Pakistanlı bir baba ile İngiliz bir annenin oğlu olarak Londra’da doğan Hanif Kureishi, günümüzün İngiliz edebiyatı içinde bir alt kültür olarak kabul edilen gay kültürü ile muhalif göçmen edebiyatını birleştirdiği ünlü çalışması Benim Güzel Çamaşırhanem’de 80’lerin Londra’sında Pakistan kökenli gay bir İngiliz gencini anlatarak büyük bir çıkış yapar.
İngiltere’de özellikle göçmenlere yönelik uygulanan ayrımcılığı ve baskının ötesinde gelişen cinsellikleri roman ve senaryolarında anlatan Kureishi, Pakistanlı bir İngiliz olarak modern İngiliz edebiyatına dışardan gelenin sesini katarak hem İngiliz edebiyatına hem de bu insanlara yeni düşünce ufukları açar.
Kureishi’nin cinselliğini yeni keşfeden ergenlik çağındaki genç bir Hindistanlı delikanlının –Ali’nin- akrabalarıyla ve babasıyla olan ilişkilerini anlattığı öyküsü “Dokunulmuş” ise, İngiltere’nin sömürgeleriyle olan ilişkilerinin yarattığı kültürel açmazları birey-aile-cemaat ilişkisi üzerinden yansıttığı kadar yazarın çocukluğuna dair otobiyografik unsurlarda taşır.
Yaz tatili için ailesi, Bombay’dan İngiltere’ye gelen 13 yaşındaki Ali’nin onlarla geçirdiği son günü anlatan öykü, ayrıca Hintli bir İngiliz göçmeni olmanın yarattığı kimlik karmaşasını da ortaya koyar. Kendi halinde bir adam olan Ali’nin babası, bir yandan bir hukuk danışmanlığı bürosunda çalışırken bir yandan da zengin erkek kardeşlerinin zorlamasıyla Hindistan’da mektup yoluyla devam ettiği okulla uğraşır.
Göçmen Ali ya da İngiliz Alan Olarak Büyümek
Ancak göçmen olarak yaşadığı İngiltere’de fazla başarı sağlayamadığı için oğlunun gözünde her biri birbirinden daha değerli olan; biri fabrikatör, biri politikayla ilgilenen bir gazeteci, biri de mühendis olan kardeşleri tarafından aşağılanır. Buna karşılık tatile gelen ve kendinden bir yaş büyük kuzeni Zahida ile ilk cinsel deneyimlerini yaşayan Ali için hayat yoksul babasının sağlayamadıklarına rağmen güzeldir.
Özellikle artık istediği zaman amcalarının odasına girebilmesi ve onlarla “yetişkin” bir erkek gibi konuşabilmesi; geleneksel Hint toplumunda Müslüman bir ailenin oğlu olarak Ali’nin, erkekliğe ilk adımı atmasının bir simgesi kabul edilir.
“Ailenin gelecekteki reisi” ve babasının tek çocuğu Ali, bir yandan parasız olmaktan duyduğu utancı kuzeni Zahida’dan saklamaya çalışırken diğer yandan da ailesine ve küfürbaz, kavgacı ve anlayışsız akrabalarına karşı duyduğu öfkeyi gizlemeye çalışır.
En yakın arkadaşı Mike sürekli “ailem iyi benim!” diye tekrarlayan Ali için, Hintli bir ailede erkek kabul edilmenin simgesi olan “büyükleriyle teklifsizce konuşmak ve saygı görmek” kadar, zenginlik de -tüm geleneksel toplumlarda olduğu gibi- bir sosyal mertebe ve yetişkinlik belirtisidir.
Ali’nin yaşadığı baskının kalktığı tek yer ise, ara sıra ziyaret ettiği gözleri görmeyen ve banliyö publarında taşımacılık yapan Bayan Blake’in evidir. “Kör” olduğu için etraftaki çocuklar tarafından alaya alınan Bayan Blake’in sadece sesinden tanıdığı Ali onun için Alan’dır.
Hintli Ali’nin kendince nefes aldığı ve Müslüman bir göçmenden sıradan bir İngiliz gencine dönüştüğü yegane yer olan Bayan Blake’in evi simgesel bir geçiş alanı olarak İngiltere’deki göçmen gençlerin yaşadığı kimlik bunalımlarının çok katmanlılığna iyi bir örnektir.
Ana Kraliçe’den Bayan Blake’e Bir Dokunuş
Bayan Blake’in yanında küçük keyiflerden bahseden ve Hintli bir Müslüman olduğunu söylemeyen Ali için birkaç saatliğine gerçek bir İngiliz olmak müthiş bir durumdur. Bir yandan da, tıpkı kendi ailesiyle paylaşmadığı ve onun çocuk krallığı olan, gizlice kriket oynadığı bahçeye benzer dünyayı görerek değil de hisleriyle algılayan Bayan Blake’in yanında geçirdiği ve müzik dinlediği zamanlar.
Onu son ziyaretinde gerçek kimliğini açıklayan ve aslında Hintli bir aileden geldiğini söyleyen Ali ile babasının bir çay tüccarı olduğunu açıklayan Bayan Blake’in, İngiltere ile eski sömürgesi olan Hindistan’ın, biri göçmen olarak diğeri de fiziksel özrü yüzünden toplum tarafından dışlanan iki bireyinin ilişkisi üzerinden yeniden ve farklı bir şekilde kurulan ilişkisi; öykünün başındaki, “Beşinci Kriket testinin olduğu Cumartesiydi. Hindistan İngiltere’yle oynuyordu Oval’de.” cümlesiyle hatırlatılan sömürgeci İngiliz aristokrasisinin simgesel bir kırılışını da ifade eder.
Kureishi’nin, Müslüman ve Hintli bir aileyi İngiltere’de bir araya getiren bir tatilin son gününe sığdırdığı öyküsü, hemen hemen bütün Müslüman toplumlarda var olan erkeklik ve büyüme ilişkisine ışık tutarken Ali’nin, göçmen olarak bulunduğu bir ülkede yaşadığı kimlik karmaşasını, özrü yüzünden kendi ülkesinde dışlanan bir İngiliz kadınıyla yaşadığı ve cinsellik de içeren büyüme deneyimini de anlatır.
Bayan Blake’le birlikte geleneksel bir Müslüman erkek modeli olmak yerine sıradan bir birey olmayı keşfeden göçmen Ali ya da birkaç saatliğine İngiliz Alan için yaşam aslında sadece “dokunulmakla’ değil kimin, nasıl, ne zaman ve nerede dokunduğuna göre değişir. Çünkü zaten artık “dokunan” geçmişte olduğu gibi ‘Güneş Batmayan İmparatorluğun’ sömürgeci ana Kraliçesi değil, aynı ülkenin kenara itilmiş bir nevi kibritçi kızı olan âmâ Bayan Blake’idir.(YK/EÜ)