Fotoğraf: Yeni Yaşam
Annem Gültan Kışanak üç yıl önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanıyken, Ankara’dan döndüğü sırada Diyarbakır havaalanında apar topar gözaltına alınmış birkaç gün sonra da tutuklanıp, adını dahi daha önce duymadığım Kandıra'ya Kocaeli 1 No'lu F Tipi Cezaevi'ne götürülmüştü.
12 Eylül'ün en karanlık yanlarına tanıklık etmiş, “duvarların dili olsa da konuşsa” denilen Diyarbakır 5 No'lu Askeri Cezaevi'nden kırk sene sonra annem yine mahpus, üstelik her şeye inat barışa ve eşitliğe olan inancını ve yüzünden hiç eksik etmediği o güzel gülüşünü koruyarak.
Anneannemin, o karanlık zamanlarda hapishane kapılarında kızını görmek için verdiği mücadeleleri ve o kapılarda başka mahpus yakınlarıyla kurduğu dostlukları dinleyerek geçti çocukluğum. Dünya döndü, zaman aktı, annem büyüdü, ben oldum, ben büyüdüm ve yine hapishane hikayelerinin ortasındayım.
Bu sefer dinleyici olarak değil, nenemin bıraktığı yerden, hayaletinin izini sürüyorum adeta. Artık benim de hapishane kapılarında mücadelelerim ve hapishane kapılarında tanıştığım kurduğum dostluklar, arkadaşlıklar var. Bu röportajı da hapishane kapısında tanıştığım en küçük arkadaşım Arjin’in annesi Gazel Bulut ile yaptım.
Arjin şimdi dört yaşında. Kıvır kıvır saçları, tombiş yanakları, kocaman kapkara gözleriyle Arjin kelimenin tam anlamıyla el kadarken babasının kucağında gelmeye başladı hapishane kapılarına. Annesi de ayrı düşmelerine inat ona “Damlayan Masallar” isimli bir masal kitabı yazmış.
Annem çocukken bana en çok anlattığı masalı, “Tıngıl”ı yazmış. Ve eklemiş sonuna masalın; “Bu masalı nenem Firdevs, çocukken anneme anlatırmış. Annem Melek bana, ben de kızım Evin Jiyan’a bu masalı anlattım. Üç kuşak bu masalla büyüdü. Masallarımız kaybolmasın, gelecek kuşaklar barışın, özgürlüğün, bolluk ve bereketin, mutluluğun olduğu bir ülkede bu masallarla büyüsün…”
Öncelikle sizi biraz tanıyalım. Bize kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Neden Kocaeli 1 nolu f tipi cezaevinde bulunuyorsunuz? Davanız şu anda hangi aşamada?
Merhaba, ben Gazel Bulut. Dersimliyim. Elazığ’da doğup büyüdüm. Munzur Üniversitesi moda tasarımı bölümünü okumak için 2011 yılında Dersim’e yerleştim. Bu süreçte özgür gelecek gazetesinde çalışmaya başladım. Gazete çalışanı sıfatıyla katıldığım eylem etkinliklerden dolayı tutuklandım.
Yaklaşık bir yıl sonra adli kontrol şartı ve yurtdışı çıkış yasağı ile tutuksuz olarak yargılanmama karar verildi. Üç yıl boyunca her hafta pazartesi günü gidip karakolda imza veriyordum.
Bu süreçte kızım Çiğdem Arjin dünyaya geldi. Kızım bir buçuk yaşındayken Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği 10 yıl 10 ay hapis cezası Yargıtay'da onandı ve tutuklandım. Dosyam iki yıldır Anayasa Mahkemesi'nde ve henüz bir dönüş olmadı. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi çıkmazı düşününce dönüş olsa da olumlu olacağı yönünde pek umudum yok.
"Kızım için yazıyorum"
Damlayan Masallar’ı yazmaya nasıl karar verdiniz? Neden bir masal kitabı yazdınız?
Yeniden hapishanenin o büyük demir kapısından içeri girdiğim an aklımda olan tek şey kızım için ne yapabilirim sorusuydu. Her ne kadar bu ayrılık benden doğru gerçekleşmemiş olsa da ayrı geçen zamanlarımızı telafi edebilecek, kızımın yüzünde tebessüm yaratacak bir şeyler yapmalıydım.
Eminim bu duyguların aynısını benimle benzer koşullarda olan tüm anneler hissediyordur, bunu biliyor ve hissediyorum. Sınırlı alanlarda sınırlı materyallerle yazıp çizmekten başka yapacağım pek bir şey olmuyor.
Ben kızım için güzel resimler çizerken aynı zamanda hoşuna gideceğini düşündüğüm şeyler de yazıyordum. Tabii hepsi oldukça amatör çalışmalardı. Bu dönemde çocuklarımıza okuyabileceğimiz düzeyde ne kadar da az masal olduğunu fark ettim.
Ve var olan masalların aksine 'kurdun babaanneyi yemediği, prensesin uyanmak için prensi beklemediği, kadınların kötü birer cadıya dönüştürülmediği', hayvanların nesneleştirilmediği, ekolojik alternatif masallar yazılması kanaatine vardım. Ve. Bu düşüncelerle çocuklarından ayrı tüm anneler adına Damlayan Masallar oluşturma fikri ortaya çıkmış oldu.
Hapishanede, hapsedilmiş bir anne olarak, üstelik de yüksek güvenlikli bir cezaevinde masal kitabı yazmak nasıl bir duygu? / Hapishanede masalcı olmak nasıl bir duygu?
Öncelikle şunu söyleyeyim, masal yazmak çok zor iş Hem de karşımızda çirkin buz gibi soğuk beton yığını varsa daha da zor. Şöyle düşünün, sınırlandırılmış bir alanda sınırsız bir düş dünyasına girmeye çalışıyorsunuz. Bu bazen yaratıcılığınızı daha da canlandırırken, bazen de sizi hafızanızla sınıyor.
Şöyle bir anımı paylaşayım; uyurgezer sincap masalımı yazdım, resmini de çizmek istedim ama saatlerce uğraşmama rağmen sincapın görüntüsünü bir türlü aklıma getiremedim. Aynı gün başka bir cezaevinde olan bir arkadaşımdan mektup aldım. Mektubun içinden sincap resmi çıktı.
Arjin'e göndermem için çizmiş Bu sayede ben de sincapın nasıl bir canlı olduğunu hatırlamış oldum. Sanırım hapishanede masalcı olmak tam da böyle bir şey. Sınırlı mekanda sınırsız düş dünyasını doldurmak. Hapsedilmiş bir anne olarak masal yazmayı ise ihlal edilmiş bir hakka karşı mücadele ve direniş biçimi olarak görüyorum.
Bizler sırf ülkeyi yönetenler gibi düşünmediğimiz, dayatılan rollere uymadığımız için annelik hakkımız ihlal ediliyor. Damlayan Masallar’da bu hak ihlalinin karşısında ortaya çıkan bir direniş biçimi oldu benim için. Aramıza örülen duvarlara inat, masallarımızla çocuklarımızın düş dünyasına aralanan bir emek kapısı oldu Damlayan Masallar.
"Kitap herkesi etkiliyor"
Bu kitabı kolektif bir çalışmaya da dönüştürüp, Kocaeli Cezaevi'nde kalan başka mahpuslardan da masallar yazmalarını istemişsiniz. Neden böyle bir tercihte bulundunuz ve bu kişilerden masal yazmalarını istediğinizde ilk tepkileri ne olmuştu? Nasıl karşılamışlardı bu fikri?
Damlayan Masallar'ın çıkış amacı kızımla aynı durumda olan çocuklara, annelerinin babalarının anlatamadığı masallar anlatabilmek, becerebilirsek yüzlerinde tebessümler oluşturabilmek. Böyle bir şeyi ancak kolektif bir çalışmayla başarabilirdik. Tek bir insanın fikirlerinin de bazen kalıpçı, geleneği, tekdüze olabileceğini düşünerek kolektif bir çalışma olması gerektiği kanaatine vardım. Böylece herkes çocuğuna okuyabileceği bir masal bulabilirdi Damlayan Masallar içinde. Çocuklar büyükler gibi kalıplara sığdırılmamış, onların düş dünyalarına girebilmek için sınırsız düşler kurabilmek ve renkli olabilmek gerekir.
Damlayan Masallar'ın da en çok bu yönünü seviyorum. Bu fikri ilk açtığımda içinde yer alan-almayan ama gönülden beni destekleyen herkes çok sevindi ve heyecanlandı. Beni daha da cesaretlendirmek için hemen masal yazma sözü veren de oldu, belki masal yazamıyorum ama ben de çocuklara bilmece sorarım, şiir yazarım amaç onların mutluluğu diyen değerli destekler de oldu.
Tabii karamsarlığa kapılıp hapishanelerde yazılmaya başlanmış ama sonuçsuz kalmış nice çalışmalar gibi olmamasını ümit edenler de oldu. Çünkü gerçekten hapishanelerde kitap çıkarmak çok zor, en çok bu alanlarda yazılır ama en zor bu alanlardan çıkar kitaplar.
Ayrıca çocuk kitabı olması uzun yıllardır çocuklarla aynı ortamı paylaşmamış tutsaklar için tedirgin edici olabiliyor. Ama genel anlamda herkeste bir heyecan uyandırdı diyebilirim. Özellikle tutsak bir an olarak çocuklara dair yapılan ilk çalışma olması niteliğiyle de genel anlamda bir pozitif enerji yaydı bu fikir.
Başka masal kitapları da yazacak mısınız?
Evet. Elimden geldiğince kendimi bu alanda geliştirip çocuklar için yeni masallar yazmak istiyorum.
Annem bana bir görüşte şöyle demişti; “Eskiden anneler çocuklarını ziyarete gelirdi hapishanelerde, şimdi çocuklar annelerini ziyarete geliyor. Arjin de sizi ziyarete geliyor. Onu görüyorum zaman zaman cezaevi koridorlarında. Tombiş tombiş yanakları, hep gülümseyen gözleri, kıvır kıvır saçlarıyla hepimize umut oluyor, neşesinden dağıtıyor. Arjin’le neler yapıyorsunuz cezaevinde, nasıl geçiyor günleriniz onunlayken?
Annen haklı. Belki de ülke tarihi boyunca hiç bu kadar çok kadın hapsedilmemiş ve hiç bu kadar çok çocuk anneleriyle beraber bu mekanları tanımak zorunda bırakılmamıştır. Ne yazık ki bizim gibi muhalif çevrelerin çocuklarına bu mekanları en ağır şartlarıyla tanıtıyorlar.
Annelerine verilen ağır cezalar, yaşatılan yoğun tecrit uygulamalarıyla anneleriyle beraber çocukları cezalandırarak adeta kadına kendisine öğretilen rollerin dışına çıkmasının artı cezası veriliyor. Türkiye hapishanelerinde özellikle siyasi mahpus annelere uygulanan da bu.
Yoğunlaştırılmış tecrit uygulamalarını en çok hissedenlerden biri kızım Çiğdem Arjin. Çünkü yüksek güvenlikli F tipi hapishanesinde bulunuyorum. Yüksek güvenlikli F tipi hapishaneler izolasyonun yoğun olduğu tek kişilik ve üç kişilik hücreleri bulunan tamamen yalnızlaştırmaya dönük inşa edilmiş yapılar. Özel yönetmelik ve uygulamaları olan alanlardır.
Yaşamın her anında yüksek güvenlikli F tipi hapishanede olduğunu hatırlatan uygulamalar ve kurallar karşına çıkar. Hal böyle olunca Arjin’in buraya her gelişi esnemesi gereken kurallar ve düzenin bozulması demek. Bizlere uygulanan tüm yaşamda soyutlama çabalarına karşın, Arjin tam anlamıyla bir yaşam enerjisi oluyor bizler için.
Arjin’in en önemli özelliği ise, F tipi hapishanelerde tecritle dalga geçen, yüreği tüm annesiz geçen günlere inat mutlulukla çarpan özgür bir çocuk olması. Daha küçücükken tanıştı bu mekanlarla, buranın tüm renksiz duvarlarına, havasız odalarına, açılmak bilmeyen kapılarına, demir kapıların ürkütücü sesine, kötü yemeklerine sadece annesiyle birkaç saat veya birkaç gün geçirmek için katlandı, katlanıyor.
Arjin çok olgun bir çocuk. Tabii Arjin daha küçük olduğu için henüz anlamlandıramadığı çok şey var. Her ne kadar mekanı anlamlandıramasa da şimdilik ona annesi ve kendisiyle sıkılmadan oyun oynayan bir sürü teyzesi yetiyor. Tutsak anneler için belki de en üzücü durum çocuklarımızın çok erken büyümek zorunda kalması.
Arjin hapishaneye geldiği zaman sanki her zamankinden farklı bir güneş gelip tam da tepemizde doğuyor. Herkesin yüzünde bir gülümseme, genel anlamda hapishaneyi saran bir pozitif enerji oluyor. Arjin’in yanıma her gelişi tarifi olmayan bir mutluluk.
Zamanımızı yaşatılmak istenen izolasyona rağmen çok verimli ve yaratıcı geçiriyoruz. Belki dışarıda olsak yaşamın getirdiği yoğunluk ve karmaşadan dolayı bu kadar verimli geçirmeyebilirdik. Bir birimize sonsuz sevgimizi veriyoruz, bir dahaki buluşmamıza kadar hasret giderip oyun dolu geçen zamanlar biriktiriyoruz heybemizde.
"Hapiste anne olmak mücadele demek"
Cezaevlerinde çok sayıda anne var. Bu çok zor olmalı. Hapiste anne olmak nasıl bir şey, ne gibi zorlukları var, haklarınız neler anne-çocuk olarak? Bize biraz hapiste anne olmayı anlatabilir misiniz?
Mahpus anneler Türkiye hapishanelerinin acı gerçeği. Kadınlar zaten doğdukları günden itibaren erkek egemen sistem tarafından hep kapatılmışlıkla yüz yüze bırakılmış. Tutsak anneler gerçeği de bundan bağımsız değil. Anne olmamak gibi anne olmak ve bu durumu istediği gibi yaşamak da kadının haklarındandır.
Tutsak annelerin bu hakları ihlal ediliyor. Sadece 0-6 yaş arası çocuğu olan anneler çocuklarını yanına alıp onlarla zaman geçirebiliyor. Tabii bu uygulama da toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız değil, çocuk bakımını annenin görevi olarak gören aterkil sistemin ortaya çıkardığı bir durum.
Çocuk 6 yaşına geldiği zaman anneyle ilişkileri kesilmekte ayda bir yapılan görüşlerle sınırlı kalmakta. Yaşamın her alanında sınanan, sindirilmeye çalışılan kadınlar bu alanlarda da çocuklarıyla sınanmaya sindirilmeye çalışılıyor. Hapiste anne olmak ise bölünmüş bir kadın demek, bedenin buradaysa ruhunun dışarıda çocuğunla, çocuklarınla olması demek.
Hapiste anne olmak bir çizgi film kanalının televizyona verilmesi için bile mücadele etmek demek. Hapiste anne olmak meselenin yemek meselesi olmadığını bilerek çocuğunun senden istediği yemeğin malzemelerini alamamak demek. Hapiste anne olmak yüksek güvenlikli tedbirlerle karşı karşıya kalmak demek.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Son olarak genel anlamda tutsak anneler ve çocukları için aciliyetle çözüm üretilmesi gereken birkaç şey söyleyebilirim. Öncelikle yasada geçerli olan 0-6 yaş arası çocuğu olan anneler ve hamile kadınlar için hapsetme uygulamasına son verilerek denetimli serbestlik gibi farklı alternatifler aciliyetle geliştirilmeli.
Geliştirilecek alternatiflerde suç ayrımına gidilmemeli. Hali hazırda var olan 0-6 yaş arası çocuğu olan kadınların cezaları iki yıl altına düştüğünde denetimli serbestlik kapsamında tahliye ediliyor ancak siyasi mahpus annelerin türlü gerekçelerle bu haktan yararlanmaları engellenmektedir. Hapsetmenin alternatif olarak geliştirilecek olan uygulamalarda şiddet tehlikesinden anne ve çocuğun durumu göz önünde bulundurulup gerekli tedbirler alınmalı. Tutsak anneler ailelerine yakın kadınlar için inşa edilmiş hapishanelerde tutulmalı.
Bunun için sevk taleplerine öncelik verilerek kapasite engeline takılmamalı. Uzun yol giden ailelerin durumu göz önünde bulundurularak görüş saatleri uzatılmalı anne ve çocuğun daha fazla vakit geçirmesi sağlanmalıdır. Anneleriyle hapishanelerde kalan çocukların hastaneye annelerinin refakatinde gitmesi sağlanmalı (birçok hapishanede anneler hastalanan çocuklarına refakat edemiyor).
Çocukların kaldığı hapishanelerde sürekli bir çocuk doktoru bulunmalı. Beslenme listesi anne ve çocuğun özgün durumuna göre ayarlanmalı, çocuğun gerekli ihtiyaçlarını karşılayabilmenin olanağı anneye yaratılabilmeli. Anne ve çocuğun hapishane sonrası yaşama adapte olabilmesi için dışarı çıkma, birlikte paylaşımda bulunmak koşulları sağlanmalı.
Bitirirken sizlerin aracılığıyla Damlayan Masallar'ın ortaya çıkmasında emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Dilerim Damlayan Masalların araladığı kapıdan sızan ışık tüm çocukların yollarını aydınlatır.
Not: 6 Kasım Çarşamba günü kitap fuarında Damlayan Masallar için imza günü düzenlenecek. Mahpus bir anne ve masallarıyla dayanışmanız dileğiyle…(EJK/EMK)