Eskiden beri kentlerin doğası gereği bünyesinde barındırdığı insanlarla birlikte yaşamanın hukukunu içselleştirmesi ve "hemşehrilik" bilincinin kök salmasını yürekten arzu edenlerden olduğumu beni tanıyanlar bilir. Bu mealde çokça yazdığımı ve konuştuğumu da en azından ben bilirim.
Bu sebeple kent adına yürütülen politikaları da işleri de yetebildiğim kadarıyla izlemeye çalışırım. Bu durum sadece yaşadığım şehir Diyarbakır için değil, diğer şehirler için de, isterse dünyanın ücra bir noktasındaki şehirler için de geçerlidir.
Mesela sırf bu sebeple 1999 yılında İtalya'nın Toskana'sında minik Chianti şehrinde başlayıp sonra dalga dalga yayılan "Citta Slow" yavaş şehir hareketi de beni ziyadesiyle ilgilendiriyor.
Hızla yayılan yavaş şehirler için çok haklı olarak Bra'nın Belediye Başkan Vekili Bruna Sibille diyor ki; "Müzelerin içinde yaşamak istemiyoruz. Tek istediğimiz modern ile geleneksel arasında, kaliteli yaşamı destekleyen bir denge oluşturabilmek."
Bu manada İstanbul'da Roman-Çingene nüfusunun yaşadığı bölgelerde uygulanan kentsel dönüşüm, yine Ankara'nın kimi bölgelerinde uygulanan kentsel dönüşüm politikaları; batıda örnekleri görülen bu yavaş şehirlere ne kadar zıt diyesim geliyor.
Şimdi buradan Diyarbakır'da bir süredir devam edegelen ve Ankara merkezli bir resmi ve sistem projesi olarak yürüyen, belediyeler ve yerel dinamikler dâhil yerel hiçbir tepkiyi dikkate almayan bir "uygulamaya" değinmek istiyorum.
Dikkat edilirse İstanbul ve Ankara gibi metropollerde Büyükşehir Belediyeleri üzerinden yürüyen "kentsel dönüşüm" uygulamaları muhtemelen sisteme muhalif Demokratik Toplum Partili bir belediyenin işin başında olması ve sivil toplum örgütlerine de sistemce söz geçirilememesi nedeniyle Diyarbakır değil, Ankara üzerinden yürüyor.
Kentin en azından 60 yıldır hemen surların dışında ve Dicle vadisi ile Üniversiteye bakan yatay bir kuşağı üzerinde eski şehir sur içine yürüyüş mesafesinde bir konumdadır Hastahaneler Bölgesi.
Epey bir zamandır Eski Numune Hastanesi diye tabir edilen Devlet Hastahanesi, SSK'nın Sigorta Hastahanesi, Göğüs Hastahanesi, Çocuk Hastahanesi, Doğum Hastahanesi, Asker Hastahanesi, Dağkapı Sağlık Ocağı ve Sağlık Müdürlüğü. Bir öbek gibi birbirine sırt vermiş bir konumda Hastahaneler Bölgesi diye tabir edebileceğimiz bölgede halka hizmet veriyorlardı.
Ne olduysa oldu? Ve son bir kaç yıldır gizli bir el tarafından Ankara'dan gelen yazılarla birer birer bu hastanelerin kapısına kilit vurulmaya başlandı. Önce 450 yatak kapasiteli SSK hastanesinin kapısına kilit vuruldu. Sonra 140 yataklı Göğüs Hastahanesi kapatıldı. Şimdi de sırada Devlet Hastahanesi var.
Diyarbakır Devlet Hastahanesi 625 yatak kapasitesi ile bir milyonun üzerindeki nüfusa hizmet veren bir bölge hastahanesi konumunda. Son dört yıl içinde "daha iyi hizmet versin" diye hastahaneye 15 milyon lira para harcandığı rakamlarla sabit.
Devlet Hastahanesinin "çok iyi hizmet verdiği" müfettiş raporları ve yetkililerce de sabitken bir kararla şehrin 13 kilometre dışında yeni yapılan bir Araştırma Hastahanesini adres gösterip eski hastaneyi kapatmanın hiçbir inandırıcı tarafı yok.
Şimdi bu noktadan yola çıkarak özellikle Diyarbakır gibi tarihi ve kültürel miras açısından hayli zengin şehirlerin kent ticari rantiyesi açısından sağlık, eğitim dâhil aklına gelen her mekânı, konuyu, kurumu kapitalize edenlerin ağzını sulandırdığı bir gerçek.
Bu ruhsuz şürekânın hiçbir yerinde maalesef insan, hele hele güvencesi kısıtlı veya sosyal güvencesi olmayan insan, maalesef yok. Devletin sağlık kurumlarını birer birer rantiyecilere peşkeş çekmek için kapatanlar, bağırsalar duyulacak mesafedeki noktalarda otopark ve hizmet kalitesi açısından bile hiç de uygun olmayan mekânlara özel hastane izni vermekten çekinmemekteler.
Dünyada "yavaş şehirler" konuşulur ve hayat bulurken, yavaş şehirlere en iyi altyapı oluşturabilecek ve yeni düzenlemelerle rehabilite edilebilecek Diyarbakır gibi şehirleri bu şekilde sağlığı, eğitimi özelleştirerek devletin sağlık kurumlarını da fiziki olarak ulaşımı zor alanlara "sürmek" en hafifinden düzen bozuculuktur.
Açık ve net söyleyeyim. Diyarbakır Hastahaneler Bölgesi "Kentsel Dönüşüm" uygulamaları adı altında henüz telaffuz edil(e)mese de şimdiden lüks oteller ve hizmet sektörü bölgesi olmaya aday gösteriliyor.
Bir süredir anılan bölgeye komşu parsellerde yer kapıp zincir otellerle anlaşma yapan iş dünyası mensuplarının adları sıkça telaffuz ediliyor bile. Böyle giderse boşaltılan hastanelerin arsaları devlet tarafından iş dünyasına parsellenmeye amade gibi...
Hastalığını da tedavisini de anılan hastanelerde yaşamış, çokça dostun sağlığını sormaya gitmiş, çocuklarımın, yeğenlerimin doğumuna tanıklık ettiğim eski ve anı yüklü hasthanelerimin rantiyecilere peşkeş çekilmesini kentli bir aydın olarak hazmedemiyorum. Eminim bu çığlığın kentte epeyce bir zamandır protestolarla taban bulan örgütlü sesine de kulak verilir...(ŞD/EÖ)