Harun Turgan’la, Viyanalı şair Hüseyin Şimşek’in bir şiir kitabının söyleşinde tanıştım. Etkinliğe sonradan gelip sessizce kapının yakınında bir yere ilişip, öylece oturduğunu anımsıyorum. Konu (serbest) nazma geldiğinde birden söz aldı ve Viyana’da pek rastlanmayan bir incelik ve bilgelikle konuşmaya başladı. Şaşırdım sadece. İlgim ister istemez anlattıklarından şahsına kaydı. Toplantı sonunda adının Harun olduğunu söyleyen bu kişiye dair merakımı, kısa bir sohbetten sonra bir bira içmeyi teklif ederek gidermeye çalıştım, bira olmadı, ama merakım da zaten hiç giderilemeyecekti.
İkinci karşılaşma çeviri akşamlarımızdan birinde oldu. O akşam benim Franz Josef Czernin’in “sonett, auch mit narziss” adlı şiirinden yaptığım çeviri tartışılacaktı. Daha en başta şiirde çözemediğim bir soruna getirdim soruyu: Şiirin başlığındaki “narziss” Türkçeye nasıl çevrilecekti? Nergis desem Narkissos, Narkissos desem nergis anlamı yitecekti. Ben aslında Narcisse demek istiyordum, her iki anlam da salınsın diye ama bu da Türkçe değildi. Harun beni ipten aldı. Türkçenin bu kavramı Ovid’den yapılan çeviriyle tanıdığını ve o çeviride de Narcisse sözcüğünün kullanıldığını söyledi. Tarihsel olarak böyleydi. Sorun çözülmüştü, ama nasıl bir adamdı bu?
Tabii peşini bırakmadım; Harun benim İstanbul’a geldikçe buluştuğum, macerasını merak ettiğim, görüşlerinden etkilenmeye çalıştığım insanlarımdan biri oldu. Ama sonrasında başka bir duygunun geliştiğini fark ettim. Konuşmalarımızı son derece yalın ve temel pozisyonlara çekiyor, dünyayı oralardan, tüketici ve tükettirici düşüncelerin yükünden arındırılmış açılardan görmeye ve göstermeye çalışıyordu. Mutlaka ki o yalınlık, karmaşık bir bakışla gelinebilen bir yerdi. Bunu da çaktırmadan yapıyordu üstelik, muhtemelen kendine de çaktırmadan.
İnce düşünceliliğini ve zarafetini asla yitirmedi. Bundan da öte onunla karşılaşma ve konuşmalarımız bana kirlenmişliğimi fark ettirirken buluşma sonra ayrılışlarımız hep bir arınma duygusu verdi. Orada öyle bir arınma istasyonu gibiydi Harun. Sade yurttaş olmanın hassas dengesini, öne çıkmamanın nasıl da öne çıktığını, düşünen bir eylemci olmanın nasıl bir tutarlılık gerektirdiğini, ısrarla “son kişi” olmanın erdemini ona baktıkça anlamaya çalıştım. Satrançta birkaç hamle ilerisini gören üstatlar gibi kavrayışımın dışındaki pencerelerden de baktığını hissettim hep. O pencereleri ancak sonradan ve nadiren fark edebilsem de, bu bilemediğime saygı duyup temkinli olmayı çabuk öğrendim.
Sonra aniden eli arkadan kelepçelenmiş bir halde fotoğrafı düştü sosyal medyaya. Birkaç saat içerisinde serbest bırakılır derken tutuklandı. Oradan geçerken gördüğü eyleme uğrayan Harun, o sırada yanında bulunan Bülent Uyguner’le birlikte tutuklanmıştı. Siyasi görüşüne yakın olmadığı, hatta muhtemelen uzak olduğu halde, yol üstünde gördüğü bir gösteriyi, sırf öyle olduğu, yani siyasi bir gösteri olduğu, bir ifade özgürlüğü eylemi olduğu için kısa bir süreliğine de olsa fiziksel varlığıyla desteklemeye karar verdiği için tutuklanmıştı. Oysa Harun’u Filistin’e destekten Cumartesi Annelerine kadar geniş bir yelpazede birçok ve farklı eyleme destek olmak için fiziksel varlığıyla orada bulunurken görürdünüz. Sakin duruşuyla hepimizin orada olamayışının açığını kapatmaya çalışır, varoluşunuzun olamadığınız yönünü gösterirdi bize. Bu yüzden mi cezalandırıldı?
Türkiye’nin kaba, hoyrat ve acımasız siyasi pratiğinde görülemeyen, duyulamayan, ya da ancak kendinizi o hoyratlıktan uzaklaştırmayı başardığınızda görebileceğiniz bir azizdir o. Alçak sesle, hatta sessizce, tahakküm kurmadan, en doğrusunu bilen kişi olmadan konuşan; haklı çıkarsa kendini bozan, haklı çıkarsanız mutlaka bir ama’sı olan bu insan, bir süredir içerde. Daha birçokları içerde. Böyle, bir yazıyı, sıfatları, betimlemeleri dolu dolu yazabileceğiniz kaç kişi var hayatlarımızda?
* Turgut Uyar çıktı aniden karşıma (“Paramparça” / Toplandılar):
kırmızıyım ve durmadan ufalanırım
ergin bir yaz gününde sımsıcakta
harun ne kadar iyi bir adam bilmez miyim
sımsıcak ve paramparça
yani paramparça
Harun içerde, biz dışarda, ben çok dışarda, paramparça, hepimiz, yine de sımsıcak. (EA/AS)