11'e 11cm'lik karelere bölünmüş demir parmaklıklı pencerelerden içeri sızan güneş sırtımı ısıtırken...
Masamın üzerine gölgesi düşmüş kare parmaklıkların ortasında...
Önümdeki 19 Mayıs 2012 tarihli Milliyet Gazetesi'nden kestiğim kupürü evirip çeviriyorum.
Sıcak bir Haziran Cumartesi'nde hapishaneye egemen olan ölüm sessizliğinin bir şekilde bozulmasını istiyorum.
Böyle bir anda en güzel ses kuş cıvıltıları oluyor genellikle.
Ama ne gezer?
Kuşlar da hapishanenin çirkinliğinin farkına varmışlar gibi, pek uğramıyorlar buralara.
Nasıl uğrasınlar ki, zavallı hayvancıklar?
Yeni hapishanelerin çatıları sacla kaplı.
Kışın buz gibi donduruyor.
Yazın ise, kor gibi yakıyor.
Çatılara ekmek atıp, kuşların tutsak yaşamlarımızı, şenlendirmesini boşuna bekliyoruz...
Böyle bir ruh hali içerisinde, kâh önümdeki haberi okuyorum.
Kâh değişik hapishaneleri, hapishanelerdeki uygulamaları, yaşam koşullarını kafamda evirip çeviriyorum.
Adalet Bakanlığı'nın sitesinden alınmış bu haberde yazılanlar teorinin griliğinin ispatı!
Haberin içindeki fotoğraf karesinde bakanlığın 11 Mayıs'ta düzenlediği Silivri L Tipi Hapishanesi gezisine katılan köşe yazarlarından bir kısmı ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin görünüyor.
Belli ki, bakanın hapishaneye dair anlattıklarını dinliyorlar.
Tıpkı turistik bir geziye çıkmış da, tur rehberinin anlattıklarını dinliyormuş gibi...
Resmi ağızlar Silivri Hapishanesi'nin kapasitesinin 10 bini kişi olduğunu açıklamışlardı.
Basında bu kadar gündeme gelmesinin nedeni de, Ergenekon Balyoz davalarından ünlülerin bu hapishanede kalıyor olmaları.
Fotoğraf karesi, Adalet Bakanlığı'nın açıklaması ve geziye katılan köşe yazarlarının yazdıklarından öğreniyoruz; bu gezide hiçbir tutuklu ya da hükümlü ile temas kurulmamış!
Sıfır temasla, on köşe yazarı, bizzat bakanın rehberliğinde hapishaneyi gezip, "denetlediler"!..
İlginç ama bildik bir yöntem.
Ve her dönem olduğu gibi, kimse mahkûmların ne tür sorular yaşadığı, uygulamalardaki gayri insani tutumlar, hak ihlalleri ve daha bir dizi soruyu düşünme ve yanıtını arama zahmetine girmedi...
Şayet giren olduysa da, ben rastlamadım. Ve her ihtimale karşın peşinen bu eleştirilerin muhatabı olmadıklarını belirtmeliyim.
Adalet Bakanlığı düzenlediği bu turistik geziden pek memnun kalmış!
Ve bu memnuniyetle noktayı koymuş!
Demiş ki:
Yaklaşık iki saat süren basın mensuplarını bilgilendirme amaçlı cezaevi ziyareti misafirlerin memnuniyeti ile tamamlanmıştır. Bu ziyaretin Adalet Bakanlığı ve basın açısından oldukça olumlu geçtiği, ulusal basında çıkan haber ve yazılardan da anlaşılmıştır" (Agy, abc)
Adalet Bakanlığı teorinin griliğine sığınarak hapishaneler gerçeğini, hapishanelerde yaşanan sorunları düzenlediği bu geziyle karartmış olmanın memnuniyetiyle şimdilik durumu idare edebilir.
Geziye katılan köşe yazarları "kamulsal" bir iş yaptıklarını düşünüp, NATO telleriyle donatılmış beton duvarlar ortasında yaşayan tutsakların şikayet ve eleştirilerine, itirazlarına kulaklarını tıkayabilirler.
Ama her zaman olduğu gibi gerçekler inatçıdır!
Ve hayat daima yeşildir!..
Bu nedenle zindanda yaşamanın ne demek olduğunu, koşulların hiç de Adalet Bakanlığı'nın açıklamasındaki gibi olmadığını, gazete haberindeki o fotoğraf karesinde yer almayan ve değişik hapishanelerdeki tutsakları konuk edeceğim...
Yaşadıklarım, tanıklıklarım ve mektup arkadaşlarımın yazdıklarıyla, hapishane gerçeğini anlatmaya, paylaşmaya çalışacağım...
Hapishaneye ilk girdiğinizde ister gözaltı, savcılıktan, isterse de başka bir hapishaneden sevkle gelmiş olun; hücre ya da koğuşa gitmeden önce ilk uygulama, ince bir aramadan geçmeyle başlıyor.
Çünkü buralarda her uygulamanın, davranışın en başında güvenlik geliyor!
Fakat nedense arama yaparken, tutsağı "ıslah etme" programına bağlı olarak bireyin onurunu kırmak fiili öne çıkarak tek amaç haline geliyor.
Ve bu nedenle sizden donunuza kadar soyunmanız, ellerinizi yere paralel şekilde tutup, oturup kalkmanız isteniyor.
Hapishane literatüründe bunun adı; "Çukur araması" oluyor!
Şayet siyasi tutsaksanız bu türden onur kırıcı davranışları reddettiğinizi ve sizden istenileni yapmayacağınızı ifade ediyorsunuz.
Karşınıza Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün aramaya dair 46. Maddesi çıkarılıyor.
Bu madde de: "Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi halinde, çıplak olarak ve beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabileceğ"i belirtiliyor.
O usullerin ise:"Hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak; arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarılır. Bu giysiler de mutlaka aranır. Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir" biçiminde olması gerektiği söyleniyor.
Kural böyle!
Peki ya uygulama nasıl oluyor?
Adli tutuklular kendilerinden istenileni yerine getirmedikleri için çıplak aramanın yasada belirtildiği gibi mi, yoksa farklı mı uygulandığını bilmiyorum.
Bireyin bu arama biçiminden psikolojisinin nasıl etkilendiği konusunda da somut bir bilgiye sahip değilim.
Siyasi tutuklu olup da, her çeşit yaptırıma uyan, kendinden istenildiği için soyunanların da, bu meseleleri açık açık tartışmadığından, hatta bu durumu inkardan geldiğinden; bilgim itiş kakış olmadan arama işleminin yapıldığıyla sınırlı.
Çıplak arama siyasi tutsakların ezici çoğunluğunca kabul edilmediği ve görevli gardiyanlar çoğunlukla bireyi rencide etmeyi onurunu kırmayı amaçlaştırdıklarından; çıplak aramayı reddeden tutsağı kendileri soyuyorlar.
İşin içine zor girince, kaba dayak, tartaklama ve yaralama kaçınılmaz oluyor.
Ve o koşullar da yasanın uygulamaya dair çizdiği çerçeve otomatikman ortadan kalkıyor.
Başta F Tipi hapishaneler gelmek üzere, çıplak arama tüm hapishanelerde tutsaklara dayatılıyor.
46. maddenin çizdiği sınırlar ise, çok nadir uygulanıyor.
Her kural uygulayıcının elince kaçınılmaz olarak daha zulümkar ya da daha insani bir hal alabiliyor!
Çıplak aramada öyle...
Ya da genel olarak arama diyeyim ben buna!..
Yani o an gardiyanlar 46. Maddeyi ve ayrıntılarını dikkate alarak tutsağın onurunu rencide etmemeye özen göstererek mi arama işlemini yaparlar?
O anda arama yaptıkları kadın veya erkek tutsağa uyguladıkları fiziki baskının yanında, cümlelere dökülen tehdit ve şiddetin birey üzerinde yaratacağı travmayı, psikolojik etkisini bir tarafa bırakarak "görev" aşkıyla mı yürürler tutsağın üzerine?
Bunun için siyasi kadın tutsaklar bu hoyratça çıplak aramalardan kendilerini koruyabilmek için sevke giderken hangi mevsimde olursa olsun mutlaka elbiselerini çok sıkı giyerler.
Arama faslını bitirmeden önce belirteyim bütün hapishanelerde süngerli oda bulunduğu biliniyor.
Bakanlık açıklamasında belirtmemiş.
Acaba geziye katılan on köşe yazarından hiç değilse biri basında sıkça bahsi geçen süngerli odayı merak edip, görme talebini dile getirmiş mi?
Merak ettim!
Söz uzadı...
Ve daha yolun başındayız.
Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğim...
Sevgiyle kalın... (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 9 Haziran 2012, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane