler ve doğrudan ödemelerle kendi kaynağını sağlayan bu kurumların kaynaklarına bir anlamda "ortak" olmuş oluyor.
Diğer yandan böylelikle kapsam dışında kalan özel sağlık kurumları ve vakıf üniversiteleri lehine de ayrıca bir "haksız rekabet" yaratmış oluyor. Yoksullar bu kurumlara başvurur ve hizmetten yararlanırken yaşamlarını yitirirlerse onlar ölmeden önce aldıkları hizmetin bedelini göz yaşlarına bakılmadan "çatır çatır" ödeyecekler. Ama "kamu" kurumları kaynağını kendi içinde bulabilirse bundan yoksun olacak.
Tanımdaki diğer nokta bu kapsam içine kimlerin gireceği konusunda tarif edilmiş: Burada da kapsam içine "üç grup" giriyor: 1. Herhangi bir sebeple hizmet bedeli Sosyal Güvenlik Kurumunca karşılanmayanlar; 2. Herhangi bir sağlık güvencesinden yararlanamayanlar; 3. Hizmet bedelini ödeme yükümlüsü oldukları halde ödeme gücü bulunmadığı tespit edilenler.
Yani düzenleme "gerçek anlamda yoksullar ve yoksunlar" için yapılmış durumda.
Bu noktada da söz konusu kararname ile ilgili haberlerde adından söz edilen ve yeni oluşturulan "SOYBİS" yani Sosyal Yardımlaşma Bilgi Bankası'nın yetkili olacağı belirtilmiş.
Ancak bu yapı eğer kendisi daha önce söz konusu düzenlemeden yararlanacak kişi için bir araştırma yapmamış ve durumunu belirlememiş ise sağlık kurumunun verdiği hizmet faturasının karşılığını almak ya da almamak için ölen hastayı hastanede tutup tutmayacağı, bunun süresinin ne olacağı belirsiz durumda.
Ayrıca SOYBİS bu kişinin durumunu zaten önceden araştırmış ve yoksul olduğuna karar vermiş ise, bu durumda da zaten kişinin primini devletin ödediği SGK'lı olması gerektiği ortaya konulmuş olacak, dolayısıyla bu kişiden de sonuçta ölse bile, ölmeden önceki hastane giderlerinin hastane tarafından SGK'dan alınacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Hizmetten "eşit" biçimde yararlanamama olasılığı
Bir başka önemli nokta sonu sıklıkla ölümle sonuçlanan ve terminal dönemdeki masrafları çok fazla olan hastalıklara yakalanmış hastalar, eğer ödeme güçleri yoksa söz konusu kurumların kendi bütçelerindeki zorluklar ve zorunluluklar nedeniyle bir biçimde bu kurumlara kabul edilmeme durumuyla karşılaşacaklar.
Eğer bir şekilde kurumlara kabul edilmişlerse de, bu kez de ölmeden hemen önce "taburcu edilme" olasılığı söz konusu olacak.
Tabii bunun yapılamadığı durumlarda da böyle hastaların son(terminal) dönemlerinde uygulanan kimi tıbbi işlemlerin, salt "ödeme gücü olmadığı" için hiç yapılmaması da söz konusu olabilecektir. Çünkü hiç kimse yerine koy(a)madığı bir kaynağı harcamak istemeyecektir.
Tüm bu olasılıklar, bu kişilerin sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma açısından bir "hak ihlâli" ile karşı karşıya kalacakları sonucunu doğurmaktadır. Açıkça "maddi nedenli bir ayrımcılık" uygulamasına neden olacak bu olasılığın da kararname hazırlanırken neden göz önünde tutulmadığı ya da ne kadar dikkâte alındığı meçhuldür.
Kuşkusuz burada bir "vatandaş" olarak bilmemiz gereken bazı başka noktalar da vardır: Bunlardan birisi söz konusu KHK'ların yasalar gibi "genel ve maddeye özel gerekçeleri" oluyorsa bu düzenlemenin neleri kapsadığıdır. Öncelikle nasıl bir algı, bakış açısı, irdeleme ve düşünce sistemi ile buna karar verildiği kamuoyuna açıklanmalıdır ve kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Ama bununla birlikte bir başka önemli nokta da söz konusu düzenlemeden yararlanması umulan kişilerin sayısı ve nitelikleridir. Eğer biliniyorsa geçmişteki sayılardan yola çıkılarak bunun da ortaya konulması gerekir.
Bu başka bir açıdan da önemli: O da söz konusu 2002 tarihli yasanın gereği, 1.1.2011 tarihine kadar olan süre içinde, eğer o zaman bu ayrıcalık tanınmış olsaydı bu KHK'nın kapsamı içine girecek, dolayısıyla sağlık kurumlarına herhangi bir karşılık ödemeyecek olanların kendilerinden alınan hastane bedellerinin geri verilip verilmeyeceği konusudur.
Geçen yıl sonunda yapılan bir düzenleme ile hastanelere olan borçların 250 TL'ye kadar olanlarının affı, üzerindekilerin bir ödeme planına bağlanması ve indirim yapılması konusunun hastanede ölenler açısından da uygulanıp uygulanmayacağı da söz konusu KHK'da yok.
Anayasaya göre devlet nezdinde herkes eşittir; dolayısıyla bir ferdine şimdi tanınan bir ayrıcalık, diğerlerine de tanınmak durumundadır. Dahası bu düzenlemeyi yapanlar da 2002 tarihli düzenlemeyi yapanlar da aynı kişiler, en azından aynı partinin ya da görüşün savunucularıdır. O zaman şimdi yaptıklarını yapmamış olmalarının hesabını da "kişisel" olarak vermek zorundadırlar. Eğer amaç "helâlleşmek" ise, onlarla "helâlleşmemekten" kaynaklanan borçlarının "bâki" olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. (MS)
(*) http://www.bianet.org/bianet/bianet/129112-yogun-bakim-yogun-para-kazanmak-demek-olunca