Son bir yıldır giderek ağırlaşan koşullar altında saha araştırmaları yapar olduk. Özellikle Bölge’de çatışmaların yeniden başladığı, sokak başı aramaların, yol kontrollerinin ve keyfi uygulamaların arttığı, ölüm ve göç gibi acı sonuçlarla dolu kent ablukalarıyla beraber buralarda saha araştırmalarında bulunmak, anket yapmak cesaret işi olmaya başladı. Bugün uygulanan OHAL ile beraber saha çalışması cesurların işi haline geldi.
Neden mi öyle düşünüyorum? Hemen deneyimlediğimiz birkaç neden sayayım: Bu süreçte Kürt illerinde sahaya inip anket ve araştırma yapacaksanız ilk olarak polisle, özel harekatla karşılaşmayı, onların sindirme, korkutma ve yer yer de aşağılamayı içeren davranışlarına muhatap olmayı, yasal ve meşru olan mesleğinize illegal muamelesi yapmalarını göze alacaksınız!
TIKLAYIN - SAMER'İN DÖRT ANKETÖRÜNÜN BAŞINA GELENLER!
OHAL ile birlikte bu tutumlara; bir araştırma merkezi olarak yasal çalışma izniyle kurulmuş olmanıza rağmen, yapacağınız her çalışmanızın keyfi biçimde, yasalar öyle demediği halde, bildirimlerinizi yetkililere sunduğunuz halde; Valilik, kaymakamlık ve emniyet iznine zorlanmasını da eklemelisiniz. İlgili mülki ve güvenlik birimleri münasip görürse, siz sahaya inip halkın algı ve tutumlarını ölçüp görüşlerini alabilirsiniz!
Tüm bu süreçleri yaşayan bir araştırma merkezi olarak yaşadıklarımız, her şeyden önce yasalarla güvenceye alınmış olan “çalışma hakkımızın” ihlalidir. Bilgi edinme, halkın fikrini öğrenme, kamuoyu katılımına olanak sunma gibi hak ve işlevlere saygıya ise hak getire! Örneğin altı ay önce Urfa’da yaptığımız gündem anketine müdahale eden polisler “Burası Diyarbakır değil Urfa! Siyasi sorular sordurmayız” diyebilmiş, anketörler hakkında hukuki işlem yaptırabilmişlerdir. Yine daha geçen hafta Eğil belediyesi için hizmet ve beklenti anketi yapma girişimimiz asker ve polislerce engellenmiş “Burası OHAL! OHAL’de Vali buraların kralı, padişahıdır!... Onun izni olmadan sizi sahaya sokmayız…” diyebilmiş, çoğu okul masrafını ya da günlük harçlığını çıkarmak için çalışan anketörlerimizi tedirgin edebilmişlerdir.
Sahanın bu tür güçlüğüne bir de olağanüstü koşullara maruz kalan halkın duyduğu tedirginlik, güvensizlik ve kaygılarda eklenmelidir. Zira ankete katılmak istemeyen insan sayısındaki artış, katılsa da kimi sorulara yanıt vermeme isteğinde ki artış ya da iktidara uygun fikir beyan etme çabası gibi tutumlar bu güçlüğün yansımaları olarak önümüze dikiliyor.
Bu koşullar içinde yaptığımız “15 Temmuz darbe girişimi, Suriye’ye askeri müdahale ve çatışmalı duruma ilişkin algı, beklenti ve eğilimleri” ölçen gündem anketimizi bir daha okumak, tam da bu koşullar içinde yapılabildiği için taşıdığı kıymeti teslim etmek gerektiği kanısındayım. Öte yandan sonuçların ülke adına, halk adına karar veren siyasi aktörlere, muhalefete, sivil toplum örgütü ve demokratik kitle örgütlerine çok şey söylediği, kimi sorumluluklar yüklediği de inkara gelmez!
Peki ne der, bölgenin 16 kent merkezinde gerçekleşen son gündem anketimizin sonuçları? Maddelersek:
1) Elâzığ’ı, Urfa’sı, Diyarbakır’ı, Adıyaman’ı, Van’ı Kars’ı ile Bölge halkının yüzde 85,3’ü Kürt sorununda çözüm sürecine dönülmesini istiyor. Çok yıkıcı ve insanlığa karşı suçlarında işlendiği son bir yılın sonunda her şeye rağmen, siyasi eğilimi ne olursa olsun halkın ezici çoğunluğunun çözüm sürecine dönülmesi arzusu kadar kıymetli bir sonuç olamaz sanıyorum.
2) Yine benzer biçimde Siyasi eğilimi ister AKP, HDP, ister MHP ya da CHP’den yana olsun bölge halkının yüzde 83 gibi ezici bir çoğunluğu Türkiye’nin geleceğinden endişe duyuyor. Bu denli yoğun bir kesimi kapsayan endişeliliğin; toplumsal huzursuzluğu, mutsuzluğu, çatışma ve gerilim zeminlerini besleyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.
3) Sahadan ortaya çıkan ve karar vericilerin dikkate alması gereken bir diğer sonuç ise; Bölge halkı darbe girişimi sonrasında gerçekleşen liderler zirvesine ve anayasa çalışmalarına HDP’nin davet edilmemesini, OHAL’i, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini onaylamıyor! Daha açık bir deyimle iktidarın son üç aylık politika ve uygulamalarını desteklemiyor.
4) İktidar başta olmak üzere kamuoyunda bazı çevrelerce hakim kılınmak istenen kimi yargıların Bölge halkında yeterince karşılık bulmadığına, inandırıcı bulunmadığına dair kimi tespitlere de ulaştık. Örneğin hakim olan görüşün aksine “Darbe girişiminin bir oyun olduğu” düşüncesinde olan yüzde 21,7 gibi hatırı sayılır bir kesimle karşılaştık. Yine Türkiye’nin IŞİD (DAİŞ) ile yeterince mücadele etmediğini düşünen yüzde 53,8’lik büyük bir kesimle karşılaştık. Üstelik Türkiye’nin Suriye’ye Müdahalesinin nedeni olarak öncelikli adres olarak IŞİD değil YPG’nin ilerlemesini durdurma amacı gösteriliyordu (yüzde 33,6’sı). yüzde 19,6’sı ise kantonların birleşmesini önleme çabası olarak niteliyordu.
5) HDP’nin anayasa çalışmalarına davet edilmemesine ve bu son soruya verilen yanıtlardan da anlaşılacağı üzere iktidarın politikalarında Kürtlük meselesinin ayrıştırıcı, dışlayıcı bulunduğu anlaşılıyor. Zira araştırma grubumuzun “IŞİD Türkiye’de en çok Kürtleri ve Kürtlerle dayanışma içinde olan kesimleri hedefliyor” görüşünde olan yüzde 59,2’lik kesime, neden hedeflemiş olduğunu düşündüğünü sorduğumuzda; yüzde 30.7’si iç savaş çıkarmak, yüzde 27,1’i Kürt sorunundan kaynaklı yaşanan şiddette hükümeti desteklediğini göstermek biçiminde yanıtlarda bulunmuşlardır.
Bu yaklaşımı güçlendiren bir diğer sonuca göre; katılımcıların yüzde 47,4’lük kesimi Türkiye’nin en büyük sorunu olarak kürt sorununa ilk sırada işaret etmiş, yüzde 22,1’lik kesim ise çatışma ve şiddet ortamına işaret etmişlerdir.
6) Siyasi eğilimlerle kıyaslanan pek çok yanıtta ayrışma ve farklılaşmalara rastlanmış olsa da: Çözüm süreci, gelecekten endişe duyma ve HDP’nin süreçten dışlanması ve benzer bir grup temel soruya yanıtlarda meclisteki dört siyasi parti taraftarlarının müşterekliğinin arttığı görülmüştür.
7) Bunca zor bir süreç içerisinde katılımcılar nezdinde Bölgenin siyasi eğilimleri de ölçülmeye çalışılmış, çıkan sonuçlarda çok ciddi farklılıklar görülmese de; bugün seçim olsa AKP’ye oy vereceklerin oranında yüzde 2,7’lik bir erime görülmüştür. Tedirginlik ve güvensizliğin yoğun olduğu çatışmalı coğrafyalarda seçmenin genellikle iktidar partisine dönük eğilimi dillendirmenin daha risksiz olduğu kanaatiyle iktidar partisine işaret etmesi olağan sayılacaksa, bu erime reel olarak çok daha fazla demektir. Bu durum ayrıca son 3 aylık iktidar politikalarının Bölge halkınca onaylanmadığı, desteklenmediği görüşünü de desteklemektedir.
Özetle ayrıntısına ssamer.com adresinden ulaşabileceğiniz gündem raporumuzun sonuçları demokratik Türkiye için fırsatların neler olabildiğine de işaret etmektedir. Darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı ve Hükümetin “Halk ne derse o olur” diskuru hala geçerli ise ilk yapılacak şey OHAL’i uzatmak değil kaldırmaktır. (YG/ÇT)