Yürütme ile yargının ilişkisi her daim sorunlu olmuştur. Tarihin bir kesitinde, güçler ayrılığı ilkesi ile başka sorunların yanında, bu sorunun da çözümü sağlanmaya çalışıldı. Bunda büyük başarı kazanılmasına rağmen, yürütme ile yargı arasında sıfır sorunlu bir ilişki sağlanamadı.
Bazen 'yargıçlar devleti' etkisi oluştu. Çoğu kez de yürütme gücünün dayanılmaz hükmediciliğinin cazibesiyle/çıkarıyla yargıyı etkilemeye çalıştı.
Gelişmiş demokrasilere sahip olmayan ülkelerde bu ilişkiler, sancılı bir şekilde oluşuyor ve devam ediyor. Bütün bunların siyasal ve hukuki tahlilleri ayrı bir konu.
Ülkemiz özelinde bu ilişkilerin pratik yanlarına değinmekle yetineceğim.
Ülkemizde yürütme ile yargının, öteden beri genel olarak yürütme eksenli bir bağımlılık hattı üzerinden yürüdüğü gerçeğini, bırakalım yasal metinler üzerinden okunmasını, toplumsal pratik gösteriyor. Hele darbe dönemlerinde yargının esas duruşa geçtiğinin tanıklarıyız!
Laf-ı güzaf
AKP hükümetinin yargıyla sorunlu ilişkileri devam ediyor.
Dünün mazlumu AKP yargıdan şikâyetçiyken; bugünün muktediri olan AKP, yargının elindeki terazi üzerinden iktidar gücünün keyfi inşasına soyundu.
AKP hükümeti bu etkinliğinin/ilişkisinin üzerini örtmek için bir klasik olan "yargı bağımsızdır" lafını sürekli tekrar ediyor.
"Yargı bağımsızdır, biz karışamayız" lafı güzel!
Neredeyse bütün hükümetlerin sakıza dönmüş bu argümanının inandırıcılığı nerede?
Öyle ya, daha dün sizlerden birileri, örneğin Tayyip Erdoğan yargılanırken, o günün iktidarı da "yargı bağımsızdır" diyordu ve sizler de "yargı bağımsız değil" diye bağırıyordunuz.
Haklıydınız!
Ancak bugün hükümet olunca, yargının uygulamaları hakkında muhalefet edenleri nobran bir dille susturmaya ve "yargı bağımsızdır, biz karışamayız" diye bağırıp duruyordunuz.
Nereye kadar?
Yargının MİT'e, gel senin ifadeni alacağım diyene kadar!
Ne oldu?
Dosyayı hazırlayan savcı derhal görevden el çektirildi!
Hükümet de, şimdi memuruna özel yasa hazırlıyor!
Madem yargı bağımsızdı, bu savcı neden görevinden alındı?
Peki Deniz Feneri...
Yakın zaman önce Deniz Feneri davasının savcıları da görevden alındı. Ve üstelik onlar hakkında evrakta sahtecilik suçlamasıyla hapis istemi davası açıldı. Bu işlemde hükümetin bir dahlinin olmadığının ve yargı bağımsızdır savunmasının küçücük de olsa, görünüşte bir geçerliliğinin olduğunu varsayalım.
Velev ki Deniz Feneri savcılarını, hükümetin en ufak bir anıştırması, kaş göz işareti olmadan HSYK görevden aldı!
Ya şimdi?
MİT'e dava açan ve ifadeye gelmeyince de tutuklama çıkaran savcıyı görevden aldınız.
Demek ki yargıya müdahale edilebilirmiş!
Son günlerdeki gelişmeler, hükümetin yargı bağımsızdır sözünün tuzla buz olduğunun resmidir.
Bu resmin ortasında KCK davaları hoyratça duruyor.
Dün şiir okuduğu için yargılandığına haklı olarak isyan eden Başbakan Erdoğan, bir pankart üzerine yargılananları, terörist olarak görebilir. Tutuklanan gazeteciler için de öyle demediler mi? Hani yargı karar verene kadar birileri için suçlu denilemezdi?
Cemaatin polis üzerinden hükümetle çatışması ne demek?
Hukuksuzluk bumerang gibidir
Son günlerdeki gelişmeler üzerine, medyada bu tür tahlillere daha sık rastlar olduk.
Hükümet, yargı, MİT ve cemaat üzerine epeyi yazılar yazıldı, yazılacak da...
Ama hukuksuzluk bumerang gibidir; bir gün dönüp fırlatana çarpması muhtemeldir.
Nitekim polis ve yargının uygulamalarını bir hafta öncesine kadar canla başla savunan hükümetin, aynı güçlerin kendine dönük bir ayar verme girişimi karşısında düştüğü durum, komedi maskeleriyle oynanan drama benziyor!
Ancak aynı güçlerin başka kesimlere yaşattıkları dramları ağzı doldurarak, kelimeleri vurgularla boğarak konuşup görmezden gelmenin, muhalif duruşları terörizmin boyacı küpüne batırmanın vebalini başta Başbakan Erdoğan olmak üzere bu hükümetin düşüneceğini de sanmıyorum!
Dediğim gibi, gündem bu yazılara kesmiş durumda.
Ancak bildiğim kadarıyla bunların hiçbirinde devletin polis gücünün bir cemaatin eline geçmesinin anormalliğinden ve böyle bir durumun tehlikeli potansiyelinden söz eden olmadı.
Tersine, polis teşkilatının Gülen Cemaati'nin eline geçmesinden, yargının bir bölümünde cemaatin etkin olduğundan normal bir durummuş gibi söz edilmesi hayret verici, acı ve tehlikeli!
İnsanların can ve mal güvenliğinden sorumlu emniyet teşkilatı ile adalet tesis etmekle yükümlü yargı kurumunda hangi ölçütler, hangi değer yargıları işleyecek?
Hukuk bunların neresinde olacak?
Cemaatin devlet organlarındaki bu egemenliğinin kanıksanmış olması ve hatta devletin diğer kurumlarıyla güç alanı çatışmasına girmesi, olağanüstü değil midir?
Japonya'da polis gücünün falan tarikatın yönetiminde, ABD'de yargının filan cemaatin etkinliğinde olduğuna dair bir habere hayret edilir veya müstehzi bir gülümsemeyle o ülkeye dair kestirmeden bir eleştiri yapılabilir değil mi?
Ancak bizzat kendi ülkemizde yaşanan bu hadiseler kanıksamış halde; şaşırmadan veya bu nasıl olabilir sorusunu sormadan, kabul edilmiş veriler üzerinden tahliller yapılıyor.
Ne olmalı?
Yasama, yürütme, yargı, devlet ve onun kurumları ve bilcümle toplumsal yapımızın dallı budaklı sorunlarının temelinde birbirine bağlı birkaç sorun bulunduruyor.
Kürt sorunu gerçekliği ve onun aldığı biçimler, devlet örgütlenmesi ve siyasal hayatın yönlerini belirleyen bir mıknatıstır! Bu sorunu çözmeden demokratikleşme mümkün değil. Kürtlerin özgür olmadığı bir ülkede Türkler de özgür olamaz!
Ve bu yazı görüldüğü üzere hiçbir kurumu savunmayı, kurumlar/kişiler arası bir tercihi belirtmiyor. Yalnızca devlet denilen yapının vahametine bir açıdan parmak basmaya çalışıyor ve ekliyorum: Mesele devleti demokratik bir hukuk temelinde yeniden düzenlemekten geçiyor.
Kürt sorunu çözülmeden bunun mümkün olmadığı aşikâr. Demokrasi talep etmek, bu yönde mücadele vermek, her şeyden önce Kürt muhalefetiyle de güçbirliğinden geçiyor!
Demokratik bir yapı inşa edildiğinde, o zaman cemaatin polisinden, hükümetin yargısından, filanın MİT'inden söz edilemez. (HŞ/HK)