Yönetmenliğini Cem Kaya'nın üstlendiği 2022 yapımı film, 23 Eylül'de vizyona girdi. Kaya belgeselinde Almanya'ya göç etmiş Türkiyelilerin yabancı bir ülkede kendi müzik kültürlerine tutunarak yaşamalarını ve o müziği dönüştürmelerini aktarıyor. Çoğunlukla arşiv görüntülerinden ve söyleşilerden oluşan belgesel, Almanya'ya göçün başladığı 1950'li yılların sonundan 2000'li yıllara kadar göçmenlerin gidişini, yaşanan küresel ve politik krizleri, Almanya'nın birleşmesi vb. toplumsal olayları da odağına alıyor. Filmde tüm bu toplumsal ve tarihsel arka planda yüz binlerce göçmenin gurbette kendilerine ait bir müzik endüstrisini nasıl yarattığını ve bundan nasıl beslendiğini görmek mümkün.
Türkiye'de gurbetçi Almanya'da gastarbeiter
1950'lilerin sonunda İstanbul. Taksiciler bas bas bağırıyor: "Almanya, Belçika yolcusu kalmasın." Daha sonra ise trenlerden sarkan insan başları, trenlerin ardında ağlaşanlar... Almanya işçiye ihtiyaç duyuyor. Çoğunluğu erkek olan grup bir umut Almanya'ya gidiyor.
Almanya'nın da taşı toprağı altın. Tıpkı İstanbul gibi. Çok geçmeden hayal kırıklıkları sökün etmeye başlıyor. Almanya'da terk edilmiş eski binalarda kalabalık dairelerde yaşayan, en düşük ücreti alan ama memleketinde kendisinden hediyeler beklenen, artık Avrupalı sayılan insanlar. Adları çabuk değişiyor. Türkiye'de gurbetçi Almanya'da gastarbeiter (misafir işçi). Misafir oldukları daha en başından isimleriyle vurgulanıyor. Onlar da zaten biraz para kazanıp memleketlerine döneceklerini sanıyorlar. Misafirlik uzadıkça yürek sızısı artıyor, Almanya hasretin bekleme odası oluyor.
"Alamanya, Alamanya, Türk gibi işçi bulamanya"
En düşük maaşa en kötü koşullarda yaşamak, Almanyalılar tarafından dışlanmak en çok karşılaştıkları tutum olan gurbetçiler, memleket hasretine dayanmanın yolunu müzikte buluyorlar. Belgesel de gurbetçilerin gurbete müzikle karşı koymalarının hikâyesini aktarıyor. 1960'lı yıllarda Türkiyelilerin biraz eğlenmek için davet ettiği âşıklar, müzisyenler ve odalarda yapılan küçük müzik toplantıları bu göçmen müzikal kültürün başlangıcını oluşturuyor.
İşçilerin ardından Almanya'ya giden ve belgeselde o dönemi aktaran Âşık Metin Türköz, Türklerin yaşadıkları zorlukları yaptığı müziğe taşıdığını ifade ederken plaklarının milyonlar sattığını da belirtiyor. Belgeselden en çok akılda kalan parçalardan biri de Türköz'e ait: "Alamanya, Alamanya, Türk gibi işçi bulamanya."
Almanyalılara seslenen ve şikâyet özelliği de taşıyan bu türküleri onların da anlayabilmesi için bir dönem boyunca aşıklar yarı Türkçe yarı Almanca seslendiriyorlar. Ardından 1960'ların ortasından itibaren Köln Bülbülü olarak anılan Yüksel Özkasap'ın plaklarının neredeyse beş milyon satması ve şarkılarında memleket hasreti, gurbet temalarını işlemesi artık yavaş yavaş melez bir müziğin doğuşuna sebep oluyor.
Almanya kazara bir göçmen ülkesi oluyor
Altmışlı yıllar bir ülkeyi keşfetme yılları olurken 1970'ler petrol krizinin, politik çatışmaların ve işçi grevlerinin gölgesinde geçiyor.
Türkiyeli göçmenlerin bu dönemdeki en büyük dertleri en temel işçi haklarına sahip olmak. Almanya'da Türk işçilere karşı başlayan ırkçı söylemle birlikte "Onların yerine neden Yunan ve İtalyan işçileri almadık" sorusu da açık bir şekilde sorulur oluyor. Bu dönemin en büyük kazanımı ise işçilerin kolektif mücadelesiyle alınan haklar.
80'li yıllarda ise Almanya artık kazara bir göçmen ülkesi olduğunu sindirememişse de bu durumu kabullenmiştir. Türkiyeliler ise kendi müziklerini dinleyebilecekleri gazinolar ve düğün salonları açmış, Türkiye'den ünlü müzisyenlerin geldiği turneler organize etmeye başlamışlardır. Bu sırada Almanya'da sürgün hayatı yaşayan ve kariyerini yeni baştan inşa etmeye çalışan bir isim vardır: Cem Karaca. Belgeselde arşiv görüntüleri aracılığıyla Almanya yıllarına tanık olduğumuz Karaca, Almanca söylediği şarkılarıyla hem Türkiyeli göçmenlerin dertlerine tercüman olur hem de bunları Almanyalılara anlatmaya çalışır. Karaca bir şekilde kendini yeniden var edip Almanya'daki müzik sektöründe yer bulsa da memleket hasreti ağır basar ve ne pahasına olursa olsun Türkiye'ye geri döner.
Seksenlerin sonundaki en önemli gelişme ise elbette ki Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesi. Seksenlerin sonundan itibaren bu politik gelişmeyle ırkçılık daha çok yükselecek, kundaklamalar ve fiziksel saldırılar daha da yaygınlaşacaktır. Kaya bütün bu dönemleri haber, televizyon arşivi kayıtlarıyla aktarıyor. Albüm kapakları, fotoğraflar, afişler, pikap ve kaset görüntüleri bu müzik kültürünü anlamamızı da bir yandan kolaylaştırıyor.
Artan ırkçılık müziği de protest bir noktaya taşır. Göçmen gençler arasında rap gibi müzikler yaygınlaşır. Kartel, Muhabbet vb. gruplar bu dönemdeki politik atmosferin de ürünü olarak ortaya çıkıyor. 1960'lardaki kültürler arasındaki duvarlar da 2000'lerde yıkılmıştır artık. Almanyalılar ve ülkedeki diğer azınlıklar müzikal anlamda birbirlerinden beslenir.
Tarih ilerliyor ama sabit kalan tek bir şey var: Irkçılık
Altmış yıllık bir sürece doğrudan tanık olan ve belgeselde bu dönemi değerlendiren anlatıcılardan biri ise bütün bu kültürel ve toplumsal süreçlere dair şöyle bir cümle kullanıyor: "Tarih ilerliyor ama sabit kalan tek bir şey var: Irkçılık."
Kaya'nın çoğunlukla arşiv görüntülerinden yararlanarak ve tanıklıklara yer vererek biraz muzipçe aktardığı bir göç tarihi de sayılabilecek filmi, aslında popüler kültürün dönüşümünün de bir kayıt tutanağı.
(ED/AÖ)