Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in AKP Hükümeti ve Bakanlığı'nın hapishaneler politikasını, uygulamalarını Silivri Hapishanesi üzerinden aklama, kamuoyundan gerçekleri gizleme girişimine her tutsak gibi karşı çıkmış...
Hapishaneler gerçeğini muhataplarından/tutsaklardan dinlenmesi gerektiğini belirtmiştim.
Bunun için yaşadığım ve tanık olduğum gerçekleri yazmaya başlamış: değişik hapishanelerdeki mektup arkadaşlarımdan özel olarak bulundukları hapishanede yaşadıkları sorunları yazmalarını istemiştim.
Beklediğimden de hızlı yanıt verdiler.
Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'nden Sami Özbil, Erzurum-Oltu T Tipi Hapishanesi'nden Sedat Avcı, İzmir-Kırıklar 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'nden Turgut Koyuncu, Adıyaman E Tipi Hapishanesi'nden Yılmaz Demir ve Diyarbakır D Tipi Hapishanesi'nden Enver Özkartal'dan gelen mektuplar:
"Bir dokun bin ah işit" cinsinden hapishaneler gerçeğini anlatıyor.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası onaylandığı için tek kişilik hücrelerde kalan kadın ve erkek tutsaklardan beklediğim mektuplar da yolda olmalı...
Her bir mektup sayfalar dolusu ve sorunlar alt alta sıralanmış!
Bir kısmı ortaklaşsa da, her bir hapishane özgülünde yaşanan problemler hiç de az değil.
Zira CİK'te yer alan her bir kuralın içine işlemiş baskıcı zindancı zihniyet; uygulayıcıların elinde çok daha ağır hale gelip, insanı isyan ettirecek düzeye ulaşabiliyor.
Teker teker her bir mektubu paylaşacağım.
Ama bu hafta Sami Özbil'in mektubunda yeralan ve okuyana isyan yüklü bir öfke, yürek sızısıyla "kahretsin" dedirten paragrafı paylaşmak istiyorum.
Yolu hapishaneye düşenler ya da hapishane gerçeğine yabancı olmayanlar bilir.
Evet, hapishane beton ve demir demektir!
Buralarda yaşamın daima gri olması için devlet çok ince ayrıntıları bile hesaplamıştır.
Hapishanede sadece özgürlüğünüz elinizden alınmaz...
Çoğu zaman en insani taleplerinizi dile getirmeniz bile şaşkınlıkla karşılanır:
"Bunlardan yoksun kalmazsan tutuklu olduğunu nasıl anlayacaksın" diye insanla dalga geçercesine yanıtlar bile verilir.
Baskıcı, zindancı anlayış ve pratiğin mekânıdır buralar.
Ya F ve L tipi hapishanelerde olduğu gibi tecridi dayatırlar.
Ya da koğuşlarda balık istifi yaşamayı...
Görüş, revir, iletişim, hastane, su, yemek gibi hapishanelerde yaşanan sorunlarda dair uzun bir liste yapabiliriz!
Fakat hangi mahpusa: "Tutsaklığın en zor yani nedir" diye sorsanız!
Siyasi ya da adli hiç fark etmez...
Hemen herkes bazı durumlarda elinin-kolunun bağlı olduğunu hissetmenin mahpusluğun en zor yani olduğunu söyler.
Daha açık ifade edecek olursam:
En zor olanı çaresizliktir!
İnsanın kendini çaresiz hissetmesidir!
Sevdiğiniz birinin, bir yakınınızın ölümcül hastalığın pençesinde yaşam savaşı vermesi ve sizin elinizden hiçbir şey gelmemesi...
Beton duvarları bile buza kesen bir ölüm haberi; insana hapishaneyi dar etmez de ne yapar?
Voltada betonla kavgaya tutuşan adımlarınıza aldırmadan, deli danalar gibi dönüp durursunuz havalandırmada.
O an tek dermanınız acınızı paylaşmak isteyen koğuş ya da hücredaşlarınızın sıcaklığı olur.
Duvarların hapsettiği bir avuç gökyüzüne gözlerinizi diker, insanlığı ararsınız!
Saatler ilerleyip, ranzanıza çekildiğinizde ise, tümüyle yalnızsınızdır
İlk tutuklandığımda, aynı dosyadan yargılandığım Fetiye'nin babasının kanser olduğunu da...
Ölüm haberini de ben vermiştim.
O süreçte Fetiye ne babasını görebildi, ne telefonla görüşebildi ne de cenazesine katılabildi.
Tedavi sürecinde her ziyaret ya da avukat görüşü sonrasında, Fetiye'ye seslenişimin onun için korkunç bir yürek çarpıntısına sebep olduğunu çok iyi biliyorum.
Arzu yıllarca göremediği annesinin ölüm haberini ev telefonunu açan komşudan öğrenmişti!
O anları, koğuşça yaşadığımız çaresizliği aradan geçen yıllara rağmen anlatmak çok zor geliyor.
Adli tutuklu bir kadının kapalı görüş kabininde babasının ölüm haberini aldığında attığı çığlık; tüm koğuşlarda yankılanmış, tüylerimizi diken diken etmeye fazlasıyla yetmişti!
Ölüm haberinden sonra arkadaşlarımız aileleriyle sadece 10 dakika telefonla görüşebilmişlerdi
Ve bu da haftalık 10 dakikalık telefon hakkına sayılmıştı!
İnsan bunları yaşayınca, başka örnekleri duyunca, yazmak çok zor da gelse; bir yakını hasta olan mektup arkadaşlarını uyarmak istiyor.
Sami'nin babası kanser.
Bu nedenle Sami'yi uyarmış, son dönemde çıkarılan "Haberal Yasası'nı" hatırlatmıştım.
Sami verdiği yanıtta durumu şöyle özetlemiş:
"Babam... Şu anda dördüncü derecede Metastaz yapabilir. Şimdilik durumu stabil. Onu görmek için başvuru yaptım. Savcılık karar vermeden önce üç bin liralık yol masrafını karşılayıp karşılayamayacağımı soran bir yanıt yolladı. Herhalde buna göre karar çıkacak"
Sami yıllardır tutsak.
Ayrıca iki yıldır da Crohn hastası.
Savcılık, yolculuk için 3 bin lirayı karşılayıp, karşılayamayacağımı soruyor!
Yani yasadan yararlanabilmek, ağır hasta yakınınızı son bir defa görmek ya da son yolculuğunda yanında olmak için cüzdanınızın kabarık olması gerekiyor!
O yolculuğa sizinle birlikte çıkacak askerlerin masraflarını da siz ödemek zorundasınız.
Doğal olarak Sami savcılığa gönderdiği yanıtta:
Hapiste olduğunu, çalışmadığını bu bedeli ödeyemeyeceğini ve sosyal hukuk devleti prensibince bunun devlet tarafından karşılanması gerektiğini yazmış.
Bugünlerde kesin yanıtı bekliyormuş.
Ama olumlu bir karar çıkmaz diye de eklemiş.
Şimdi bu sorunun neresini tartışmalı?
Var mı tartışılabilecek yanı?
Sözün bittiği yer deriz ya!
Tutsaklığınız yetmezmiş gibi, ölüm döşeğindeki babanızı görebilmemiz için...
İzin vermek için...
Masrafları karşılamak için 3 bin liran var mı diye soruyor devlet!
Bu sorunun üzerine daha ne söyleyebilirim ki!
Lanet olsun! (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 30 Haziran 2012, Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane