*Fotoğraf: Anete Lusina / Pexels
Hapsedilmenin de bir maliyeti var. Elektrik, su faturanızı ödemelisiniz, temiz su, hijyen malzemeleri, yakınlarınızla iletişim kurmak için telefon ve mektuplaşma gibi temel ihtiyaçlarınız için paranız olmalı. Dışardakilerle iletişim kurmanın en ucuz yöntemi de kart göndermek.
Fakat son zamanlarda “kartların her yerine yazıyorsunuz, mektup gibi, bunu zarfa koyup göndermelisiniz” diye itirazlar geliyor ki bu da kart göndermekten daha pahalı bir yöntem.
İkinci cezalandırma
Dolayısıyla çoğu mahpus dışardakilerle haberleşemiyor ya da göndereceği her mektup için birkaç kez düşünmek hesap etmek zorunda kalıyor.
Hapishane kapısında her hafta beklerken diğer mahpus yakınlarıyla paylaşımlarımızdan duyuyorum bunu ve annem Gültan Kışanak 2016’da ilk tutuklandığı dönemde annemle dayanışmak için anneme gönderilen posta pullarının da anneme çeşitli gerekçeler gösterilerek verilmediğini anımsıyorum.
Hemen herkes dışarıda birkaç aydır elektrik faturalarının yüksekliğinden bahsediyor ya cezaevlerinde de daha önce 80 lira gelen faturalar 200 220 lira gelmeye başlamış geçen bu süreçte.
Bir mini buzdolabı, bir su ısıtıcısı ve televizyonun çalıştığı küçücük hücrelerde bu yüksek rakamlar normal değil. Üstelik bu faturaları ödeyemeyince o hücrelerde elektrik kesildiğine dair de haberler yansıdı basına. Bu ikincil bir cezalandırma değil de nedir?
Yılda bir görüş için bile seyahat parası bulup, yakınlarını evlerinden kilometrelerce uzaktaki cezaevlerinde ziyarete gidemeyen insanlardan, mahpus yakınları sadece faturalarını ödeyebilsinler diye, ayda 200 lira göndermeleri bekleniyor. Derinleşen yoksulluk cezaevlerinde daha da derinleşiyor.
Örgüt üyeliği
Diyeceksiniz ki bu insanlara ekonomik destek sunulsun. Dayanışalım. Hapsedilmiş de olsa insanca yaşam koşulları herkesin hakkıdır. Ama hayır, bunu yapamazsınız. Hapishanede kalan birinin akrabası ya da arkadaş ziyaretçisi değilseniz, para yatırdığınızda örgüt üyeliğinden yargılanabilirsiniz.
Evet, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden buna dair haberler de geliyor. Bunun yasal dayanağını sorgulamak, bu eşitsiz ve adil olmayan düzenleme ya da uygulamayı sorgulamak ve bu haksızlığı değiştirmek için de mücadele etmek, insanca yaşam koşullarını herkesin hak ettiğini düşünen, eşitliğe ve adalete inanan her milletvekilinin, her hak savunucusunun yapması gereken görev ve sorumluluktur diye düşünüyorum.
Yaklaşık 6 yıldır her hafta hapishaneye gidip geliyorum ve her seferinde yüreğimde ve aklımda büyük yüklerle dönüyorum. Mahpuslar yoksullar. Çünkü zorunlu olarak ekonomileri başkalarına bağımlı.
Hapishanelerde kalan binlerce insan temel hak ve ihtiyaçlarından yoksun yaşıyor. Türkiye’de yaratılan mahpusluk algısının ne kadar gerçekle uyuşmadığını da cezaevlerinde gördüklerimi ve duyduklarımı anlattığım hemen herkesin hayretler içerisinde dinlemesiyle yeniden yeniden görüyorum ne yazık ki.
Sansür
Öte yandan yakın zamanda karşılaştığım bir diğer traji komik olduğunu düşündüğüm hak ihlali de bilgisayar çıktısı mektupların mahpuslara verilmemesi. Bunu da “fikir ve sanat eserleri kanunu”a dayandırıyorlarmış.
Evet bu kanun tabii ki çok önemli. Fakat her yerde her şeyin sahtesinin, hırsızlığının, dolandırıcılığının olduğu bir dünyada ve bu koskoca dünyayla mücadele etmek dururken, mahpuslara gönderilen iki satır makale, şiir ya da internet gazetelerinde çıkan bir haberi basıp gönderilmesinin engellenmesini yine dolaylı bir cezalandırma yöntemi olarak görmekten alıkoyamıyorum kendimi.
Hele bir de basın ilan kurumundan reklam alamayan yayınların cezaevlerine girişinin yasaklanması, bu cezalandırma yöntemini katmerlendiriyor. 90’ların sansür uygulamalarından bir fark göremiyorum bu noktada.
Bitmedi hapishanelerden haberler. Kadın mahpusların çamaşırlarını kurutabilecekleri, spor yapabilecekleri, hava alıp gök yüzüne bakabilecekleri, bir tek alanları var, o da havalandırmaları. Bu havalandırmalar da kameralarla izleniyor, gözetleniyor. Kandıra’da kamera sistemi erkek memurlar tarafından takip ediliyor.
Kadın mahpuslar da bundan rahatsız. Bu sistem işletilecekse de kadın mahpusların kamera sistemlerinin ayrılması ve bu takibin kadın memurlar tarafından yapılmasını talep ediyorlar. Bu basit ve kolayca çözülecek talepleri de karşılanmıyor senelerdir kadın mahpusların. Tam da bu ve benzeri uygulama ve sorunlar sebebiyle kadın mahpuslar kadın cezaevlerine bağımsız kadın kurumları tarafından düzenli aralıklarla ziyaret edilmeyi, göz kulak olunmayı talep ediyorlar.
Adalet arayışımız
Böyle bir mekanizma geliştirilmiş olsaydı belki Garibe ölmeyecekti, belki Aysel’in hastalığı çok daha erken fark edilebilecekti. Belki cezaevlerinde sesini duyamadığımız onlarca, binlerce kadının ruhsal, ekonomik, hukuki birçok temel hak ve ihtiyacını duyabilecektik. Bağımsız denetim her ortak yaşam alanında olduğu gibi cezaevlerinde de temel bir ihtiyaç.
2017’de “Annemin 40 yıllık adalet arayışı” diye bir yazı yazmıştım. 2022’de hala adalet arayışımız sürüyor. Annemin yargı süreci devam ediyor, tutuklu olarak.
Geçen bu 5,5 yılda ne değişti diye düşünmeden alıkoyamıyorum kendimi. Annem Gültan Kışanak, 12 Eylül’de Diyarbakır 5 Nolu Askeri hapishanende en karanlık zamanlarda yine mahpustu. Biz henüz anne kız yüzleşmemizi gerçekleştirememişken, bizden başka herkes, farklı kesimlerden siyasetçiler sanırım bir çeşit yüzleşme adı altında, annemin orada ne kadar korkunç işkencelere maruz bırakıldığını anlatıyor, konuşuyordu bir dönem.
Şimdi annem yıllardır yine mahpus. Üstelik bugün yine barışı ve eşitliği talep ettiği için, kadına yönelik şiddetti durduracağız dediği için yargılanıyor, nasıl bir dünyada yaşamak istediğine dair söz söylediği, fikir ürettiği, ideallerini ortaya koyup siyaset yaptığı için yargılanıyor. Fakat baskı ve şiddettin bir çözüm olmadığı ortada, aksine yıllar geçtikçe yapısal ırkçılık, eşitsizlik ve tahakküm daha geniş kitleler tarafından deşifre ediliyor.
Çözüm yolunun ise farklı fikirlere sahip kişilerin fikirlerini çeşitli yöntemlerle değiştirmeye çalışmaktan geçmediği, bir yaşam hikayesinden de görebileceğimiz kadar da açık aslında.
Aynı yoldan yeniden gitmenin anlamı yok, çünkü hep aynı sona varılır. Yeni yollar denemek, denenmeyen tek şeyi, eşit olabilmeyi denemek bu kadar zor olmamalı.
(EJK/EMK)