Belki de önümüzdeki 2011 yılında en çok konuşulacak olan ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler ve işsiz kalan gazeteciler olacak. Gazeteciler, "hapistekiler" ve "dışarıdakiler" olarak ikiye ayrılacak ve geleceğin bu gerçeğiyle yüzleşeceğiz.
Türkiye hakkındaki 2010 İlerleme Raporunun tespitinden yola çıkarak 2010 yılında basın özgürlüğü ile "tutuklu gazeteciler" hakkındaki haberler ve yazılar; basında en çok yer alan ve haberler oldu. Nedeni ise Türkiye basın özgürlüğü konusunda tutarsızdır ve çok sınırlı bir ilerleme kaydetmiş ve hatta zoraki de olsa bir arpa boyu yol almıştır.
İlerleme Raporuna göre Türkiye'den AİHM'ne yapılan başvurular çok artmıştır. Bu durumda önümüzdeki yıllarda ifade özgürlüğünün ve tutukluluk halinin uzaması nedeniyle kişi özgürlüklerinin ihlallerinden kaynaklanan çok sayıda AİHM kararlarına dayalı tazminatlar ödemeyeceğiz demektir. Neden olduğumuz mağduriyetlerin karşılığı olan yüksek tutardaki tazminatlar yüzünden ifade özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede, fakirleşerek yaşamımızı sürdüreceğiz.
2010 İlerleme Raporundaki "Terörizmin, Terörle Mücadele Kanunu'nda geniş tanımlanması nedeniyle ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel özgürlüklerin kullanımındaki kısıtlamalar endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir" tespitine çok itibar etmedik. Ama önümüzdeki günlerde en çok konuşacağımız konu terör propagandası yapmak suçundan yargılanan gazetecilerin, aydınların ceza davaları olacak.
Bir diğer deyişle, "demokratik dönüşüm" içinde, basın özgürlüğü tartışması sürecek. Ama uygulamalar ve davalar demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun sonuçlanmayacak.
İlerleme Raporunda nefret söylemlerinin önlenmesi bir diğer satırbaşlarından birisiydi...
Avrupa Konseyi, nefret söylemlerinin ve kışkırtıcılığının önlenmesini tavsiye ediyor. Hatta bu söylemler bakımından getirdiği öneri, nefret suçlarının soruşturulması ve kovuşturulmasıdır.
İlerleme Raporunun görsel, işitsel yayın organları için yaptığı tespitine göre; AB müktesebatına uyum açısından gelişme kaydedilmemiştir. Medya mevzuatının Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Direktifiyleriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla RTÜK ve radyo ve televizyon yayınları için yeni bir kanun taslağı TBMM'ye sunulmuştur. RTÜK frekans tahsislerini hâlâ yenilememiştir ve yayıncılar fiili olarak karasal frekansları kullanmaya devam etmişlerdir. Lisanslamada yaşanan kilitlenme, yayıncılık sektörüne zarar vermektedir. Türkiye, 2009 yılında, Komisyon'un AB'ye üye devletler için belirlediği hedefe uygun olarak dijital yayına geçiş için bir yol haritası kabul etmiş olup, dijital yayına geçişle birlikte bu sorunun çözülmesi beklenmektedir.
Yayıncılara uygulanan yaptırımlar ve yayıncılıkla ilgili kanunun bazı maddelerinin yorumlanış biçimi endişelere yol açmıştır. RTÜK, Haziran ayında, Ermeni meselesi hakkında konuşan bir yazarın sözleri için ilgili kanala yayın yasağı getirmiştir ve bu da düzenleyici kuruma göre eleştiri sınırlarını aşmıştır.
Türkiye, elektronik haberleşme ve bilgi teknolojileri konusunda Türk mevzuatının AB düzenleyici çerçevesine uyumu açısından ilerleme kaydetmiştir. Ancak, kanun ve yönetmelikler henüz AB müktesebatıyla tam uyumlu değildir.
Kısacası; ifade özgürlüğünün sıkıntılarını gidermek için yüzümüzü özgürlüklere çevirmeliyiz.
Basın özgürlüğünün korunması için Basın Kanunun 3. maddesindeki "basın özgürlüğü" ilkesi esas alınmalıdır: "Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir."
Artık, yayın yasaklarından vazgeçilmelidir. Radyo, televizyon ve yazılı basın için Basın Kanunun 3.maddesindeki "sınırlandırma" ölçütlerine çok istisnai olarak başvurulmalıdır. Sınırlandırma nefret söylemlerinde, şiddet ve şiddeti övme ve şiddeti tahrik hallerinde, savaş propagandasında uygulanmalıdır. Dışındaki sınırlandırmaların tümü kaldırılmalıdır.
Türkiye'de gazeteciler ifade özgürlüğünü sınırlandırıcı birçok yasa nedeniyle cezalandırma tehdidi ve ceza davası riski ile görevlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Hassas siyasi konular hakkında veya toplumda ilgi çeken politik meseleler üzerinde yazı yazmak, yorum yapmak haber yapmak daha başından "risk" taşıyor. Daha yayınlanmadan bile riskli bir iş olup olmadığı tartışılıyor ve belki de bu tür haberlerin yayınlanmasından vazgeçiliyor. Hatta bu nedenlerle gazeteciler işten atılıyor. Basına sansür, artık olağan karşılanıyor.
Yasaların ve hukuki mevzuatın AİHS'ye ve AİHM içtihadına uygun olarak ifade özgürlüğünü yeterli ölçüde güvence altına almadığı bir gerçektir. Basın özgürlüğü konusunda yoğunlaşan tartışmalardan çıkan sonuçlara göre; artık Türkiye'de tek tip düşünce ve basın özgürlüğü anlayışı hâkim olmuştur. Birilerinden yana olanlar ile kimilerine karşı olanlar, yandaş olanlarla ötekileştirilenler... Tutuklu olanlarla dışarıda kalanlar veya dışarıda olanlar.
Medya artık kendisine yapılanları bile görmüyor, görmek istemiyor. Daha da tehlikeli olan, gördüğünü de görmemezliğe geliyor. Taraf olmanın ikliminde hem kendisi için risk yaratıyor ve hem de en yakıcı tehdit olan ceza davaları ile tazminat davaları kıskacını görmüyor.
Basın özgürlüğünde "bazı noksanlıklar" değil, birçok noksanlıklar yüzünden de yok olma noktasındadır. Gazeteciler üzerindeki baskılar, fevkalade düşündürücüdür.
Ülkede basın özgürlüğü ve ülkenin itibarı hiç iyi durumda değildir. İşini kaybeden gazeteciler, artık tekrar gazetecilik yapacakları kitle iletişim organlarında, gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda, radyolarda iş bulamamaktadırlar. Kapılar, iktidarız elinde tutanlar tarafından ve bazen gazeteciler eliyle gazetecilere kapatılmaktadır. Bir yandan var olduğu ve verildiği ileri sürülen demokrasi ve basın özgürlüğü, diğer yandan bir başka türlü sınırlandırma getirilen ifade özgürlüğü arasına sıkıştırılan, halkın gerçekleri öğrenme hakkından başka bir hak değildir aslında...
Bu nedenle "Gazetecilere Özgürlük Platformu" tarafından belirlenmiş olan yol haritasındaki ilkeler eylem planı olarak kabul edilmelidir.
Bu eylem planına göre "Yargılamaların tutuksuz devam etmesi, adil yargılama ilkesinin de bir gereği olacaktır". Bu nedenle "öncelikle cezaevlerindeki tüm tutuklu gazetecilerin derhal salıverilmesi" hemen çözüm bekleyen ilk taleptir. (Fİ/EÖ)