Japonya peş peşe üç büyük felaketi birden yaşıyor: az görülen 8,9 şiddetinde bir deprem ve çok sayıda artçı deprem, tsunami felaketi ve üç nükleer santralin büyük hasar görmesi nedeniyle güvenlik mekanizmalarının artan oranda devreden çıkması sonucu ülkede artan oranda yükselen radyoaktif kirlilik...
Japonya deprem kuşağında bulunan bir ülke ve bu nedenle de her yapı depreme dayanıklı olarak inşa edilir. Ülkede sürekli deprem olmasına karşın pek ölen ve yaralanan olmaz.
Nükleer santrallerin de depreme özellikle dayanıklı olarak inşa edildiklerini belirtmek gerekir.
Japonya'daki üç nükleer santral, Çernobil'in aksine, personel hatasından değil dış etkiler sonucu hasara uğradılar ve peş peşe patlayarak çevreye radyasyon yaymaya başladılar.
Olamaz diye düşünülen oldu ve 8,9 şiddetindeki depremin ardından, ondan daha fazla can kaybına ve hasara neden olan büyük bir tsunami geldi.
Nükleer santrallerin önce soğutma sistemleri devreden çıktı ve ardından da gittikçe büyüyen radyoaktif kirlenme geldi.
Sadece Avrupa Birliği ülkelerinde 140 nükleer santral bulunuyor.
Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çok sayıda ülke ise nükleer santral kurmaya yöneliyor, bunlara sahip olan ülkeler ise sayılarını artırmaya çalışıyorlar.
Gerekçe, ucuz ve bol enerji elde edilmesidir.
Nükleer enerjinin ne kadar ucuz olduğu tartışmalıdır.
Nükleer santrallerin büyük yan giderleri bulunuyor. En başta bakımı, ardından da nükleer çöpün uygun yere çevreyi kirletmeyecek şekilde gömülmesi gibi çözülmesi hiç de kolay olmayan başka bir sorun gelir.
Yine de nüfusun artması ve büyüyen enerji ihtiyacı, nükleer santralleri bugüne kadar çekici kılmıştır.
Nükleer santrallerin kurulmasına karşı çıkanların temel görüşü ise, herhangi bir kazanın çok sayıda insan için öldürücü sonuçlara yol açacağıdır.
Radyasyonun yayılmasını engellemek mümkün değildir. Toprağı, akarsuları ve çevreyi etkisi yıllarca kaybolmayacak derecede kirletir. İnsanları da hemen ya da yıllar içinde yavaş yavaş öldürür.
Almanya'da nükleere direniş
Enerji elde etmek için nükleer santrallerin kullanılmasına karşı en büyük hareket 1970-1980'li yıllarda Almanya'da ortaya çıkar. Yeşiller, Almanya toplumunda çevre bilincinin gelişmesine yol açarlar ve giderek bütün partiler şu veya bu oranda çevreci olmak zorunda kalırlar.
Bu ülkede yıllardan beri nükleer enerji kullanımına karşı güçlü bir çevreci hareket vardır.
Japonya'da yaşanmakta olan nükleer santral felaketinin ardından, iki hafta sonra eyalet parlamentosu seçiminin yapılacağı Baden Württemberg'de 60 bin kişi nükleer enerjiye karşı gösteri yapınca, iktidardaki Hıristiyan Demokrat-Liberaller koalisyon hükümeti harekete geçmek zorunda kaldı.
Geçtiğimiz sonbaharda federal hükümet, yapılan protestolara rağmen, ülkedeki 17 nükleer santralin tümünün işleyiş sürelerini uzatma kararı almıştı.
Daha önceki SPD-Yeşiller koalisyon hükümeti tarafından alınmış olan eski nükleer santrallerin kapatılması kararı da böylece kaldırılmıştı.
Gerekçe şöyleydi: Almanya deprem bölgesinde bulunmuyor ve sadece kuzeyde deniz kıyısı bulunduğu için de tsunami tehlikesi bulunmuyor. Japonya örneği imkansız sanılanın olabileceğini gösterdi. Nükleer santrallerin soğutma sistemleri bir şekilde devreden çıkarsa ne olacak?
Hükümet, aldığı kararı yeniden gözden geçirerek, kapatılmaya karar verilmiş eski santralleri devreden çıkarmaya karar verdi.
Ülkedeki bütün santrallerdeki güvenlik standartlarının yeniden gözden geçirilmesine karar verildi.
Yeşiller, hükümet politikasındaki değişimin, eyalet seçimleri yılı sayılan 2011 yılında hezimete karşı önlem olduğunu savundular.
Enerji tekelleri ise, nükleer enerjinin terk edilmesi durumunda, enerji fiyatının yükseleceği uyarısını yaptılar.
Almanya'da Yeşiller, Sol Parti ve SPD nükleer enerji kullanımından çıkılmasını istiyor.
Geçtiğimiz hafta sonu toplanan ve ülkenin en büyük dini örgütünü temsil eden Protestan Kilisesi Konferansı da benzer yönde talepte bulundu.
Hıristiyan Demokratlar ile Liberaller ise tersi görüşteler.
Nükleer enerjiden nasıl çıkılabilir?
Bu soruya yanıt vermeden sadece "çıkılmalıdır" demenin anlamı bulunmuyor.
Rüzgar ve güneş enerjisi gibi alternatif enerji kaynakları bulunmakla birlikte, bunlardan enerji elde etmek sanıldığı kadar kolay değildir.
Almanya enerji ihraç eden bir ülkedir. Ülke içinde de enerji tüketimi oldukça yüksektir.
Nükleer santrallerin ürettiği enerjinin seçeneği hayata geçirilmeden bu tip enerji üretimine son vermek mümkün değildir.
Almanya'da kömür yoluyla enerji elde eden santrallerin tümüne yakını, çevreyi kirlettikleri gerekçesiyle zaten kapatılmıştır.
Nükleer enerjiden çıkılmasına bugün karar verilmesi durumunda bile, bu kararın uygulanması en az on yıl alacaktır.
Almanya gibi yenilenebilir enerjide kullanılan teknolojilerde dünya çapında önde gelen bir ülkede bile durum böyledir.
Şu anda yapılması gereken, ülkede nükleer enerjiden çıkılması için karar vermek ve gerekli geçiş sürecine girmek, ek olarak da başta komşu ülkeler olmak üzere nükleer santral yapımına karşı çıkmak ve var olanların da kapatılması için çalışmaktır.
Radyasyon sınır tanımıyor. Bir ülkede olan nükleer bir kaza, kilometrelerce uzaklıktaki başka ülkeleri de etkiliyor.
Dolayısıyla bir ülkede nükleer santral yapılması, o ülkenin iç sorunu olarak ele alınamaz.
Almanya'da güçlü bir nükleer enerji karşıtı çevreci hareket olmasaydı, Japonya'da yaşanılan felaketin ardından sadece tek eyalette bile 60 bin kişi gösteri yapmasaydı, çok sayıda kentte nükleer enerji kullanımına karşı uyarı nöbetleri başlamasaydı, hükümet de harekete geçip eski santralleri kapatmazdı.
Böyle bir gelişme başka bir Avrupa Birliği ülkesinde söz konusu değildir.
Almanya'daki nükleer santrallerin güvenlik standartları yüksek olmasına karşın, bu ülkede hükümetin harekete geçmek zorunda kalmasının nedeni, nükleer enerji karşıtı hareketin gücüdür.
Türkiye'de planlanan santraller
Türkiye'de Akkuyu, Sinop ve Tekirdağ'da olmak üzere üç nükleer santral yapılması planlanıyor. İlki için Rusya Federasyonu ile anlaşma imzalandı, ikincisi için ise Japon firmalarıyla görüşülüyor.
Almanya'da gazeteler Türkiye'de yapılması planlanan nükleer santraller hakkında uzun sayılabilecek haberlere yer veriyorlar.
Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın "Japonya'daki santraller eski teknolojiyle yapılmıştır, biz en yenisini kullanacağız" açıklamasını ciddiye almıyorlar.
Türkiye'nin deprem kuşağındaki bir ülke olduğu, Akdeniz suyunun sıcak olması nedeniyle santralde soğutma amacıyla kullanılmaya hiç uygun olmadığı, Marmara'daki şiddetli bir depremin 20 metre yüksekliğinde dalgalara yol açacağı ve Tekirdağ'da kurulması planlanan santralin de bundan etkileneceği yazılıyor.
Gerekçe ararsanız, bulursunuz!
Hatırlayacaksınız, Çernobil'in ardından Doğu Karadeniz'de yetişen çayların radyasyondan etkilenmesi söz konusuydu. Çaylar satılsın ve depolarda kalmasın diye, zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren televizyona çıkıp çay içmiş, "Bakın bana bir şey oluyor mu!" demişti.
O bölgede çok sayıda sakat doğumun gerçekleşmesi ise sonraki yıllarda kimseyi fazla ilgilendirmedi.
Tıpkı ülkenin en kirli havaya sahip bölgesi Dilovası'ndaki sakat doğumlar gibi...
Bir ülkede güçlü bir çevreci hareket yoksa, halkı kandırma ve aldatmada da sınır yoktur.
Almanya bu konuda yeterince açık bir örnektir.