“Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: Bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız?”
Nietzsche
Son günlerde birçoğumuzun kanını donduracak şekilde birtakım temelsiz gerekçelerle, “uygarlık” adı altında sokakta yaşayan köpekleri öldürmekten söz ediliyor. Birçok kişi bu durumu protesto etmek ve durdurmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kimimiz eylemlerde sesini duyurmaya çalışıyor, kimimiz imza kampanyaları yapıyor, kimimiz sosyal medyadan çağrılarda bulunuyor, örgütlü olanlar bu örgütlülük çerçevesinde vahşete dur demek için çaba sarf ediyor.
“Adalet, güçlünün işine gelendir”
Pazar günü sokaktaki köpek dostlarımızla ilgili “Adalet Mitingi” adı altında çağrı yapılan mitinge katıldım. Hepimiz Eros gibi dövülen, sövülen, aç bırakılan, cinsel şiddete uğrayan, spor adı altında avlanan, çeşitli şiddet biçimleriyle yüz yüze bırakılan sokaktaki ve diğer hayvan dostlarımız için “adalet” istedik.
Thrasymakhos’a göre, “Adalet, güçlünün işine gelendir.” Hangi adaletten bahsediyorduk? Doğanın kendi adaletinden mi? Yoksa diğer tür hayvanlara istedikleri gibi davranma hakkını kendinde bulan ve adil, hakkaniyetli olanın ne olduğuna kendileri karar veren insanların adaletinden mi? Kimden adalet istiyorduk? İronik bir şekilde adında “adalet” geçen ama bundan bihaber olan iktidar partisinden mi? Anladığımız adalet aynı mıydı? Yine de sokaktaki köpek dostlarımız için susmadığımızı, burada olduğumuzu göstermek için çağrımızı yaptık.
Genci yaşlısı, çoluğu çocuğu, esnafı işçisi, zengini yoksulu, sağcısı solcusu her kesimden insan #SokaktayımYanındayım demek için Yenikapı Meydanı’ndaydı. Birçok şehirden insanın geldiği oldukça kalabalık bir mitingdi. Tüm Yenikapı Meydanı, “TOPLAYAMAZSIN! HAPSEDEMEZSİN! ÖLDÜREMEZSİN! ÖLÜM YASASINA HAYIR!” diye haykıran kalabalığın sesiyle inledi. Tüm konuşmacılar, sokaktaki köpek dostlarımız için iktidara “Yapamazsın!” diye isyan etti. “Yapmamalısın!” diye çağrıda bulundu. Vicdanlara seslendi.
Kimin vicdanı? Kimin merhameti? Hangi vicdan? Hangi merhamet?
Çoğumuz hayvansever olduğumuzu söyleyerek iyi niyetli girişimlerle vicdanlara, merhamet duygusu olanlara seslenerek onları sokaktaki köpekleri, sokaktaki canları korumaya davet ediyoruz. Ancak konu ne vicdan ne merhamet meselesi. Konu diğer türdeki hayvanları, atı, eşeği, kediyi ya da köpeği sevmek ya da korumak da değil. Konu bir “sınıf” meselesi, konu bir “hak” meselesi, en önemlisi son kertede konu asıl olarak “türcülük” meselesi.
Arapça “rhm” kökünden gelen merhamet, “acıma, şefkat” anlamındadır. TDK kelimeyi “bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma” olarak tanımlıyor. “Vicdan”ı ise şöyle tanımlıyor: “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan duygu.”
Burada “kişinin kendi ahlak değerleri” ifadesi gözümüzden kaçmasın. Demek ki kişi kendi ahlaki değerleriyle hareket edecektir. Dolayısıyla bir davranışın vicdanlı olup olmadığı ya da ne kadar vicdanlı olduğu tartışmalı bir konu olacaktır. Sokak köpeklerini “uyutma” adı altında “öldürmek” birileri için vicdan meselesi değilken hatta vicdanlı bir durum iken, bugün kendi sosyal medya hesaplarından yayınlar yapan, her gün sokakta köpek dostlarıyla bekleyen biz diğerleri için vicdansızlık. Görüldüğü gibi iş merhamet ve vicdana kaldığında keyfilikten söz etmek mümkün. Kimin vicdanı? Kimin merhameti? Hangi vicdan? Hangi merhamet?
Gücü yeten güçsüze dilediği gibi davranır
Hayvanları korumak, vicdan duymak, merhamet göstermek vb. farkına varmasak da insan merkezciliğin bir uzamı olarak baş gösteriyor. “bir hayvanı korumak”, “bir hayvana sahip olmak”, “vicdan duyma”, “merhamet gösterme” vb. ifadeler hiyerarşi kurar. Hiyerarşik olarak üstte görülen koruma işlevini üstlenir, vicdana, merhamete gelir. Bu türden kavramlarla dili kurduğum zaman en baştan insan türünün diğer hayvan türlerinden üstün olduğunu kabul ediyorum demektir ki zaten çarpık, eksik bir düşünceyle konuya giriş yapıyorum demektir.
Hiyerarşik olarak kendini üstte gören elinde bulundurduğu güçle “öteki” gördüğüne canı istediğinde istediği şekilde davranma serbestisine sahip olur. Yani keyfi hareket eder. Yani gücü yeten güçsüz olana dilediği gibi davranır. Değerler çarpıtılır.
Güçlü olan bugün diğer hayvanlara yarın göçmenlere, kadınlara, çocuklara, yaşlılara, engellilere, eşcinsellere, akıl sağlığı bozuk olanlara, yoksul olanlara -listeyi uzatabiliriz- dilediği gibi davranıp hedef göstererek yok edilmesini neden olacaktır. Bu saydığımız kesimlerden biri için yarın “Toplum için tehlikelidir, toplumdan temizlenmelidir, uyutulmalıdır!” denmeyeceği ne malum. Bu senaryo bazılarımıza çok abartılı gelebilir ancak durum çok da abartılı değil. Bu nedenle vahşetin en çıplak hali olan bu durum sadece sokakta yaşayan köpeklerimizin meselesi değildir. Hepimizin meselesidir. Mesele politiktir.
İnsan türü diğer hayvan türlerinden sadece biri
Sokak köpekleri özelinde, diğer hayvan türlerinin haklarının eşitliği çerçevesinde ilişki kurmak; daha ilk çocukluk çağından itibaren çocuklara insan türünün diğer hayvanlarla farklarına rağmen diğer hayvan türlerinden biri olduğunu ve doğadaki diğer türlerin üstünde değil onlarla aynı olduğunu; türlerin farklılığına saygıyı ve eşit yaklaşımı öğretmek gerek. Nasıl ki bir insanı sevmesek de haklarına saygı gösteriyorsak bir hayvanı sevmesek de haklarına saygı göstermeyi öğrenmemiz gerek. Kaldı ki köpek dostlarımız diğer hayvan türleri gibi biz insan türünün çok da uzak olmayan akrabaları.
Biyolojik sınıflandırmada altı grup alem var. Bunlar bakteriler, arkeler, protistalar, bitkiler, mantarlar ve hayvanlar. İnsan türü, hayvanlar (ANIMALIA) alemine dayanıyor. Yani insan alemi diye bir alem yok. İnsan türü hayvan aleminin içinde bir türden ibaret olduğu ve bir yaşam formunun oluşumu, diğer tüm yaşam formlarının oluşumuna ayrılmazcasına bağlı olduğu içindir ki insan türünün diğer hayvan türlerinden üstün olduğu gibi bir düşünce biçimi sakattır.
İNSAN: ANIMALIA aleminin CHORDATA şubesinin MAMMALIA sınıfının PRIMATES takımının HOMO cinsinin HOMO SAPIENS türü.
Bu biyolojik sınıflamada türden cinse, takıma, sınıfa ve son kertede aleme doğru çıktıkça homo sapiens denilen insan türü hayvanın kedi, köpek, fare, zürafa, aslan, eşek, sincaptan tutun da balina, yunus ve adını bilmediğimiz bir çok deniz hayvanına kadar hepsiyle akraba olduğunu görüyoruz. İnsan türü, at, köpek, kuş, balık, ahtapot vb. birçok hayvan türü gibi hayvanlar aleminin bir parçası.
Yani biyolojik anlamda son kertede İNSAN=HAYVAN
Peki aynı köke dayanmasına, akrabalığına rağmen ne oluyor ya da nasıl oluyor da insan türü hayvan, kendini diğer tür hayvanlardan ayırıp onlardan üstün olduğunu iddia ediyor? Aslında bugün işi “köpekleri uyutmak” adı altında toplu katliamlara vardıran durum çok eski bir düşünce geleneğine kadar dayanıyor.
Bir üstünlük miti: Hümanizm
İnsan türünün diğer hayvan türlerinden üstün olduğu miti hem batı felsefe geleneğinde hem de doğuda kendine yer bulmuştur. Ta antik çağdan itibaren kendine yer bulan bu inanış temellerini insanın ruhlu, rasyonel bir tür olmasından ve belki bunun bir uzantısı olarak kültür yaratmasından alır. İnsan rasyonel ve kültür yaratan bir varlıktır. Akli ve ahlaki bir fenomen olarak öne çıkarılan kültür, insan türünün kendini doğadan ve diğer hayvan türlerinden ayırmasının ve kendini özgürleştirmesinin bir aracı olarak görülür.
Her ne kadar insan türünün üstünlüğü kavramı çok eski dönemlere kadar gitse de coğrafi keşifler; matbaayla birlikte bilginin yayılması; teleolojik evren tasarımının reddedilmesi ve dönüştürülmesiyle Hıristiyanlığın zayıflayarak güç kaybetmesi; yeni bir evren/doğa tasarımıyla mutlak bir hümanizm düşüncesinin doğması; kent burjuvazisinin zenginleşmesiyle yükselen kapitalizm; gelişen ticaretle birlikte tekniğe duyulan ihtiyacın artması; siyasi otoritenin ulus devletlerle kendini göstermesi gibi gelişmelerle birlikte insan türünün üstünlüğü kavramı da giderek pekişmiştir.
Hristiyanlığın Tanrımerkezci yaklaşımının yerini insanı ön plana çıkaran, insanı üstün gören “insanmerkezci” yaklaşım aldığı içindir ki “Tanrı öldü!” diye haykırır Nietzsche. Asıl pik noktasını Aydınlanma ve Descartes’le bulan insan türünün üstünlüğü kavramsallaştırması kapitalizm desteğiyle katmerlenmiş ve -her ne kadar türcülük karşıtı gelişmeler olsa da-günümüz neoliberal tüketici toplumu koşullarında doruğa ulaşmıştır. İnsan türü kendini değer olarak canlılar hiyerarşisinin en tepesine koyarak diğer hayvanlara istediğini yapabilme hakkını kendinde bulmuş; diğer hayvanları türlü nedenlerle kolaylıkla öldürüp katledebilmiştir.
Konuya bir sonraki yazımızda başka boyutlarıyla değinmeye devam edeceğiz. Şimdilik Brecht’le noktayı koyalım:
“İyi insan olacağınıza,
Öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!”
(AK/VC)