Levanten’leri konu alan bir belgeselin çekimi için İstanbul’da bulunan genç ve güzel yönetmen babamı büyülemişti.
Avrupa’nın kayda değer ARTE kanalının katkılarıyla çekilmekte olan belgesel, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki, bilhassa azınlıklara yönelik tatsız hadiselere rağmen Levanten’leri bu topraklarda tutanın ne olduğuna dairdi.
Görme ve duyma bozuklukları bir yana, 90’ını aşmış ve demans işaretleri vermiş babam konuştukça coşuyor, belgeselde kullanılma ihtimali olmadığını bilmediğinden Mussolini iktidarı sırasında Beyoğlu’ndaki faşizm içerikli eğitimden gururla bahsediyordu.
Dünyanın neresinde olursa olsun milliyetçiliğin kötü bir şey olduğunu çoktan idrak etmişti gerçi, lakin çekici bir kadının sanki yıllarca beklenmiş kamerası karşısında mümkün mertebe velut olmaya çalıştıkça rezil oluyordu.
İtalya’daki faşist iktidarın İstanbul’daki temsilcilerinin bilhassa Tophane civarındaki İtalyan okullarıyla genç beyinleri nasıl tesir altına aldıklarının yaşayan bir örneğiyle, takriben 84 sene sonra karşı karşıyaydık. Giydirilen üniformanın detaylarından disiplinli şekilde yaptırılan jimnastik hareketlerine, ezberletilen marşlardan anavatana duyulan derin bağlılığa, o ana kadar duymadığım birçok detaya vâkıf oluyordum.
Maziye dalmak suretiyle yapılan hafıza sondajlarının yaşlıları fazlasıyla yorabildiğini bilen biri olarak ben, bir saati çoktan aşmış görüşmeyi nazikçe kesmeyi münasip görmüştüm.
Çoğu azınlık ferdi gibi, karşısında samimiyetle ve korkusuzca konuşamadığı kamera çalışmaz olduğunda, mikrofonun sesini hâlâ kaydettiğinden bihaber, yönetmenin işine yarayabilecek bir iki şeyi belki söyleyebilmişti…
Yaşanası diyarın puslu geçmişi
Ya Türkiye’nin kabul etmesiyle NATO’ya yeni girebilmiş “demokratik” Finlandiya’nın mazisinde, faşizmi aratmayan metotlarla çocukların beyinlerinin yıkandığı döneme ne demeli?
Rusya İmparatorluğundan kurtulup bağımsız bir ülke haline gelebilmiş Finlandiya’da 1.Cihan Harbi’nden Nazi Almanya’sıyla müttefik olduğu 2.Cihan Harbi’nin sonuna kadarki dönemde milliyetçi propaganda almış yürümüş, vatan ve tanrı aşkına çocukların hayatlarını feda etmesi “normal” olarak empoze edilmişti.
"Harp ve Sulh Çocukları (Sodan ja rauhan lapset/Children of war and peace)" adlı belgesel Mussolini’nin propaganda makinesi Istituto Luce’nin filmlerini aratmayan arşiv görüntülerini akıcı bir ritmle sıralıyor.
Uluslararası Rotterdam Film Festivali ve DocPoint Helsinki Belgesel Film Festivalinde gösterilmiş olan 2024 Finlandiya yapımı Ville Suhonen imzalı 65 dakikalık filmin 22 Marttan itibaren ülkesinde genel gösterime girmesi bekleniyor.
Milliyetçiliğin bir hastalık gibi tüm gezegene nasıl yayılmış olduğu ve kolaylıkla faşizme evrildiği bir kez daha gözümüze sokulurken genç beyinlerin manipülasyonla nasıl canavarlara dönüştürülmek istendiği de detaylarıyla teşhir ediliyor.
“Ağaç yaşken eğilir” mi?
Gayet sert bir eğitimle yetiştirilmesi istenen çocuklara yönelik icraat bebeklikten başlıyor; programlı emzirme dışında bebek ağladığında annelerin hislerini bir tarafa bırakmaları ve bebeği fazladan emzirmemeleri talep ediliyor; bu sayede bebeklerin zamanla ihtiyaçlarını unutmayı öğrenecekleri söyleniyor.
“Babam nerede?” diye sorduğunda çocuğa, “Ailesi ve vatanı için çalışıyor” denmesi gerektiği hatırlatılıyor.
Çocuklara yönelik olarak, “Kendinden önce evini sev, annenin onurunu sev, babanı sev, ama her şeyden önce Finlandiya’yı ve Tanrı’yı sev” öğretisi de siyah-beyaz görüntülerden müteşekkil estetik filmde yer alan incilerden.
Dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı daima teyakkuzdaki bir memlekete korku hâkim oldukça millî savunma refleksleri eğitimin de ayrılmaz parçası haline geliyor.
Din görevliğinden parlamenterliğe terfi etmiş Elias Simojoki Finlandiya Parlamentosu’nda 1934 yılında yaptığı konuşmada eğitimciler ve ebeveynlere hoyratça sesleniyor:
“Çocuklara silah verin, okul müfredatına silah kullanma eğitimi dahil edilsin… Çocuklar bunu istiyor çünkü sizin için kanını akıtacak olanlar onlardır; bu gençler sizin için hayatlarını feda edecektir!”
Sulh dönemlerinde küçücük çocukların harbe hazır şekilde bekletilmesi hayatlarını ister istemez etkilememiş midir?
Vatanseverlik bu mudur?
Filmde arşiv görüntüleri dönemin radyo programları, fotoğraflar, kitap ve dergilerden alıntılar ve birebir propagandaya yönelik kurmaca film sekanslarıyla harmanlanıp mümkün olduğunca geniş ve inandırıcı bir spektrum çerçevesinde aktarılıyor.
Günümüzün fiziksel gücünü mümkün olduğunca az kullanan, tembelliğe ve mütemadiyen hizmet almaya alıştırılmış bedenlerinin aksine, Finlandiya’da çocukların sağlıklı bir şekilde büyüyüp güçlü fiziğe sahip olmaları ve mücadele kapasitelerini yükseltebilmeleri için izciliğe yönlendirildiğine de şahit oluyoruz.
Her an tekrar işgal edilme endişesiyle yaşanan Finlandiya’da model uçak yarışmaları tertiplenerek çocukların bu sayede havacılığa heves etmeleri isteniyor, vatan için mümkün olduğunca çok kişinin istikbalde havacılığa merak salması arzulanıyor.
Çocukluğun ilk yıllarından itibaren Finlandiyalılar’ın evde, okulda, üniversitede ve genel olarak tüm ortamlarda tek bir tutkuyla dolu olmaları isteniyor, o da: “Anavatan”.
“Yaşlı ve güçsüz olmak mı, vatan için genç ölmek mi?” suali de enteresan…
“Tanrı’nın takdiri, savaşa katlanacağız” filmde aşina olduklarımızdan…
Ya o zamanların Aile Federasyonunun öncülüğünde telaffuz edilmiş “Çocuk yapın, 6 tane” telkini nasıl?
Bir de küçücük oğlanlar talim için yollandıkları karanlık siperlerden çıkarken gözyaşı döktüklerinde klasik geyik: ”Erkekler ağlamaz!”
Coğrafyamız ve tüm gezegende savaşlar sürerken erkekler dahil, herkes daha çok ağlar…
(Bu arada, Fince ile Türkçe’nin aynı dil ailesinden geldiği tezi çürütülmemiş miydi?)
(RL/EMK)