Bu seferki anayasa "sivil" olacak deniyor. Aslında bir anayasaya "sivil" denmesi onun siviller tarafından hazırlanması anlamına gelmiyor. Burada sivillikten anlamımız gereken, hem Anayasa'nın hazırlanma sürecinde uygulanan yöntem, hem de hak ve özgürlükler açısından sahip olduğu içerik. Başka bir ifadeyle, sivil anayasadan kastedilen yurttaşların hazırlık sürecine doğrudan katılımının gerçekleştirildiği, devleti ve otoriteyi kutsayan değil hak ve özgürlükleri esas alan bir hukuki metin...
Anayasalara kişiliğini veren şeyse devletin yapısını, sistemini, devlet organlarının işleyişini düzenlemesinin ötesinde, temel hak ve özgürlükleri tanımlayan devletle yurttaş arasında yapılmış bir toplum sözleşmesi ve bu anlamıyla özgürlükleri koruma ihtiyacından doğmuş üst hukuk normu olması.
Sivil bir anayasada demokratik katılım, bu anlamıyla olmazsa olmaz unsur...
Anayasa'nın yapılış sürecinde demokratik katılım yoksa, birileri tarafından hazırlanıp," hadi onayla" diye halkın önüne getirilmişse, yurttaşın rolü sadece halk oylamasıyla sınırlıysa bu Anayasa'ya sivil anayasa demek, koca bir palavradan başka bir şey değil.
Palavradan sivil anayasa
İktidar partisinin "sivillik " algılamasının oldukça farklı olduğu, 22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından başlatılan anayasa tartışmalarında ilan edilen takvimde ortaya çıktı.
Doğrusu, yeni Anayasa'nın bir kurucu mecliste hazırlanmasıdır. Ancak 1982 Anayasası'nın 175.maddesi buna engel. 175.madde değişikliğiyle Anayasa taslağı hazırlamakla görevli bir Kurucu Meclisin oluşturulmasının yolu açılabilirdi.
Ama böyle bir irade ne siyasi iktidarda, ne muhalefet partilerinde var. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla AKP'nin iradesi, bir grup akademisyen tarafından hazırlanan Anayasa taslağı üzerinde parti grubu olarak gereken değişiklikleri yapmak ve sonra metni kamuoyuna açıklamak. Son aşamadaysa, sayısal güce dayanarak Meclis'ten geçirmek ve 2008'in ilk yarısında halk oylamasına sunmak.
Eğer niyet buysa, bu tablo, demokratik bir süreci değil "Biz bir anayasa hazırlayalım siz ister kabul edin, ister kabul etmeyin " anlayışını yansıtan "palavradan bir sivil anayasanın" 2008 yılı içerisinde önümüze geleceğini gösteriyor.
Darbecilerin anayasa anlayışı
Anayasanın ne anlama geldiğinin iktidar partisi tarafından anlaşılamaması demokratik bir olgunlukla karşılanabilir, ancak böyle bir anlayışın hazırladığı anayasanın toplumun demokratikleşmesine ve sivilleşmesine ne ölçüde katkı sağlayacağını tahmin etmek de güç değil.
12 eylül darbecileri "1982 Anayasası eğer halkın onayını almazsa ne yaparsınız?" sorusuna, "Halk bu anayasayı kabul etmezse, askeri yönetimden memnun oldukları anlamına gelir, bizler de yönetmeye devam ederiz" cevabını vermişlerdi.
"Darbeciler Türkiye'nin demokratik yaşamına ne ölçüde katkı yapmışsa, bu anlayış da sivilleşmeye ve özgürleşmeye o ölçüde katkı yapar" demek bu anlamda abartı değil. Çünkü bu anlayışın bundan zerre kadar farkı yok.
Anayasa yapılışıyla da demokratik olmalı
Türkiye'nin yeni, çağdaş bir anayasaya ihtiyacı elzem. Ancak bu ihtiyaç sadece "yazılı bir metin" değildir.
Talep edilen, birilerinin yukarıdan yazıp dayatmadığı, noktasından virgülüne kadar katılım ve tartışmanın olduğu, sadece içeriğiyle değil, yapılışıyla da demokratik bir anayasadır. Bu nedenle yeni bir anayasa hazırlanacaksa, hazırlanma süreci diğer yasalardan farklı olmalı.
Katılım mutlaka, en geniş zeminde sağlanmalı.
Bu süreç temsiliyetin ötesine taşınarak doğrudan demokrasinin uygulandığı ortak platformlar üzerinden yürümeli, buralarda anayasal ilkeler tartışılmalı ve tespit edilmeli. Daha sonra taslağın yazım aşamasına geçilmeli.
Özgürlükçü sivil bir anayasa ancak demokratik katılımın en üst düzeyde gerçekleştiği bir sürecin sonunda ortaya çıkacaktır.
Geriye gidiş
Kaldı ki, özgürlükler sorununun sadece bir anayasa sorunu olmadığı da ortaya çıktı.
2001 Aralık'ta Anayasa'da kapsamlı bir şekilde özgürlükler lehine değişiklikler yapılmasına rağmen, gerek bu değişikliklerin yasalara yansımaması, gerekse de uygulamadaki baskıcı anlayışın değişmemesi nedeniyle en küçük bir iyileşme yaşanmadı.
Örneğin, ifade özgürlüğü sadece bireysel bir alan değil; toplumsal gelişmenin ve ilerlemenin temel bir unsuru olarak kabul edilir.
Siyasi iktidar "ifade özgürlüğü alanında, 2007 Türkiye'si 2001'de bulunduğu noktadan daha iyi bir yerdedir" diyebilir mi?
Hak ve özgürlüklerimiz hâlâ çağdaş normların çok uzağında.
İyileşme bir tarafa, mevcut durumun daha da gerisine gidip Pois Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) gibi, Terörle Mücadele Kanunu (TMY) gibi özgürlükleri boğan yasaları art arda çıkaran bir siyasi iktidara, sivil bir anayasa için nasıl güveneceğiz?
Bunun yanıtını onlar vermeli. (ME/TK)
* Avukat Münip Ermiş, Antala Barosu, İnsan Hakları Merkezi Başkanı