Yine bir hekime yönelik şiddet yazısı kaleme alıyoruz. Yine, çünkü ne şiddet olaylarında ne de şiddete yönelik alınması tekrar tekrar vurgulanan önlemler alanında bir değişiklik yok. Yine vuruluyoruz, yine ölüyoruz, yine derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. Çalışmaya da devam edeceğiz ta ki bir şeylerin değişmeye başladığını görene kadar.
Son öldürülme haberini aldığımızda 54. Ulusal Psikiyatri Kongresi’ne başlamanın heyecanı içindeydik. Olaya ilişkin ilk bilgiler geldiğinde ‘önemli bir şey olmadığını’ umut ettik hepimiz. İçimizden geçirdik, dillendirdik, ‘yoktur bir şey’ dedik; kaç kez yüzümüze sıkılan yumrukları, kapımızın önünde atılan tehditleri görmezden, duymazdan gelmiş olmanın utancıyla içten içe, gündelik akışa odaklanmaya çalıştık. Ama olmadı ve ölüm gelip dikiliverdi karşımıza. En acısı da ne biliyor musunuz, şaşırmadık. Hani bir gazetecilik klişesidir ya ‘köpek insanı ısırırsa haber olmaz, insan köpeği ısırırsa haber olur’, artık sağlık çalışanına yönelik şiddet sadece bir hekim, bir çalışan öldürülürse haber oluyor.
Sağlıkta şiddet konusunda çok şey söylendi, çok şey yazıldı ama çok az şey yapıldı, yapılıyor. Örneğin, 17 Nisan 2012’de Dr. Ersin Arslan’ın öldürülmesinin ardından Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı genelgeden kaçımız haberdarız? Bu genelgede sağlık kuruluşlarında şiddet olaylarına yönelik risk analizi ve analiz sonuçlarına göre düzenleme yapılması öngörülmekte.
Ancak uygulamaya geçen etkili herhangi bir düzenleme olmadığı gibi, yöneticilerin sağlık çalışanlarının güvenliğini önemsediğine dair halka da hiçbir mesaj verilmemiştir. Onun da öncesinde, yine Sağlık Bakanlığı tarafından, artan şiddet olaylarına bir yanıt olarak başlatılan ‘Emeğe Saygı Şiddete Sıfır Tolerans’ kampanyasının olumlu herhangi bir sonuç verdiğini söyleyebilir miyiz?
Meslektaşımız Dr. Fikret Hacıosman’ın öldürülmesinin ardından bazı kurumlarda psikiyatri polikliniklerine alelacele kamera takılması, bazı güvenlik görevlilerinin ellerine metal dedektörlerinin tutuşturulması; fotoğrafçılardaki o hep gördüğümüz yemyeşil bir orman ya da bir deniz kenarı arka plan görüntülerinden farklı bir his uyandırmamakta… Çünkü anlık tepkilerle görüntü ne kadar değiştirilmeye çalışılırsa çalışılsın, gerçekler olduğu gibi ortada.
Artık ne yazık ki kanıksadığımız şiddet olaylarının bir sarmal halinde dönüp durmasının, bildiğimiz belli başlı sebepleri var. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın 2000’li yılların başlarından itibaren uygulamaya koyduğu değişikliklerle şiddet olaylarındaki artışın paralelliği pek çok çalışma ile gösterilmiştir.
Hekim-hasta arasındaki ilişki ‘müşteri memnuniyeti’ ile, tedavi hizmetleri ise hastaların taleplerinin ne kadar karşılanabildiği ile değerlendirilmeye başlanmıştır. Hastalarda, sadece sağlık sisteminin bütün sorunlarının değil, neredeyse yaşamın her alanındaki sıkıntılarının muhatabı hekim olabilirmiş gibi bir yanılsama yaratılmıştır.
Uğradıkları sistematik itibarsızlaştırma ile hekimler, öfkenin yöneltilebileceği bir hedef haline gelmiş, getirilmiştir. Yöneticilerin sağlık çalışanlarına verdiği önem halka olması gerektiği şekillerde değil, performans ödemelerindeki gerçeği yansıtmayan düzenlemelerle duyurulmaktadır. Öyle ki sırça köşklerde yaşadıkları imajı yaratılan hekimler, maddi zorluklarla boğuşarak onları sırça köşklerde yaşatan halkın (!) her istediğini yapmak zorundadır, yapmazlarsa da bedelini öderler.
Şiddet sarmalının bir ayağı da elbette ki toplumsal şiddet olaylarının artışı ile ilgilidir. Bu bağlamda, kimilerince anlaşılması güç görünse de sağlık alanındaki şiddeti, kadına, çocuğa, dezavantajlı gruplara yönelik şiddetten ayırmak mümkün değil. Suçun hak ettiğince ceza almayacağının bilinirliği, şiddetin bir çözüm yolu olarak görülmesini pekiştirmektedir. Aslında aradığı çözümü sistem içerisinde bulamayan kişinin, şiddete neredeyse methiye düzülen bir toplumda, ‘kendinden olmayan’ şeklinde benimsetilen ve hedef haline getirilen hekime tetiği çekmesi ya da kaldırım taşını fırlatması sadece an meselesidir.
Yapılması gerekenlerle ilgili çaba harcayan, çözüm yolu arayan çok meslektaşımız var. Türk Tabipler Birliği’nin bu yıl içerisinde düzenlediği bir toplantıda çözüm önerilerinden sadece birkaçı, Sağlık Bakanlığı içinde şiddete karşı çalışma grubu kurulması, hekimlerin çalışma koşullarına iyileştirme getirilmesi, performans sisteminin gözden geçirilmesi, hekim randevu sisteminin ve muayene sürelerinin yeniden düzenlenmesi, sağlık alanında şiddeti kışkırtan yayınlara, söylemlere müdahale edilmesi. Ve elbette yıllardır hazırlanıp sunulduğu halde bir türlü yürürlüğe giremeyen Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı’nın artık etkin bir şekilde ele alınması. Çözüm yolları hakkında bu kadar zamandır bu kadar görüş üretilmişken bir arpa boyu yol kat edememişsek eğer, herhalde ‘Neden?’ diye sormamız gerekiyor.
Son olarak, hekime şiddetin bizde yarattığı tüm duyguları dile getirdik mi diye düşündüğümüzde, bir eksiklik gözümüze çarpıyor. Öyle bir eksiklik ki, şiddetin belki de en önemli sebeplerinden birini, yokluğuyla doğruluyor. ‘…. Ağaç demiş ki baltaya, sen beni kesemezdin ama ne yapayım ki sapın benden. Bak şu ağacın bilincine sen, ölen ben, öldüren benden…’ Hastalarımıza soruyoruz, ‘Biz ne zaman birbirimize taraf olduk?’… (EKN)