Geçtiğimiz günlerde bir vesileyle Cumartesi yazılarımı gözden geçirdim.
Ve yazılarımın genellikle hapishanelerde yaşanan sorunları dile getirdiğini fark ettim.
Bunda bir yanlışlık yok elbette.
Dil ağrıyan dişe gidermiş misali, benim önceliğim de sorunları paylaşmak olmuş!
Hapishane(ler) her zaman başlı başına yokluk ve yoksunluklarla perçinleşmiş baskı ve zulüm politikalarının merkezi olunca.
Hapishanelere dair iyi şeyler düşünmek de, yazmak da pek mümkün olmuyor.
Fakat koşullar ne olursa olsun, buralarda da bir yaşam var!
Demir parmaklıklar ve gri beton duvarlar arasında da olsa, bir yanımız hep hüzün yüklü özlemler biriktirse de, o lanet olası ayrılığın soğuk yüzü her daim yüreğimizi buz kesse de...
Pekâlâ, kendimize güzel, anlamlı yaşamlar kurabiliyoruz!
Yolu demir parmaklıkların bu rafından geçmemiş birileri için dört duvar arasında saatlerin, günlerin ve yılların nasıl geçtiği sorulardan ibaret olsa da.
Yine de ya bir filmden, diziden ya da okuduğu bir kitaptan, haberden yola çıkarak ulaştığı sonuçlar üzerinden hapishanede yaşamayı tasavvur ederler, etmeye çalışırlar.
Yıllar boyunca ziyaretimize gelen ailelerimiz bile daha çok üzerimizde uygulanan baskı ve zulüm politikalarıyla, yoksunluklarımızla ve yasaklarla ilgilendikleri için.
O kısacık görüş saatlerinde kendimize, hapishanedeki günlük yaşamımıza dair anlattığımız her şeyi hafif ama alaycı bir gülümsemeyle karşılarken.
Esasında “anlat, anlat ama beni kandıramazsın” modunda oluyorlar.
Sanıyorlar ki, kendimize dair paylaştığımız her güzel şey; onları mutlu etmek üzere tarafımızdan uydurulmuş “hikâyeler!”
Bir yanıyla çok haklılar.
Çünkü hapishanelerdeki sorunların bir türlü sonu gelmediği gibi…
Baskı ve zulmün, işkencenin en aşağılık, en ağır hallerinin uygulandığı, büyük katliamların yapıldığı zamanlar daha dün yapılmış gibi hafızalardaki tazeliğini koruyor.
19 Aralık katliamının izleri, F tipi hapishanelerde yıllardır uygulanan tecrit politikaları, hasta tutsaklar ve ağırlaştırılmış müebbetliklere dayatılan yaşam koşulları güncel bir sorun iken!
Buradaki günlük hayatımıza dair ailelerimize anlattığımız güzel ya da olumlu şeyler…
Ailelerimiz nezdinde “sen onu külahıma anlat” kabilinden bir tavırla karşılanıyor.
Ki bu da izah etmeye çalıştığım nedenlerden dolayı kaçınılmaz bir durum!
Dışarıdaki biri için her şey bir yana, bir insanın 24 saat günler, aylar ve yıllar boyunca dört duvar arasında nasıl yaşadığı?
Zamanını nasıl geçirdiği?
Ancak yasak ve yoksunluk ortasında neler yaptığıyla başlayan onlara soru bir biri ardına dizilir.
Elbette her dönem Türkiye’de hapishaneler gerçeği bütün bu soruları da, zindancı uygulamaları da içerir ve aşar.
Ancak bilinmelidir ki, en kötü zamanlarda bile hapishanelerde, direnmenin ve firari düşler kurmanın yanı sıra, tutsaklar pekâlâ güzel ve üretken günlük yaşamlar kurmayı da, irili ufaklı bir dolu sevinçler yaratmayı da ağız dolusu gülmeyi de başarmışlardır, başarıyoruz.
Yani hapse düşmek, hapishanede yaşamak dışarıdan göründüğü gibi dünyanın sonu değil!
Tutsaklarla dayanışmak için yürütülen kampanyaların, insanlarda yarattığı F Tipi’ne düşme korkusunu ve geri çekilme halleri/örnekleri asla unutulmamalıdır.
Tabi ki kurulan bu yaşamlar mahpusların, tutsakların hayatla kurdukları ilişkiden, yaşam felsefelerinden apayrı şekillenmiyor.
Özünü buralardan ve direnme geleneğinden alarak, verili koşullar İçerisinde, o koşulları da değiştirmeyi hedefleyen bir biçime bürünürken günlük hayatımız.
Her daim haklarımızı büyütmek ve insan hak ve onuruna yakışır bir tutsaklık talebi, bunun için mücadele etmeyi davranışlarının merkezinde tutmak hayat tarzımızın önemli bir kuralıdır.
Bu nedenle adli tutuklu ve hükümlüler ile siyasi tutsakların hapishane yaşamları birbirinden hayli farklıdır.
Hem hapishaneden hapishaneye farklılıkları da unutmamak gerekir.
Dışarıda “özgür” bir vatandaşa hapishaneyi sevmek çok absürd, deli saçması bir durum olarak gözükse de.
İçeride olan biri için.
Yıllarını hapiste geçirmiş ve geçirecekleri için kesinlikle çok farklı bir tartışma konusudur!
Memlekette neredeyse alfabenin harfleri kadar hapishane çeşitleri var;
Adalet Bakanlığı hapishaneleri boşaltmanın yollarını aramak yerine ha bire yeni hapishaneler açmanın planlarını yapıyor.
Her yıl yeni hapishaneler açıyor.
Bütün bunlar ve daha fazlası meselenin bir yanını oluşturuyor.
Ve tüm hapishanelerde genel olarak aynı kurallar ve yasalar geçerli olsa da.
Yüksek güvenlikli hapishanelerde bu kurallar ve yasalar daha ağır uygulansa da.
Yine de bu yasaları da, kuralları da uygulayanların pratiği ille de çatallaşır, farklılaşır.
Birini pratiğinde bu yasalar da kurallar da daha insani bir hal alırken.
Bir diğerinde çok daha zulümkar, baskıcı ve gayri insani bir uygulamaya dönüşebilir.
Hepsi insan marifeti değil mi diye bir soru yöneltilebilir elbette?
Evet, aynen öyle…
Fakat insan var, insan var!
Hayatın her alanında da öyle değimli?
Hiç beklemediğin bir anda sıradan bir insanın nasıl canavarlaşabildiğini “Kötülüğün Sıradanlığı” eserinde Hannah Aredt çok güzel izah etmiş.
Hapishanelerde de durum değişmiyor yani.
Ama ne kadar kötü, olumsuz koşullar olursa olsun, hapishanelerdeki yaşam da bütün bunlardan ibaret değil.
Ve ben biraz da o gerçeği anlatmak istiyorum.
Hapishanelerde nasıl yaşıyoruz?
Dört duvar arasında günlerimizi nasıl geçiriyoruz?
Şu daracık gri beton duvarlar arasında sevinçlerimiz, dostluklarımız, hayatımız…
Kendimize kurduğumuz ortak yaşamlar!
Ve daha akla gelebilecek soruları…
Yani madalyonun öbür yüzünü de paylaşmak gerektiğini inanıyorum.
Aksi takdirde tablo nasıl tamamlanabilir ki?
Bunun için bir sonraki haftayı bekleyeceksiniz.
Haftaya görüşmek dileğiyle… (FE/HK)
* 24 Ağustos 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane