Halil Altındere'nin galerici Yahşi Baraz'ı ikna ederek, boynuna değerli ressamı Burhan Doğançay'ın bir tablosunu geçirdiği videosu önümüzdeki hafta açılacak Contemporary İstanbul'da Baraz'ın kendi standında görülebilecekmiş.
Beni, "Erwin Wurm Altındere'den önce zaten resim uzmanı Peter Wolf'un kafasına bir tablo geçirmişti" tartışması hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Halil abimiz tekrar sever, hiç gocunmaz.
Doksanların sonunda, Esat Tekand'ın Urart'taki sergisine dalarak resimlerden birine dolar işareti yapıp, ardında "vandalizm mi, sanat mı" tartışması bırakarak galeriden çıkan Altındere yine o zamanlarda Baraz'ın mekanındaki tablolarla da dans etmişti.
Yani, yine Altındere'nin pratiği içinde tutarlı jestlerinden biri ile başbaşayız, ama bu kez medyum kullanımında bir fark var. Ya da bu fark jestin Türkiye bağlamında yeniden üretilmesinde doğuyor, diyelim.
Alexander Brener'in (1997'de), Stedelijk Müzesi'nde Malevich'in "Suprematizm" resmi üzerine yaptığı dolar işaretini Tekand resmi üzerinde yinelerken, Altındere'nin hedefi Malevich'in Türkiye karşılığını aramak yerine Tekand'ın sanat tarihini gerçekçi bir dille belge-pentürleyen diliydi. Biraz daha açarsak, asıl hedefi resmin satılan bir obje olmasının yanı sıra, yeniden ürettiği sanat tarihsel değerlerin sanat pazarındaki kutsallaştırılma etkisiyle var olan tarihi yeniden üretmesiydi.
Tekand, dolarla işaretlenen işinde Beuys'un "I like America and America likes me, 1974" performansını resmediyordu. Ben burada Sherrie Levine ve 'appropriation' tartışmasını yinelemeyeceğim, zira o tartışma Türkiye bağlamında hep bir nostaljik parmak olarak sallandı, boşluğa, inanılmadan-güvenilmeden. Ben burada daha pratik bir tartışmaya odaklanıyorum.
Ne yazık ki, Tekand çok satan bir ressam olmadığından Altındere'nin jestinin hedefini vurduğundan emin değilim. Bildiğim kadarıyla, performanstan sonra Altındere'nin jestinin izi silindi; Altındere de devam eden duruşmalardan sonra Tekand'ın şikayetini geri almasına okeydi.
Bugün, Baraz'ın kafasına geçirilen Doğançay tablosunun orijinal olup olmadığını bilmiyoruz, zaten video dili ve Baraz'ın ikna edilerek sürece dahil edilmesi, bu okumanın önünü kesiyor. Ama burada beni asıl ilgilendiren şu: Altındere'nin doksanlar sonundan ikibinler sonuna devam eden süreçte, yine bir anti-sanat-tarihsel jesti tekrarlarken kullandığı medyum, dönüştürmeye çalıştığı bağlam ve seçtiği aktörler biraraya gelince, bugüne dair üretilmeye çalışılan eleştiriye yönelik olarak bize ne diyor?
Medyumun video olarak seçilmesi, belgeselci ya da belgeleyici dilin giderek, kurgu-belgeci bir anlayışa doğru dönüştüğüne işaret ediyor; ayrıca performansın kendinden gelen müdahaleci tavra karşın, burada tersine alaycı-kinayeli-hikayeci, jestin kendisini öne çıkaran ve konsensusa bağlı çalışan bir tutum var.
Altındere, standa habersiz gelerek, zaten orada sergileneceği şüphesiz olan Baraz'ın altın yumurtlayan ressamı Doğançay'ın bir işini, aniden Baraz'ın kafasına geçirebilirdi. Yoksa, geçiremez miydi?
Zamanında da gücü sadece (Brener'in giderek eli artıran sert tavrına kıyasla) Tekand'a mı yetmişti de, o zaman da Baraz'ın tabloları valsten sonra yerine uslu uslu asılıvermişti, yaşım yetmez-bilemiyorum. Ayrıca, o dolar işaretinin hedefi olarak Tekand sanat-tarihsel olarak ne kadar geçerli bir 'öneme' (Malevich'le orantılı olarak) sahipti, hala anlamış değilim.
Ama beni burada ilgilendiren, ortaya sunulan jestlerin, bağlantılı olduğu aktörlerinin iktidar paylarından ve güç koltuklarından bağımsız okunamayacağı. Bağlama gelirsek, Altındere'nin sadece takvim ve platform olarak değil; zaman ve mekanın ötesinde başlıbaşına bir zemin olarak Contemporary İstanbul'u seçmesi hiç tesadüf değil. Tersine, son derece stratejik bir boyuta sahip bir joker hakkı.
Bu yıl beşincisi gerçekleşecek fuarda, 420 sanatçıdan 2000'e yakın çalışma sergilenecekmiş. Kavramsal olarak, yoğunlukla tartıştığımız İstanbul Bienali kapsamında düşünürsek, hem 'input' hem katılımcı hem de izleyici olarak, başka bir boyuttan bahsediyoruz.
Üretimin hızının yanında, sergilemenin anlamsızlaştığı ve yanyanalığın içinin boşaldığı bir enflasyonda, Altındere'nin derdi belki bu hengameye biraz da olsa humor, ironi ve soru işareti katmak. Gönül isterdi ki, Serkan Özkaya da hala Altındere kadar eski günlerindeki formunda olsa.
Eminim, O Serkan, gelen geçeni tavana gizli hortumlarla ıslatırdı ya da merdivendeki şeffaf muz kabuklarından milletin ayağı kayardı. (AY/EÖ)