Ancak bu tartışmaya girmeden önce, üzerinden atlanmaması gereken bir yapısal meseleye değinmek gerekir: Modern toplumların -ki modern toplum deyince kapitalist-patriarkal toplumu anlıyorum- temel dayanaklarından birisi, toplumsal cinsiyet yüklü bir özel alan / kamusal alan ayrımı.
Başka bir deyişle, cinsiyete göre bölünmüş ve tanımlanmış iki alan belirlemek mümkün bu toplumlarda. Özel alan, kadınların çeşitli görevlere mahkum edildiği ve onlarla özdeşleştirilen ve değersiz sayılan alan. Buna karşılık kamusal alan ise erkeklerle özdeşleştiriyor ve özel alan karşısında değer yükleniyor bu alana.
Hem yurttaş hem anne ve eş
Yurttaşlık esas olarak insanların kamusal alandaki ilişkilerini düzenleyen bir kategori. Yurttaşlık kategorisi ayrıca, bireyleri farklılıklarından soyutlayan, soyut bireyi temel alan bir kategori. İşte kadınların bu soyut bireyler kategorisine dahil olmaları hep problemli olmuş.
Çünkü kadınlar hem yurttaş, ama hem de özel alandan gelen somut kimlikleri var; kadınlar aynı zamanda hem anne ve eş. Tarih boyunca ne zaman kadınlar yurttaş kategorisine tam olarak dahil olmaya çalışsalar, özel alandaki farklılıkları, anne ve eş kimlikleri karşılarına dikilmiş. Kadınların erkekler gibi, erkekler kadar soyut ve özerk bireyler olmadıkları ortaya çıkmış.
Yurttaşlık kategorisinde içkin olan bu asimetri yüzünden, kadınların özel alanda kurulan bu farklılıkları yüzünden, kadınların eşit yurttaş olma talepleri ancak özel ayrıcalıklarla, pozitif ayrımcılıkla karşılanabilmiş.
Siyasetten dışlanmaya karşı özel önlem ve stratejileri tartışmamızın nedeni de bu yapısal asimetri. Kadınların yurttaşlığı meselesi uzun teorik tartışmalara yol açabilecek bir mesele.
Bu konuyu sadece şunu belirterek geçeceğim: Toplumsal cinsiyet yüklü bir özel / kamusal ayrımın ve buna bağlı olarak toplumsal cinsiyetin ortadan kalkması, kadın kurtuluş mücadelesinin ayrıcalıklı bir hedefi.
Tartışırken bunun bir perspektif, bir ufuk olarak göz önünde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Kısacası varsayımım şu: Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet yüklü bir özel / kamusal ayrımı sabit ve kalıcı kategoriler değil; böyle alınmaları uzun vadeli hedefleri çeleceği için sakıncalı.
Adalet ve eşitlik argümanı
Kadınların seçilmiş kurullarda, meclislerde mevcut durumun ötesinde varlık göstermeleri gerektiği genellikle üç temel argümana dayandırılarak savunuluyor. Bunlardan ilkinin adalete dayalı argüman olarak adlandırmak mümkün.
Deniliyor ki, kadınlar nüfusun yarısını oluşturduklarına göre, parlamertolarda da bu orana uygun bir oranda temsil edilmeleri adalet, eşitlik gereğidir.
Kadınların parlamentodaki oranının toplamdaki oranı, seçilenlerin oranının seçenlerin oranını yansıtması gerekir. Bu argüman, örneğin Fransa'da anayasayla sağlanmış yüzde 50'lik bir oran talep eden siyasal temsil eşitliği (parite) hareketinin başvurduğu argüman. Türkiye'de KADER'in kullandığı argümanlardan biri de yine bu.
Tam bir masedilme
Bu tür savununun bence çeşitli teorik ve politik zaafları var, Bunlardan ilki şu: Bu us yürütme biçiminin, toplumsal cinsiyete, yani ezilen bir toplumsal grup kategorisine başvurmadan, soyut yurttaşlık kategorisi ya da temsili demokrasi çerçevesinde kalındığı sürece tutarsızlıktan kaynaklanan bir zaafı var.
Çünkü temsili demokrasi, sosyolojik özelliklerin temsili değil, soyut bireylerin yerel - bölgesel temelde temsili demektir. Dolayısıyla temsili demokrasiyi ve soyut yurttaşlık kategorisini sorgulamadan, kadınların kadın olarak temsil edilmesini talep etmekte bir çelişki vardır. Bu demokrasiye kadınlar basit bir biçimde eklemlenemez. Bu demokrasi, yasamada kadınlarla erkeklerin sayısı eşit değil diye eleştirilemez.
Bu argümanın bir başka versiyonu ise şu: "Kadınlar, bütün mesleklerde olduğu gibi politikada da erkeklerle eşit bir oranda var olabilmelidirler." Bu kez politika herhangi bir meslekmiş gibi ele alınıyor, politikanın içi boşaltılıyor. Oysa feministler olarak, insanların kendi kaderleriyle ilgili kararlara tam katılım hakkını savunma mevziisinden geri düşmemiz anlamında gelir bu tür politika tanımı.
Bunun özellikle politikanın seyirlik bir şey haline geldiği günümüzde tam bir masedilme anlamına geleceğini düşünüyorum.
Daha çok kadın mı, "ne için" kadın mı?
Bu argüman, ister bir kota ya da yüzde 50 oranında sandalye talebi biçimine bürünsün, ister KA-DER'in durumunda olduğu gibi partilerden bağımsız olarak kadınların desteklenmesi çağrısı biçiminde ortaya çıksın, apolitik ve içeriksiz. Somut bir program olmaksızın kadınlaran meclise daha çok sayıda girmeleri için mücadele, ister istemez, bu kadınların meclise ne yapmak için girecekleri sorusunu beraberinde getiriyor.
Programsız bir temsil mümkün mü? Bu kadınlar neden kadınların çıkarlarını, kadınlardan yana politikaları savunacak olsunlar? Sadece kadın olmanın kadınlardan yana politikaların savunulacağına dair bir güvence oluşturmadığının örneklerini bir kez daha tekrarlamak gereksiz. Buna karşılık denebilir ki, meclislerde kadın sayısının artması kadınlardan yana politikalar dile getirmeyi ve savunmayı kolaylaştırır.
Başka durumlarda buna "gönül indirmeyecek" kadınlar, kadın sayısı artınca üzerlerinde bu yönde bir basınç hissedebilirler. Ama o zaman da, bir program olmaksızın sürdürülecek politikalardan hangilerinin gerçekten kadınlardan yana olacağı tartışmalıdır.
Türbanlı kızların üniversitelerden dışlanması kadınlardan yana bir politika mıdır, değil midir? Program temelinde gerçek bir temsil söz konusu olmadığı sürece, kadınların meclislerdeki varlığı sembolik bir varlık, bir vitrin olmaktan öteye geçemez.
Kadınları savundukları görüşlerden bağımsız olarak, bir programla kendilerini bağlamasalar da, sadece kadın oldukları için destekleme çağrısında özcü bir anlayışın izleri var:
Kadın oldukları için kadınlardan yana davranacaklarını varsaymak, kadın olmayı sabitleştirilmiş bir kimliğe, tek tek bireylerin biyolojik varlıklarına indirgemek demek aslında. Kadınlığı toplumsal cinsiyet çerçevesinde değil bireyler temelinde tanımlamak anlamına gelir bu.
Kadın değerlerinin üstünlüğü argümanı
İkinci temel argüman ise, kadınların farklılığına, "kadın sesi"nin özgüllüğüne, kadın değerlerinin üstünlüğüne dayanıyor. Kadınların politikaya farklılık getireceği, politikayı olumlu bir yönde geliştireceği, politikayı olumlu bir yönde dönüştüreceği varsayımından hareket ediyor bu us yürütme biçimi.
Kadınların toplumsal pratiklerinin onları paylaşımcı, dayanışmacı, barışçı insanlar kıldığı savunuluyor. Bu da, erkeklerin rekabetçi, şiddet eğilimli, kavgacı tarzları karşısında kadın kimliğinin politikayı ıslah edeceğine ilişkin bir güvenin beslenmesine yol açıyor.
Her şeyden önce bunun olgusal olarak doğru olduğu çok kuşku götürür:
Kadınların şiddete, savaşa, hem de tam annelikleri yüzünden çok kolaylıkla mobilize edilebildikleri en azından son dönemde bu topraklarda çok görüldü. Kadınlar şiddet ve öfke duygularından arınmış değiller.
Sadece duygularını hangi vesilelerle ifade edebildikleri açısından farklı erkeklerden. Kendileri için değil ama, evlatları için, vatan ve millet için çok da kolay kadınları kullanmak. Kaldı ki, kadınların sindirilmiş oldukları için, kendilerini yok saymaya alıştıkları için edinmiş oldukları belirli davranış özellikleri varsa bile, ezilmenin, baskının, cinsiyetçi işbölümünün sonuçları olan bu özellikleri yüceltmenin kadınları bu rollere hapsetmek olacağı çok açık.
Bunları mutlaklaştırmak, kadınları mevcut konumlarıyla barışmaya yöneltmekten başka bir anlam taşımaz.
Kadınlar ezilmiş bir toplumsal grup oldukları için...
Benim de katıldığım üçüncü us yürütme biçimine gelince: Kadınlar ezilmiş bir toplumsal grup oldukları için, paylaştıkları ortak çıkarlar olduğu için, bu çıkarları ifade eden programlar temelinde kadınlar tarafından temsil edilmelidirler.
Toplumsal cinsiyeti hareket noktası olarak alan bu argüman aynı zamanda temsili demokrasinin sorgulanmasının da yolunu açar. Bu us yürütme biçimine dayanarak çeşitli stratejiler ileri sürülebilir. Bence doğru bir strateji ancak, uzun vadeli hedefimizi yani toplumsal cinsiyetin ortadan kalkması perspektifini göz önünde tutan, bu hedefe ulaşmanın yolunu şimdiden ören bir strateji olabilir.
Dolayısıyla, kadınların toplumsal cinsiyet temelinde temsilleri geçici ve dönüştürücü bir süreç olarak tasarlanmalı. Toplumsal cinsiyet temelinde temsil ancak böyle tasarlandığı ölçüde, kadınların siyasi temsilleriyle kurtuluşları arasındaki mesafe daralır.
Bu ne demek? Bu, erkek egemenliğini aşındırmaya, toplumsal cinsiyeti ortadan kaldırmaya yönelik feminist politikaların, programların meclislere taşınması için mücadele demek. Kadınların toplumsal cinsiyetleri dolayısıyla paylaştıkları çıkarları savunan politikaların meclislere girmesi için mücadele demek.
Kadın kurtuluş mücadelesiyle el ele
Öyleyse her şeyden önce toplumsal cinsiyetin varlığının ortaya konması, görünür kılınması gerekiyor. Bunun mücadelesi ise kadın kurtuluş hareketi. Demek ki, bu mücadele ile el ele giden bir strateji gerekiyor kadınların siyasi temsili konusunda.
Siyasi temsil bütünlüklü bir kadın kurtuluş mücadelesinin parçası olmalı. Böyle bir stratejinin bir ayağı kadınların ezilen bir toplumsal grup olarak kendi çıkarları doğrultusunda oluşturacakları programlarsa öbür ayağı da kendi öz örgütlenmeleridir: Kadınların bugünkü konumlarından yola çıkan ama toplumsal cinsiyeti kalıcı ve sabit görmeyen bir anlayış bu.
Kadınların öz örgütlenmeleri kanalıyla...
Bunun somut politik uzantıları neler olabilir? Belki de en ideal olanı, kadın kurtuluş hareketinin oluşturduğu programlar temelinde bu hareketten çikacak bağımsız adaylar; çıkarmak; yani feminist programları olan bağımsız feminist adayları meclislere sokmaya çalışmak... Bu durumda kadınların kendi öz örgütlenmeleri kanalıyla temsilcilerini denetlemelerinin de daha kolay olacağı açık.
Ne var ki, iki nedenle, partilerde alınacak kota vb. önlemler aracılığıyla meclise girmeye çalışmak daha anlamlı gibi görünüyor. Birincisi, mevcut siyasi yapılanmada bağımsız adayların ne kadar etkisiz olduklarını nehimiz biliyoruz.
Dolayısıyla, feminist talepleri programlarına dahil etmiş, kota vb. pozitif ayrımcılık önlemlerini benimsemiş, kadın kurtuluş hareketinden beslenmeye açık partilerden meclise girmek çok daha etkili bir yol.
Ayrıca, daha genel bir bakış açısından daha da gerçekçi bir yol:
Kadınların ezilen bir toplumsal grubun mensupları olmaktan kaynaklanan ortak nesnel çıkarları var; ançak kadınların başka toplumsal aidiyetleri de var: Sınıfsal, ulusal, ırksal, etnik kökene bağlı ve zaman zaman da dinsel aidiyetler bunlar.
Bu farklı aidiyetler, kadınların paylaştıkları ortak çıkarlarda ve savundukları politikalarda kırılmalara, genel politik tercihlerinde farklılıklara yol açıyor. Tek ve türdeş bir çıkardan söz etmek mümkün değil. Dolayısıyla da kadınlar farklı siyasal partilerle özdeşleşiyorlar.
İki ayaklı bir politika
Bu söylediklerim iki ayaklı bir politikayı ima ediyor: Bir yandan sözünü ettiğim türden partilere yönelirken, bir yandan da bağımsız kadın örgütlenmelerinin güçlenmesi için çalışmak.
İkincisi olmaksızın birincisi için güç bulmak olanaksız. Bu tür yapılardan ve onların ürettiği politikalardan beslenmeyen ve üzerinde bağımsız kadın hareketinin baskısını hissetmeyen karma partilerde hayatın ne kadar güç olduğunu hepimiz biliyoruz.
"Geçiş" anlayışına geri dönecek olursak. Bu toplumu biçimlendiren, toplumun yapısını belirleyen üç temel ezme-ezilme ilişkisi, egemenlik biçimi var. Sınıfsal ve cinsiyete dayalı egemenlik biçimleri evrensel; ulusal, ırksal ya da etnik kökene dayalı egemenlik biçimiyse evrensel olmamakla birlikte giderek yaygınlaşan bir nitelik taşıyor.
Bu üç ezilen toplumsal grubun, partilerde kota vb. yöntemlerden başlayarak toplumsal gruplar olarak temsilini savunmayı soyut bireylere dayalı temsili demokrasinin sorgulanması açısından da önemli olduğu kanısındayım.
Ne var ki, bu demokrasi biçiminin dönüşmesi toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi için mücadeleden koparılamaz:
Kadınların siyasal temsili için yürütülecek starteji, bir yandan ezilen toplumsal grupların ihtiyaçlarının öncelik taşıyacağı bir ekonomik ve toplumsal yapının, öte yandan da ev içindeki ve kamusal alandaki ilişkilerin köklü dönüşümünün hedeflendiği bir bütünlüklü geçiş perspektifinin parçası olmak zorunda.
Sembolik bir kadın temsilinin yarardan çok zararı var
Sözünü ettiğim bu üç argümandan ilk ikisinin uzantıları olarak oluşturulacak stratejilerle daha kısa sürede daha çok kadını temsili kurullara sokmak mümkün. Ama bu apolitik yöntemin bedeli orta ve uzun vadede daha ağır.
Apolitik ve sembolik bir kadın "temsili"nin yararından çok zararının olacağına inanıyorum. Kadınların siyası temsilini ucu kapalı bir perspektifle ve başka şeylerden ayırarak savunmanın bir uzantısı uzun vadeli hedeflerden vazgeçmek.
Ama bunun da ötesinde, kadınların siyasete katılmalarının önündeki toplumsal engeller olduğu gibi dururken bununla hiç uğraşmadan kadınların meclislere sokmaya çalışmak, elitizme, kadınların şimdi olduğundan da daha çok bölünmesine yol açmak demek. (GAS/FK)
* Gülnür Acar Savran'ın "Kadınların Siyasi Temsili" başlıklı panel'de yaptığı konuşma metni.