Her zamanki gibi erkenden kalktım.
Havalandırma kapısının sabah yedide açılmasının keyfini çıkartmak istedim.
Havaların her bakımdan çok bunaltıcı olduğu bu günlerde, birazcık da olsa sabah serinliğini hissetmek; Kandıra'dan sonra bir ayrıcalık gibi geldi.
Gebze'ye geldiğimden beri sevdiklerime günaydınlarımı havalandırmadan gönderiyorum.
Bu sabah da öyle yaptım...
Özlemlerimi, efkârımı, sitemlerimi ilgili adreslere ulaştırsın diye çatının kenarındaki NATO tellerine konmuş bir serçenin kanatlarına yükleyip; kendimi voltaya vurdum.
Sabah sayımı, kahvaltı derken, nihayet masama oturabildim.
Hapishanelerden gelen Türkiye'deki hapishaneler gerçeğini anlatan ve paylaşılmayı bekleyen mektupları bir kez daha okuyarak yazmaya başladım...
Mektupların ortaklaştırdıkları en temel sorunların başında; hasta tutsakların yaşama hakkı ve tedavi koşulları ile hapishanelerde genel olarak revir, hastane meselelerinde yaşanan problemler geliyor!
30 Haziran tarihli yazımda hapishanelerde en zor olan şeyin "çaresizlik" olduğunu yazmıştım.
Adıyaman E Tipi Hapishanesi'nden Yılmaz Demir de hasta tutsaklarla ilgili:
"Bizde İsmet Ayaz heval vardı. Çöl yak hastasıydı. Daha sonra da kanser olduğu söylendi. Tedavi olması gerekiyordu. Diyarbakır D Tipine sevk edildi. Durumu, hiç iyi değil. Birçok hastaneye gitti ve "cezaevinde kalamaz" raporları aldı. Ama Adli Tıp bırakmıyor. En son çok zayıflamış 35 kiloya düşmüştü. En zor olan ne biliyor musun? Yoldaşının gözlerinin önünde gün be gün erimesi ve bir şey yapamamak! Son iki ayda dört yoldaşımız yaşamını yitirdi...
"Yine buradan Midyat'a oradan da Antep'e götürülen Ramazan Özalp heval var. Geçen gün basında da çıktı. Felç olmasına rağmen, bırakılmıyor. Bahattin Solhan buradaydı. Tedavi için Diyarbakır'a götürüldü. Kafasının yarısı yok..." diye yazmış.
Yılmaz'ın mektubu bırakıp, Enver'in mektubunu okuyorum.
Sanki birbirleriyle sözlenmiş gibi, Yılmaz'ın bıraktığı yerden Enver sürdürüyor anlatmayı...
Siirt, Mardin, Midyat, Adıyaman, Muş, Bingöl gibi çevre illerden heyet raporlarıyla Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'ne tedavi olmak için gönderilen tutsaklar, tedavileri tamamlanmadan sürgün sevkle Karadeniz'deki hapishanelere gönderiliyorlarmış.
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'nden sürgün sevkle farklı hapishanelere gönderilen 40 tutsaktan 11'inin tedavileri devam eden hasta tutsaklar olduğunu söylemiş Enver.
Soydan Akay, Şeyhmus Kalır, İzzettin Aykut, Yılmaz Yürek, Tarık Taş, Mahir Tekin, İnayet Mete, Şemsettin Kargılı, Kenan Yürek, Osman Üzüm, ve Veysi Akbaş hapishane koşullarında yaşam savaşı veren tutsaklardan sadece bir kısmı...
Hediye Aksoy, Mehmet Ali Çelebi, Erol Zavar, Hayati Kaytan ve diğerleri...
Kimi hapishane koşullarında kanser illetine karşı yaşama savaşı verirken...
Mehmet Ali Çelebi gibi birçok tutsak da korsakofun pençesinde her sabah hayata yeniden başlamayı tecrit koşullarında yaşıyorlar!
Bırakalım İHD, TİHV gibi hak örgütlerinin hasta tutsaklarla ilgili açıklamalarını; esasında Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in yıllara göre verdiği hapishanede yaşamını yitiren tutsak sayısı bile, durumu yeterince gözler önüne sermeye yetiyor:
29 Mayıs itibariyle 2012 yılında hapishanelerde yaşamını yitiren tutsak sayısı 18:
Geriye doğru gidildiğinde ise:
2007 yılında bu sayı 57 imiş.
2008'de 71, 2009 yılında 66, 2010'da 70, ve 2011 yılında 67 tutsak hayatını kaybetmiş!
Bu rakamlara, ölüm döşeğindeyken tahliye edilen ve dışarıda yaşamını yitiren tutsakların dâhil olmadığını özel olarak belirtmeliyim.
Hasta tutsakların sorunlarını görmeyen Bakanlık; tahliye edilmeleri gerektiği talebine de kulaklarını tıkıyor.
Bu yetmezmiş gibi hasta tutsakların sürgün sevklerle habire hapishane değiştirmelerinin altında da Bakanlığın imzası var!
Birinde çok, birinde az olsa da tüm hapishanelerde revire çıkmak, gerekli tedavinin uygulanması ve hastaneye sevk edilme sorunları yaşanıyor.
Diyarbakır D Tipinde hastane sevkleri 5-6 ay sürüyormuş!
Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi'nde yani eski hapishanemde doktor ve ilgili personelin iyi niyetine rağmen, 2011 Ekim ayından beri biyopsim yapılamadı.
Üniversite hastanesine sevk edildim.
Ta 2012 Nisan'ına randevu verdiler.
Randevu tarihinde aldıkları parça biyopsi için yeterli olmayınca, dört ay sonrasına bir randevu daha verdiler.
Olumsuz bir sonuç çıkabileceği düşünüldüğünde erken teşhis ve tedavi koşulları bakımından neredeyse bir yıla yakın bir zaman fiilen aleyhime işledi.
Yani iyi niyetin olduğu bir yerlerde tedavi koşullarının nasıl olacağını varın siz düşünün!!!
Kırıklar 2 Nolu F Tipi'nde kronik ve tehlikeli hastalıkları olan tutsakların tedavilerinde de sorunlar yaşanıyormuş.
Mahkûm koğuşu olan hastanelerin tümünde hücreler hastanenin bodrum katınca ve pislik içinde oluyor.
Kırıklar 'da doktorun işi bitinceye kadar, pislik içindeki bu hücrelerde tutsaklar bekletiliyormuş.
Doktorun işi bittiğinde de, hasta tutsaklar doktorun odasına çıkarılmıyormuş.
Hücrelerin olduğu bölüme inen doktor, oradaki izbe odalardan birinde tutsakları muayene ediyormuş.
Tecridin hastanede de uygulandığı bu örneği ilk defa duydum.
Zira bugüne kadar tanık olduğum, yaşadığım kadarıyla, sırası gelen tutsak hapishane görevlisi sağlıkçı ve asker eşliğinde ilgili doktorun yanına götürülüyor. Muayene de doktorun odasında yapılıyor. Hazır söz buraya gelmişken hastanede yaşanan diğer sorunları da belirtmeliyim.
Muayene esnasında askerin "güvenlik" gerekçesiyle içeride kalma ısrarı, muayenenin eller kelepçiliyken yaptırılmak istenmesi gibi dayatmalar nedeniyle muayene olmadan hapishaneye dönmek zorunda kalınması hayli yaygın bir sorun.
Bazen asker kelepçeyi açmak istese de doktorun izin vermemesi...
Her defasında İstanbul protokolünü hatırlatmak ve tartışmak gerekebiliyor.
En çok da diş hekimleri kelepçeli tedaviyi dayatıyor.
Kırıklar F tipi'nde diş doktoruna gidenlere doktor kelepçeli muayeneyi, tedaviyi dayatıyormuş. İtiraz edenlere de "keyfiniz bilir" diyip geri gönderiyormuş.
Düşünsenize elleriniz kelepçeli bir halde diş doktorunun dişinize dolgu yapması ya da dişinizi çekmesi nasıl bir şey?
İnsan kendini o anda kendini işkencedeymiş gibi hissetmez mi?
Kandıra'ya gittiğim ilk günlerdeydi.
Adli kadınlardan biri jinekologa gitmişti.
Doktor denilen yaratık (bu kavramı özel durum için kullandığım bilinmelidir) asker kadının kelepçesini açmayınca duruma müdahale etmemiş.
Elleri kelepçeli kadının çamaşırını çıkartmasına ve çatala oturmasına kadın gardiyan yardım etmişti!
Bunun bir rezalet olduğunu görmek, anlamak ve hissetmek için aynı şeyleri yaşamak gerekmiyor.
Hapishanelerde yaşanan revir, hastane sorunlarını Oltu'da 18 yıllık tutsak Sedat Avcı çok güzel özetlemiş.
"Yıllardır içerideyim, beni muayene ederek ilaç yazan, teşhis koyan bir cezaevi doktoruna rastlamadım. Burada da öyle. Çıkarsın revire 'neyin var' denilir. 'Midem yanıyor' dersin. İlaç yazılır. Yani biz kendi kendimizin doktoruyuz. Buraya gelenler sadece istediğimiz ilaçları yazıp giderler. Şimdi haksızlık yapmış olmayayım ilaçlar inanılmaz bir hızla veriliyor. Ancak yeterli bir muayene, daha doğrusu cezaevinin sabit bir doktoru yok. Öte yandan açık söylemeliyim ki, ben de dahil olmak üzere bir çok arkadaşımız sırf ring ve yol işkencesine uğramamak için hastaneye gitmiyoruz. Düşünsenize bu sıcakta saatlerce o çelik ringlerin içinde aç ve susuz ve elbette ki kelepçeli bir halde bekletilmenin ne insani, ne vicdani bir açıklaması olabilir. İdareyle durumu görüşüyoruz. . Cevap sabit: 'Efendim dış güvenliğe asker bakıyor'. Artık kendi dişimi -ki son iki ayda iki tane- nenemden kalma yöntemle, yani bir ipliğin ucunu dişime, bir ucunu da beş litrelik su bidonuna bağlayıp bidonu aşağı bırakmak suretiyle kendim çektim".
Bütün hapishanelerde Sağlık Bakanlığı'nca görevlendirilen doktor sayısının yeterli olmadığı tartışıldığında hapishane idarelerince de kabul ediliyor.
Bırakalım her ihtiyaç duyduğunuzda revire çıkmayı, koğuş sistemi olan hapishanelerde her bir koğuşa iki haftada bir gün revir sırası geliyor.
Geceleri nöbetçi doktor ya da sağlıkçı bulunması bir yana Kandıra hapishaneler tesislerinde iki adet F tipi, iki adet T Tipi ve biri kadın iki adet de açık hapishane var. Ve hiç birinde mesai saatleri dışında doktor bulunmuyor,
Acil durumlarda nöbetçi gardiyanlar durumun acilliğini kabul edip harekete geçtiklerinde bile ambülansın en hızlı hapishaneye varış süresi için yarım saatten fazla bir zaman gerekiyor,
Yani hapishanede kalp krizi, beyin kanaması gibi çok hızlı müdahale gerektiren durumlarda ilk müdahalenin koşulu kesinlikle yoktur!
Bildiğim kadarıyla da Türkiye'de hiçbir hapishanede nöbetçi doktor, sağlık görevlisi uygulaması olmadığı gibi bir ambülansın da hapishanenin hizmetine sunulması gibi pratik bir uygulama sözkonusu değil.
Bu gibi acil durumlarda ölüm kaçınılmaz bir son olarak tutsaklara sunuluyor.
Adalet bakanı Sadullah Ergin'in Silivri Hapishanesi'ne düzenlediği gezide köşe yazarlarına hapishane içindeki Aile Hekimliği Birim ve Diş Ünitelerini de gezdirmişti. Ve hepsi orada bulunan tıbbi cihazların sivil hayattaki aile hekimleri ve diş ünitelerinden daha donanımlı olduğuna karar vermişler. Fakat Türkiye'deki hapishanelerin Silivri'den ibaret olmadığını. Tutsakların bu birimlerden yararlanma koşullarının düzenlendiğinin üzerinden atlamışlar. (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 14 Temmuz 2012, Gebze Kadın Kapalı Hapishanesi