Postadan çıkan zarfın içinde 20 küçük kitapçık vardı. Başlığı "Özgür Doruk Güler Çevre Dizisi". Dizinin toplam sayısının kaça ulaştığını bilmiyorum. Ama bana gelen 20 tanenin üzerindeki en büyük sayı 49.
Onları benim fark etmem de bir hayli geç oldu. Ama fark ettim ve fark ettiğimi paylaşmak istiyorum. Çünkü benim için hep Çağatay Abi olarak kalacak olan Prof. Dr. Çağatay Güler yaptıklarını "satmayı" çok bilmiyor, bu kısmıyla ilgilenmiyor da aslında.
Buradaki "satma" sözcüğünü hem emeğinin karşılığı bağlamında, hem de bunların reklamını yapmadığı için özellikle kullandım.
Ona göre onu ve değerini bilenler ona bir yolla ulaşıyorlar. Ama ulaşanlar genel akışa kendilerini kaptırmışlarsa bir daha ona başvurup, kafalarındaki sorularının her zaman doğru yanıtlarını alabileceklerini bildikleri halde ona gitmiyorlar.
Çünkü doğruyu söyleyenler her zaman dokuz köyden kovuluyor. Onun hiçbir şeyden sakınmadan, çekinmeden söylediği ve aslında biraz bilgisi olan ve düşünebilen herhangi bir kişinin görebileceği doğrular her zaman birilerini rahatsız ediyor ve kralın çıplaklığını gözümüzün önünde sergiliyor.
TRT dahil çok okunur, çok izlenir ana akım medyada o nedenle görülmüyor. Bir web sitesi bile yok. Onun odasındaki yerden tavana uzanan kitaplığında, boş kalan her yere yığılmış bir şekilde halk sağlığını ve sağlığın genelini ilgilendiren her türlü kaynak var.
Dahası o kaynaklardaki bilgilerin çoğu onun dağarcığında. Anlatacaklarının neden önemli olduğunu en baştan ve herkesin kavrayacağı basitlikte anlatan, sonrasında da kendisine sorulan o konudaki bilgiyi en son haliyle sunan, ama çok az kişinin fark ettiği bir insan o.
"Halk sağlığı"nın ve uzmanlığının anlamı
Onu gıyabında tanıyordum 1983'ün son günlerine kadar. O sırada "zorunlu" olarak çalıştığım Ordu ilindeydim. Onu görmeden önce bana iki görevlendirme yazısı ulaştı bana.
Çağatay Abi de Ordu'ya yeni atanmıştı. Hem de bir "Halk Sağlığı Uzmanı" olarak Sağlık Müdürlüğü görevine getirilmişti. 12 Eylül Darbesi'nden sonraki günlerdi. Herkesin korktuğu eski bir asker, Ordu'da valiydi. O ilk olarak o valiye "halk sağlığının ve halk sağlığı uzmanlığının" ne anlama geldiğini öğretti. Sonra da tüm Ordu iline ve oradaki "mecburcu" hekimlere.
Görev yazıları geldiğinde kızımın bakıcı sorunu nedeniyle aldığım bir haftalık bir izni kullanıyordum. Yani o yazılar bana "izinliyken" tebliğ edildi.
Yazılardan ilki sağlık müdür yardımcılığına atanmamla ilgiliydi. İkincisi ise o dönemde Ordu'nun ücra bir köyünde ortaya çıkan bir salgının kontrolü için oraya gitme göreviydi.
Sonrasında altı ay süreyle sağlık müdürlüğü makamındaki odasını sabahın saat altısından akşamın sekizlerine kadar sağlıkla ilgili bir çok şeyi paylaştık. O zaman genç bir hekim olarak yaptığımın anlamının farkında bile değildim, çoğunlukla. O nedenle ikinci bir "tıp eğitimi" oldu benim için onunla çalıştığım bu süre.
Sağlığa, insanı ilgilendiren her türlü sağlık sorununa ve insana nasıl yaklaşılacağını deneyimleyerek bir kez de ondan öğrendim. Sonra hekim ve aydın olmanın ne demek olduğunu. Bürokrasiyi, devlet yönetimini, insan, örgüt, kurum yönetimi de... Ama en çok da "sosyalizasyon" ve "sağlık ocağı"nın ne olduğunu.
Onun için benim açımdan her zaman sürekli bir kaynak durumundaydı. Bilmediklerini de evinde, iş yerinde, bulunduğu her yerde daima duvardan duvara, yerden tavana uzanan kitaplığında yer alan kitaplarda, dosyalarda bulabiliyorduk. Gece uyurken de, yolda yürürken de düşünüyor, üretiyor ve sonra paylaşıyordu.
Postadan çıkan kitapçıklar
Postadan çıkan o kitapçıklara döneyim ve onların en azından başlıklarını sıralayayım: Terk edilmiş kuyuların kapatılması, Su kesintisi yapılan illerde alınması gereken halk sağlığı önlemleri, Atık piller ve halk sağlığı, Kişisel hijyen çevre ve sağlık, İçme suyundaki kirleticiler ve halk sağlığı, Tehlikeli atıklar ve halk sağlığı, Tehlikeli atık yönetimi, Evde ve okulda cıva saçılımında yapılması gerekenler, Halk sağlığı açısından e-atıklar, Okul çevre sağlığı, Kapalı ortam hava kirliliği, Balık çiftlikleri ve çevre, Cam ve cam geri dönüşümü, Çevre kronolojisi-1 ve 2, Risk değerlendirmesi, Fare ve sıçan kontrolü, İyonlaştırmayan radyasyon, Yüksek gerilim hatları (ELF-EMF), Cep telefonları ve sağlık (RF/MV).
Kalanların adlarını sizlere sıralamayacağım; ama hangi konuların olduğunu siz de tahmin edebilirsiniz. Evde, işte, sokakta, kentte, çevrede, yolculukta, eğlencede, kısacası insanın olduğu her yerdeki sağlıkla ve halk sağlığıyla ilgili konularda yazılmış rehberler.
Bu kitapçıkların hepsinin yazarı o değil kuşkusuz; ama çoğunda tek başına, bazılarında ise başka uzmanlarla birlikte kaleme alınmış. Onun adının olmadığı kitapçıkları da çevresinde bulunan yine çok sayıda uzman yazmış.
Dolayısıyla o yalnız bilgiyi değil, bilginin kaynağıyla bizlerin buluşmasını sağlayan bir insan. Bu kitapların her birinin içinde ele aldığı konuların anlaşılmasını sağlayan çeşitli çizim ve grafikler de var. Ama daha önemlisi arkalarına konulmuş her türden kaynağın bilgisi de var. O kaynakların tarihlerine bakıldığında ise bunların çok yakın tarihlerde üretilmiş ya da ortaya konulmuş bilgiler olduğu görülüyor.
Üretken olmak ve paylaşmak
Eskiden velûd denirdi; çok doğuran, çok üreten anlamında. Gündelik kullanımda ise çok yapıt ortaya koyanlar için söylenirdi.
Çağatay Abi bu sözün gerçek anlamını en fazla hak eden bilim ve halk insanlarından birisi. Yalnız sağlık alanında değil, akılla, düşünceyle, sosyal yaşamla, sanatla ve özellikle de mizahla ilgili üretiyor.
Benim bu üretimler içinde ilk gördüğüm kitapları şiir kitapları oldu, çok etkiledi bizleri: "Orada bir sağlık ocağı var... ve ocak hekimi" ve "Derdimize ad koyup da gittiler" bu ilk kitaplar arasındaydı. Bunları izleyerek yazdığı ayrı bir "öykü" olacak olayların yaşandığı bir yerde, Bulancak'ta yazdığı "Bulancak onuncu köyüm benim"...
İlk kitap ve onun içindeki bir şiirin benim için özel bir anlamı vardı: Başlığı "Ağabeyin ölümü". "Üç" insana ve "tüm ocak hekimlerine" atıf yapılmıştı bu şiir. O üç insanın adları da, hemen şiirin başında yazılıydı: "Mustafa, Cafer, Uğurcan".
Oradaki "Mustafa" benim.
"geniş bir odadalar / odada iki masa biri yaşlı biri genç / yaşlı olanda ağabey oturuyor / genç olanı toplantı masası / bir karatahta / haykırıyor burası okul olmalı diye/ orta yaşlı kitaplar / telefon, gün görmemiş pencereler, / ve benzerleri işte / ihtiyar mı ihtiyar / otuzunda bir "ağabey"...
....
"gelemedim cafer" dedi / "gelemedim"... / öldü bininci kez o masada / öldü sarılıp öperken / onları /öldü güle güle derken"
....
bu deniz martı tarlası / yağmuru seven / beş martı
belki "bu adam / delimi ne" dediler / "ağabey"in öldüğünü göremediler / duyamadılar çaresizliğine sövdüğünü / bininci kez öldüğünü göremediler
bu deniz / martı tarlası / denizde ölmemesi gereken / beş martı
Bu şiirdeki martılardan birisi gerçekten "öldü". Diğerleri ölmedi, yaşıyorlar.
Gerçi ölümler, ayrılıklar gördüler ama yaşıyorlar.
Onlardan birisi de "ağabey" olan. O da yaşıyor, yazıyor ve üretiyor her alanda.
O "Çağatay Abi!"
Kimler farkında, kimlerin derdinde
Çağatay abi bir dolu şey söylüyor. Farkına varılması, öğrenilmesi, bilinmesi ve de yapılması gereken bir dolu işi, görevi ve sorumluluğu anlattığı, üstelik de bilimden ödün vermeden, ama ülkenin gerçeklerine uygun çözümlemeleri ortaya koyuyor.
Onun şiirleri ve derlediği fıkraların, bir şekilde onu tanımış ya da haberdar olan, çoğu sağlık ve tıp alanından binlerce insanın ve öğrencisinin belleğinde ve aklında olduğunu biliyorum.
Bilimsel üretimlerini de birçok kişini bildiğini biliyorum. Onun için hemen herkes sıkıştığında onu arayıp çıkış yolunu sorar. Ama onun söyledikleri kimsenin işine gelmez ve çoğu zaman tersini yaparlar. Ama bunu yaparken bile ondan öğrendiklerini kullanırlar. O nedenledir ki yanlışlar, eksikler hemen fark edilmez.
İşte bu yazı o nedenle yazıldı. Bu tür insanların ve bildiklerinin belirttiği doğruların medyada, hele hele sağlık medyasında daha çok, daha sık ve daha yaygın olmasının yalnız sağlığımız açısından değil, doğru ve gerçek haber alma hakkının gereği açısından da çok önemi var.
Hele bugün yaşadığımız gibi toplumun büyük kesimlerini ilgilendiren yaşamsal sağlık sorunlarıyla karşı karşıya olduğumuz günlerde bu çok daha önemli. O nedenledir ki bu hafta "Domuz Gribi"yle ilgili BİA haber merkezindeki arkadaşlarım beni aradıklarında onu işaret ettim ve ona ulaşmalarını söyledim.
Bunu herkese söylüyorum.
Çağatay Güler bunlarla yaşıyor, bunlarla yaşayacak. (MS/EÖ)