Kulaktan kulağa yayılan bir takım efsanelere göre bir felsefe dersinde sınav sorusu olarak, “bana bu sandalyenin olmadığını kanıtlayın” der öğretmen. Sınıftakilerin çoğu haldır huldur yazarken bir öğrenci tek bir cümle yazıp kağıdını teslim eder.
“Hangi sandalye?”
Şimdi gelin o sandalyeyi bulmaya çalışalım. Her arayışta olduğu gibi bu arayışta da bulmama ihtimali var.
Bir dönem Amerika'nın çoğu eyaletinde kullanılmış olan idam aleti elektrikli sandalye, aradığımız sandalye olabilir mi?
1880'li yıllarda doğru akımın mucidi Thomas Edison elektrik piyasasının tek hakimiydi. Nikola Tesla alternatif akımı icat ettikten sonra tahtı sallanan Edison, alternatif akımın tehlikeli olduğuna dair dönemin tanınan kişilerini de kullanarak reklam ve afişler yaptırmış. Yardımcısı Harold Brown'la beraber alternatif akımı hayvanlar üzerinde denemişler. Bu deneylerden elde edilen gözlemler sonucunda da Brown, elektrikli sandalyeyi tasarlamış. Bu buluştan sonra dönemin infaz komisyonu da idam için elektrikli sandalyenin bir öldürme aracı olarak / asmaktan daha masum olduğuna onay vermiş.
İnfaz komisyonu onay verir vermez kullanılmaya başlanmış.
Sandalye arayışımızın ilk durağı olan elektrikli sandalyenin hafızalarda yer etmiş birçok öldürme vakası var.
Bunlardan George Stinney'in hikâyesi şöyledir: İki beyaz kız çocuğunu öldürdüğü gerekçesiyle siyah çocuk George Stinney, 14 yaşında, yıl 1944, elektrikli sandalyeyle idam edilen en genç Amerikan vatandaşı olur. Davadan 70 yıl sonra George Stinney, savunma hakkı elinden alındığı ve kanıt olmadığı gerekçesiyle manevi olarak serbest kalır. (14 Aralık 2014)
Elbet belirtmem gerekir ki o gün mahkemedeki jüri üyelerinin tamamı beyazdı.
Adaleti sağlama aracı olarak kullanılan sandalyeden, Rizeli mucitin tasarladığı görünmeyen sandalyeye geçmek istiyorum. Kıyafetin altına giyilen ve oturunca kendiliğinden sandalye olan bu ilginç buluşta, özel bir malzemeden üretilen aparat, oturma hareketi yapar gibi bir baskı ile karşılaştığında baskı yönünde eğilerek katılaşıyormuş. Taşınması bu denli kolay olan, görünmez sandalyeye ne oldu açıkçası bilmiyorum.
Taşınma kolaylığı demişken parkları, çayır çimeni, plajları renk renk dolduran plastik, ahşap ve metalden yapılmış açılır kapanır sandalyelerden bahsetmemek olmaz. Çocuklar için olanından tutun da, içecekleri yerleştirmeye yarayan bölmesi olanlara kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip bu sandalyeler; daha çok yazlık bölgelerde dikkatimi çeker.
Plaja yakın yazlığı olan orta hallinin sevdiği hareketlerden biridir, elinde açılır kapanır sandalye; günün ilk ışıklarıyla plajın en temiz yerine dükkanı açarlar. Bütün gün o sandalyelerin üstünde etrafa bakmaktan hoşlanan, genellikle orta yaş üstü emekli insanımızın, fellik fellik gezen emekli uzakdoğululara bakışını hep merak etmişimdir.
Fazla merakın başa bela olacağını nasihat eder büyüklerimiz. Bilim de merakın zaruretinden dem vurur. Şimdilik büyüklerimiz ve bilimin çatışan söylemlerini karşılaştırmak gibi bir niyetim yok. Sonra neden olmasın!
Sanat ve bilimsel çalışmaları plastik beyaz sandalyelerin tepesinden izlemek; şuan bunu anlatmak istiyorum. Ekonomik ve hafif olmaları nedeniyle neredeyse her tarafta göze çarpan plastik beyaz sandalyeler; oyunların sahnelendiği, şarkıların söylendiği, yazarların ve bilim insanlarının konuştuğu platformların hemen önünde seyircinin oturması için önceden hazır edilirler. Özenle hazırlanmış bir tiyatro oyununda dekorun bir kaç metre ötesindeki beyaz, kalabalık, eğreti duruşları sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Yazarların da “yalnızlık”, “hüzün” gibi kavramları dikkat gerektiren bir hassasiyetle metnin içine yerleştirmesine yardım eden sandalyeler vardır.
Bu sandalyelerden biri; Sait Faik Abasıyanık'ın “Kış Akşamı, Masa ve Sandalye”, öyküsünde yaşar. Bahsi geçen sandalye, “insan bekleyen” sandalyedir. Niye uzatıyorum ki! İşte sandalye! İşte öyküden küçük bir paragraf:
“Bu boş sandalye birdenbire doluvermeli. Kim gelip oturmalı? Hiç kimseyi istemiyorum. Ama sandalye... Bir insan bekler gibi duran sandalye? Onu yapan sandalyeci yaman adammış doğrusu. Sandalyeye insan bekletmesini bilmiş.”
Öykü ustası yazar böyle demiş. Daha başka yazar ve şairler de sık sık sandalyelerin bahsini ederler. Mesela Cahit Sıtkı Tarancı ‘da şöyle der:
“Otur ki sandalye hatırlasın
Sandalye olduğunu.”
Sandalyenin edebiyattan bilime, bilimden eğlence sektörüne, kahvehaneden eve, evden çalışma odalarına, çalışma odalarından parklara uzanan yolculuğunda bir de; yürüme kabiliyetini doğuştan ya da sonradan kaybetmiş insanların yaşamına uzanan çok kıymetli bir işlevi vardır.
Felsefe öğretmeninin öğrencilere sorduğu sorudan başlayarak bir kaç sandalye ve işlevini aktarmaya çalıştım. Simdi tekrar sormak istiyorum:
Hangi sandalye?
Siz sualin cevabını düşünürken bu yazıyı yazmama vesile olan sandalyeyi anlatayım.
Ahşap, eski olan görüntüsüyle dikkatimi ikinci el eşyaların satıldığı bir dükkanda çekti. Hemen fiyatını sordum. Hevesli alıcı durumundaki heyecanlı tavrım fiyatın uçmasına neden oldu. Ya da bu ara satıcıların ekonomiyi bahane edip bire aldıklarını ona satmasına denk gelmeyen yoktur. Kısacası fiyatı yüksekti. Ama sandalyeyi sevmiştim, aldım. (GB/HK)
Kaynaklar:
Cahit Sıtkı Tarancı: Çilingir Sofrası, Otuz Beş Yaş, Can Yayınevi
Sait Faik Abasıyanık: Kış Akşamı, Masa ve Sandalye; Öyle Bir Hikâye, Yapı kredi Yayınları