Reuters yeni bir endeks hazırlayarak Avrupa’nın en yenilikçi 100 üniversitesini saptadı. Belçika’daki Leuven Katolik Üniversite’sinin birinci sırayı aldığı listede birbirinden çok farklı özellikler taşıyan üniversiteler bulunuyor. İçlerinde devlet üniversiteleri de var, özel üniversiteler de. 900 yıldan yaşlı olanlar da var, 10 yıldan yeni olanlar da. Büyük kentlerde kurulanlar, kırsal bölgelerde yerleşenler, Katolikler, sekülerler, her çeşit üniversite var.
Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden üniversiteler bu listeye girmeyi başarmış. Listede nüfusu 5 milyonun altında olan İrlanda’dan bile 3 üniversite var. Buna karşılık kıtanın en kalabalık ülkelerinden olan Türkiye’den hiçbir üniversite en yenilikçi 100 üniversite arasına girmeyi başaramamış. Reuters 2015 yılında dünyanın en yenilikçi üniversiteleri listesini hazırlamış, orada da Türkiye’den hiçbir üniversite yok.
Aslında bu tür listeler, endeksleri hazırlarken kullanılan değişkenlere göre farklılık gösterebiliyor. Nitekim üniversitelerin gelişkinliğine, kalitesine ilişkin çeşitli sıralamalara zaman zaman Türkiye’den de bazı üniversitelerin girdiği biliniyor. Ancak genel olarak, Türkiye üniversitelerinin benzer listelere ya hiç giremediğini ya da arada sırada birkaç iyi bilinen üniversitenin kendine yer bulabildiğini görüyoruz. Üçü beşi dışındaki üniversiteler, ilk 100 bir yana ilk 500’de bile pek yer alamıyor.
Bu pek makul bir durum sayılamaz. Üniversite Türkiye’nin çok yabancı olduğu bir kurum değil. Harran’da dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu gibi efsaneler ve medreselerin çok değerli bilim yuvaları olduğu gibi boş laflar bir tarafa, bu ülke Darülfünun’dan bu yana üniversite kavramı ile tanışıyor. Kamu bütçesinden üniversitelere önemli bir kaynak ayrılır, sürekli yeni üniversiteler kurulur, yeni ve güzel kampuslar yapılır.
Özellikle son yıllarda üniversite sanki meslek kazandırma kursu veya sağlık ocağı gibi yurt sathına yayılması gereken bir yatırım konusu olarak görüldü, çok sayıda üniversite açıldı. Öte yandan özel sektör de büyük, küçük, yeterli yetersiz demeden alelacele yeni üniversiteler kurmaya başladı. Bu yıl üniversite sayısı 193’e ulaştı. Yeni üniversite yatırımları sürüyor.
Üniversite yatırımı da diğer yatırımlardan farklı değildir. Tıpkı tekstil fabrikası veya manav dükkanında olduğu gibi, birileri yatırım kararı alır, emek ve sermayeyi bir araya getirir, yatırımını yapar. Doğru dürüst bir üniversite kurmak için ciddi bir sermaye ve öteki yatırımlara göre biraz daha nitelikli bir emek bulmak gereklidir tabii. Türkiye’de hem devletin kaynakları bunları sağlamaya yetmektedir hem de bu üretim faktörlerini bir araya getirebilecek güçte şirketler vardır.
Peki neden bu ülkenin üniversiteleri de dünyada adı geçen, değer verilen kurumlar arasına giremiyor. Bu durum, Türkiye’de genel olarak birçok yatırımda rastlanan bir sorundan kaynaklanıyor olabilir. Bu da “know-how” kavramının ciddiye alınmamasıdır. Bir ürünün veya üretim sürecinin en uygun, en başarılı, en rasyonel şekilde örgütlenmesini sağlayan bilgi ve deneyim birikimine know-how deniyor.
Türkiye hemen hiçbir konuda başı çeken, yaratıcı bir ülke olamadığından, bir yatırıma girişirken konuyu iyi bilen ülkelerden veya firmalardan know-how almak zorundadır. Haddini bilen kuruluşlar bir yatırıma giriştiğinde –gerekirse ayrıca ödeme yaparak- know-how satın alırlar. Fakat genel eğilim başbakanın da bir konuşmasında belirttiği gibi “fazla kafayı takmamak”tan yanadır. Bu yüzden girişimcilerimiz tekstil işini bırakır, organik tarıma başlar, sonra onu da bırakıp inşaatçı olur. Know-how gereksiz bir titizlikten ibarettir.
Üniversitelerde de toprak, sermaye ve emek konusunda çok ciddi sorunlar olmamasına karşın başarılı olunamamasının know-how eksikliğinden kaynaklandığını sanıyorum. Yani, üniversiteleri kuran devlet yöneticileri ve vakıf yöneticileri bir üniversitenin nasıl çalışması, işlemesi gerektiğini bilmiyorlar. Daha doğrusu üniversite kavramının ne anlama geldiğinden haberleri yok.
Bunu kanıtlamak kolay değil ama çeşitli göstergelerden hareketle tahmin edebiliriz. Örneğin üniversitelerde intihal konusunun araştırmalarla kanıtlandığı halde ciddiye alınmaması önemli bir göstergedir. Üniversite yönetimlerinin öğretim üyelerinin görüşlerini belirtmesini suç olarak kabul etmesi daha da önemlidir. Bunlara, son günlerde bir üniversite mensubunun namaz kılmayanların hayvan olduğunu söylemesi gibi sakillikler eklenebilir. Aslında haksızlık etmemek lazım, üniversiteler yeni değil, epey zamandır bu halde. 1980’li yıllarda üniversitelerden 1915 yılında Ermeni soykırımı olmadığını kanıtlamaları açıkça istenmişti.
Bu bağlamda, hep beraber cübbeleri giyerek fahri doktora dağıtma törenleri tertiplenmesi de zikredilmeli. Yine 1980’li yıllarda Kenan Evren’e fahri doktora verilmişti, o da doktora töreninde ders vermeyi düşünmediğini söyleyerek yüreklere su serpmişti. Aynı üniversiteler şimdi de Tayyip Erdoğan’a doktora veriyor. Onun ders verip vermeyeceği belli değil.
Bütün bunlar bir yana, bu ülkeyi yönetenlerin üniversitenin ne demek olduğunu bilmediklerinin en iyi göstergesinin üniversite adları olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki üniversite adları ile Avrupa’nın üniversitelerinin adlarını karşılaştırınca bu durum iyice ortaya çıkıyor.
Türkiye’de 193 üniversite var. Bunlardan 12’sine padişah, sultan adları verilmiş. Kuruluş sırasıyla Osman Gazi, Fatih, Alpaslan, Karamanoğlu Mehmetbey, Melikşah, Yıldırım Beyazıt, Fatih Sultan Mehmet, Süleyman Şah, Orhan Gazi, Alaaddin Keykubat, Kanuni, Murat Hüdavendigar üniversiteleri.
Anadolu’da hüküm sürmüş hanedanların adını alan iki üniversite var; Selçuk ve Artuklu. Osmanlı dönemindeki fethin tarihini alan bir üniversite; 29 Mayıs. Komutanlık niteliğiyle öne çıkan Selahaddin Eyyubi, Gazi Osman Paşa, Karatekin (Çankırı’yı alan yiğitmiş) adlarında üç üniversite. Hanedan mensuplarından Bezm-i Alem ve Şeyh Edebali’nin adlarının verildiği iki üniversite.
Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak; Atatürk, Gazi, Mustafa Kemal, 100. Yıl, Dumlupınar, Kocatepe üniversiteleri ile aynı döneme ait tarihleri belirten Samsun 19 Mayıs, İzmir 9 Eylül, Çanakkale 18 Mart, Kilis 7 Aralık, Bandırma 17 Eylül üniversiteleri. Bunlara aynı döneme ilişkin Sütçü İmam Üniversitesini de eklemek şart.
Sonra cumhurbaşkanları ve başbakanlar geliyor; İnönü, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Abdullah Gül, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan üniversiteleri.
Haksızlık etmemek için bir üniversiteye adının verilmesinde tuhaflık olmayan tarihi isimleri de ekleyelim; Mimar Sinan, Ahi Evran, Mehmet Akif Ersoy, Namık Kemal, Korkut Ata, Piri Reis, Karatay, Mevlana, Katip Çelebi, Biruni, İbni Haldun, Hacıbektaş.
Bir üniversiteye neden Sütçü İmam ismi verilir diye sormanın anlamı yoktur, hemen ne kadar değerli ve fedakar bir insan olduğu anlatılır. Bir şehirde yapılan savaşın üniversite kavramıyla ilişkisini sormak da gereksizdir, o önemli bir tarihtir ve sonsuza kadar anılacaktır, o kadar. Bütün padişah isimlerinin üniversitelere verilmesi kadar doğal bir şey olamaz, onların hepsi de bilmemkaç lisan bilen alimlerdir.
Şimdi de Reuters’in listesinde üniversitenin ne demek olduğunu bilen Avrupa ülkelerindeki üniversite adlarına bakalım. Bunlardan büyük çoğunluğu içinde bulunduğu şehrin veya bölgenin adını almış. Adı bir olayın, savaşın tarihi olan üniversite hiç yok. Yedi üniversiteye bilim adamları ve düşünürlerin adları verilmiş; Pierre & Marie Curie, Erasmus, Humboldt, Diderot, Johannes Gutenberg, Paul Sabatier, Friedrich Schiller üniversiteleri.
Bir üniversiteye hanedan ismi verilmiş; Polonya’dan Jagiellonian Üniversitesi, 1364 yılında Jagiellonian hanedanı tarafından kurulmuş. Devlet adamı adı verilen iki üniversite var; Heidelberg Üniversitesinin tam adı Ruprecht Karls Üniversitesi, 1386’da kuran Kont I. Rupert ve 1803’de bir kamu kurumuna dönüştüren Dük Karl Friedrich’in adları verilmiş. Bir de Eberhard Karls Üniversitesi var; bunun adı da 15. ve 19. yüzyıllarda üniversiteyi kuran iki yerel yöneticiden geliyor.
Normal ülkelerde devlet insanlarının adını üniversitelere vermek istisnai bir durumdur. O durumlarda da genellikle ismi verilen kişilerin üniversite ile bir ilişkisi olması beklenir. Bunun derin bir anlamı da yoktur, basit bir mantık meselesidir. Konser salonuna futbolcu adı vermemek gibidir. Gerçi bizim ülkemizde üniversiteler bir tarafa, hiçbir konuda bu tür mantıki bağlantılar aranmadığı da açık. Ankara’da bir alışveriş merkezinin, bir otoparkın ve bir futbol takımının adı Osmanlı. Yine de insan bir üniversitede hiçbir şey olmasa bile hiç olmazsa mantık olmasını arıyor. (BD/HK)