Sayın Erdoğan, AKP’nin 12 Haziran seçimlerinde çok arzuladığı “Başkanlık” rejimine geçmesini sağlayacak çoğunluğa erişememiş olmasının ve seçimlerden güç kaybederek çıkmasının müsebbibi olarak Kürtleri ve onların siyasal temsilcisi olan HDP’yi sorumlu tuttu.
Bu tespitten kalkarak seçim sonrası politikalarını HDP’nin tasfiyesi ve Kürt düşmanlığı üzerine kurdu.Seçimlerden hemen sonra attığı ilk adım, iki buçuk yıllık barış sürecini torpilleyerek Kürt savaşını başlatmak oldu.
Amacı, HDP’nin barış karşıtı olduğu algısını oluşturmak ve onu siyaset dışına çıkarmaktı. Sayın Erdoğan 1 Kasım yenileme seçimlerine kadar geçen süreçte yaptığı her konuşmada HDP’yi hedef aldı. Seçim kampanyası boyunca HDP’yi milli düşman ilan ederek dışlayıcı bir politika izledi. IŞİD’in HDP tabanını hedef alan iki büyük kitlesel katliamı bile onun oy almak için kendi taraftarlarına karşı düzenlediği iftirasını dillendiren algı operasyonuna arka çıktı. Buna karşın HDP 1 Kasım seçimlerinde de barajı aşarak Meclisteki 3. büyük parti oldu.
HDP milletvekillerini tutuklama planı
Seçimlerden sonra da dur durak bilmeyen saldırılar devam etti. HDP milletvekillerini parlamentodan attırmak için bir karalama kampanyası başlatıldı. Aylarca süren bu kötüleme kampanyası sonunda Mecliste ve ülke genelinde HDP milletvekilleri aleyhine “devlet ve millet düşmanı” algısı oluşturuldu.
Sayın Erdoğan öne sürülen asılsız iftiradan yararlanarak, CHP’nin de desteğiyle hukuk dışı yollardan makabline şamil (geçmişe yürütülen) geçici bir anayasa değişikliği yaptırdı.
Görünürde tüm vekillerin dokunulmazlıklarını kaldıran anayasa değişikliği özünde salt HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak için kullanıldı.
Nitekim kanunun yayımlanmasından kısa süre sonra başta iki eş genel başkan olmak üzere HDP milletvekilleri hakkında artarda kovuşturmalar açıldı ve tutuklamalar yapıldı. İkisi eş genel başkan ve grup yönetiminde görevli 14 HDP milletvekili tutuklu olarak yargılanmakta.
Diğerleri için kovuşturmalar ve gözaltı kararları devam ediyor. Yeni tutuklanmalar gündemde.
Bahçeli hakkındaki göstermelik bir dava dışında diğer üç partiden yüzlerce dosyaları olan milletvekilleri hakkında hiçbir hukuksal işlem yapılmadı.
Askeri darbe girişimi ve OHAL ilanı
AKP’ye iktidar yolunu açan ve kendisine bürokraside aracılık hizmeti yapan eski ortağı “FETÖ”cüler aynı zamanda devlet içinde ikinci bir devlet kurmuşlardı.
Zamanla iktidarı ele geçirmek istedikleri açıktı.
Nihayet 17 Aralık 2015’te patlak veren büyük rüşvet olayı ile iktidarın tümünü ele geçirmek istedikleri ortaya çıktı. Bunu sezen Sayın Erdoğan etkin önlemler aldı. İktidarı ele geçirme çabaları başarısız olunca 15 Temmuz 2016’da askeri bir darbeyle iktidara el koyma harekâtı başlattılar. 240 vatandaşın ölümünemal olan darbe girişimi devlete bağlı güçlerin dik duruşu ve halkın cansiperane karşı çıkmasıyla hezimete uğradı.
Sayın Erdoğan darbenin yenilgiyle bitmesinden ve katillerin yakalanmasından sonra bu darbe girişimi için “Allahın bir lütfudur” diyerek toplumda mutlak bir egemenlik kurmak amacıyla çok sert tedbirler alacağını açıkça ortaya koymaktaydı.
Sayın Cumhurbaşkanı 21 Temmuz 2016 günü önce MGK, ardından Bakanlar Kurulu toplantıları yaptıktan sonra tüm ülkede üç ay süre ile OHAL ilan edildiğini açıkladı. Bu karar, toplumda derin yaralar açan ve açmaya devam eden acımasız, ölçüsüz ve denetimsiz bir icraatın habercisiydi.
Artık HDP’yi siyasi yaşamın dışına itmek ve giderek yok etmek mümkündü. Parti yöneticisi milletvekillerinin tutuklanmalarından sonra atılan ikinci adım Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yayınlayarak bölge belediyelerini ele geçirme girişimiydi. Doğu ve Güneydoğu bölgesinde halkın özgür iradesiyle ve yüksek oy oranlarıyla seçilen HDP’li 83 belediyenin eş başkanları, KHK’larla görevden alınarak gözaltına alındı. Bunların bir bölümü de tutuklandı. Görevden alınan başkanların yerine iktidara hizmet edecek kayyumlar atandı. Kayyumlar yönettikleri belediyelerin sahip oldukları olanakların tümünü AKP yerel örgütlerinin hizmetine sundu. Özellikle son halkoylamasında belediye çalışanlarının tümü araç ve gereçleriyle birlikte AKP yerel örgününün emrinde “Evet” oyu için çalıştılar. AKP’nin bölgede artan oylarında idari görevleri de olan bu kayyumların büyük rolü oldu.
Bölgede OHAL korku ve dehşet yaratmakta
OHAL ilanından sonra bölgedeki güvenlik teşkilatlarının aldıkları önlemler hayatı felç edecek bir korku ortamı içinde uygulanıyor. Vatandaşlar işyerlerine gidemez, çalışamaz duruma geldi. Her gün 30-40 kişi ya terörle bağlantılı ya da terör örgütlerinin sempatizanı oldukları iddiasıyla gözaltına alınmakta ve bir bölümü de somut gerekçeler olmadan tutuklanmakta.
Halkoylaması kampanyası sürecinde binlerce vatandaş bu yöntemle siyasal çalışmalardan alıkonuldu.
Operasyonlar ardı arkası kesilmeden devam etmekte... İçişleri Bakanlığından yapılan günlük açıklamalar gözaltına alınanların sayısını açıklayan bültenlere dönüşmüş. Bunların büyük çoğunluğu halkoylamasında aktif olarak çalışan HDP üyeleri.
HDP’lilerin halkoylaması bağlamında yaptıkları toplantılar dağıtıldı, afişleri kaldırıldı, parti üyeleri fiziki saldırılara uğradı ve gözaltına alındı. Kırsal bölgelerde kullanılan oylar vatandaşların özgür iradesinden çok güvenlik güçlerinin ve muhtarların iradesini yansıtmakta…
Medya bütünüyle HDP’ye karşı kullanılıyor
Sayın Erdoğan ülkedeki yazılı ve görsel yayın organlarını çeşitli yöntemler kullanarak münhasıran kendisine ve partisine hizmet eden organlar konumuna getirdi.
Basında ve TV’lerde HDP sözcülerinin konuşmacı olarak çağrılması, hatta HDP’den ve HDP’lilerden söz edilmesi bile yasak.
HDP’ye medyada görünme yasağı getirildi. Halkoylaması kampanyası boyunca neredeyse hiçbir HDP sözcüsü hiçbir TV programında görünmedi.
Halkoylamasında HDP’liler sandıktan uzak tutuldu
Sandık kurullarında seçime katılacak bütün partilerin temsilcilerine yer verilmesi yasal zorunluluktur. Sandık başkanları da siyasi partilerin gösterdikleri adaylar arasından seçilir. Ancak 248 sayılı kanununun 22. Maddesine 1979’da “sandık başkanlığı için gösterilecek adayların iyi ün sahibi olması” hükmü eklenmiştir. 38 yıldan beri uygulanmayan bu hüküm ilk defa HDP adayları için uygulandı.
Bölgenin ilçe seçim kurulları bu hükme dayanarak HDP’nin gösterdiği 164 adayı reddettiler. Oysa bunların çoğu saygınlığı olan Eğitim-Sen üyesi öğretmen ya da KESK üyesi memurlardı.
Anayasanın 15/2 maddesinde de yer alan hukukun temel kuralı açısından “yargı kararı olmadan hiç kimse suçlu sayılamaz”. Buna karşın ilçe seçim kurulları muhtarların, güvenlik elemanlarının ya da bir köy korucularının sözlerine güvenerek vatandaşları ünlü ve ünsüz diye ayırmışlardır. Bu insan haklarıyla bağdaşmayan hukuk dışı, keyfi bir tasarruftur. HDP bu tür akıl dışı uygulamalarla seçim sandıklarından uzak tutuldu. Bölgede HDP ve AKP’den başka etkin parti olmadığı için AKP’li adayların başkan olmaları doğaldı. Böylece, özellikle kırsal bölgelerde, halkoylamasının denetimsiz yapılması sağlandı.
HDP seçmenlerine yapılan ideolojik baskılar
Erdoğan’ın gazabına uğrayan HDP yöneticilerinin parti kitlesinden koparılması nedeniyle başsız kalan tabandaki seçmenler “Araba devrilince yol gösteren çok olur” misali şöhreti kendinden menkul “büyük” Kürt liderlerinin elinde kaldı. Her biri kendi yüksek stratejilerini telkin etmeye girişti. Kimi “halkoylaması Kürtleri ilgilendiren bir siyasal eylem değildir. İster ‘Evet, ister ‘Hayır’ kazansın Kürtler açısından bir değişiklik olmayacak. Bu nedenle Kürtler tarafsız kalmalı ve oy kullanmamalıdır” diyorlardı.
Bir bölümü de “Kürtler başkanlık sisteminden yana olmalı. Sorunlarını tek muhatapla daha kolay çözebilirler” varsayımı ile mutlaka “Evet” oyu kullanmalarını tavsiye ediyorlardı.
Ama Kürtler büyük bir çoğunlukla demokrasiden yana tavır aldı. Demokrasinin ve tarihsel değişimin geriye değil ileriye doğru olması gerektiği idraki içinde tek adam rejimine ve kuvvetler birliği ilkesine karşı oy kullandılar.
Sonuç…
Türkiye’nin bugünkü koşullarda HDP toplumsal ilerlemenin ve demokratik gelişmenin tek güvencesidir. Hareketin motor gücü Kürt özgürlük hareketidir. Bu gerçeği idrak eden devlete egemen güçler demokrasi dışı bir rejim kurma hazırlığı yaparken öncelikle HDP’yi tasfiye etmeye ve Kürt özgürlük hareketini geriletmeye koyuldular. Bu yolda büyük mesafe alındı.
HDP yöneticileri tutuklandı, yönetici kadrolar işlevsizleştirildi. Belediyelere kayyum atandı. OHAL düzenine geçildi. Ülke KHK’lerle yönetiliyor. Kürt bölgesindeki Köy ve kasabalarda sözü geçen sadece başta Özel Harekâtçılar olmak üzere tüm güvenlik güçleridir. Yapılan çeşitli baskılara tehdit ve tutuklamalara karşın HDP’nin ana bileşeni olan Kürtler demokrasiden yana seçimlerini yaparak çoğunlukla “Hayır” oyu kullandılar. HDP’nin oy kaybettiği, halkın AKP’ye teveccüh ettiği iddiaları bir züğürt tesellisidir.
Açıktır ki, Kürtler halkoylamasını bir demokrasi mücadelesi olarak algılamış ve Diyarbakır, Mardin, Siirt, Hakkâri, Batman, Van, Ağrı başta olmak üzere diğer önemli merkezlerde çoğunlukla “Hayır” oyu kullanmışlardır.
1 Kasım seçimlerine nazaran sadece Bitlis ve Muş’ta görece bir gerileme olmasına karşın HDP Kürt bölgesinde çoğunluk partisi olarak durumunu korumuştur. Ortaya çıkan gerçek şudur: Kürt özgürlük hareketinin katkısı olmadan Türkiye’de demokrasi kurulamaz. (TZE/EKN)
* Fotoğraf: Mehmet Sıddık Kaya - Diyarbakır / AA