Halide Edip, eşi Dr. Adnan (Adıvar) ile birlikte Takrir-i Sükun Kanunu'nun çıkışını izleyen günlerde 1925'te Türkiye'den ayrıldı. Ülkedeki siyasi ortamın gerginleşmesi üzerine geri dönmediler, 14 yıl Londra ve Paris'te yaşadılar. Mustafa Kemal'in ölümünden sonra 1939'da yurda döndüler.
Halide Edip Adıvar 9 Ocak 1964'te 80 yaşında hayata veda etti. Halide Edip'i aramızdan ayrılışının 56. yılında İpek Çalışlar'ın Halide Edip - Biyogrofisine Sığmayan Kadın kitabından Hindistan Günleri'nden bölümüyle selamlıyoruz.
1934 Aralık ayının son haftasında Halide, Cenova'dan kalkan İtalyan yolcu gemisi Vittoria ile çocukluğundan beri merak ettiği Hindistan'a doğru yola çıktı.
Akdeniz'e alışkın gözleri gökyüzünün mavisini çok donuk bulmuş, gökyüzündeki bulutları ters dikilmiş ağaçlara benzetmişti.
Halide yeni yılı gemide karşıladı. On bir günlük yolculuğun ardından Bombay'da onu alnının ortasında kırmızı bir beneği olan bronz renkli kadın aktivist Kemaladevi karşıladı. Kemaladevi, Bombay Chronicle gazetesinde peş peşe iki Halide Edib yazısı yazmıştı.
Neredeyse bütün gemiyi aradıktan sonra yumuşacık bir eli tutarken buldum kendimi. Bir çift şahane saydam göz, çok güzel bir yüzden dostça ama düşünceli bir ifadeyle bana bakıyordu. Vücudunun her çizgisi zarif bir narinlik taşıyordu. Avcuma aldığım eli bir çiçeği andırıyordu. İnsanı kavrayan ama üzerinde tahakküm kurmayan bir kişiliği vardı. Tepeleme yığılmış çiçeklerin arasında sanki onlardan biri gibi duruyordu.
Halide Edib 'tam bir Doğulu olmakla birlikte çok da evrensel'di.
Onu karşılamaya giden Kemaladevi bu çiçek gibi yumuşak ellerin, tüfek de tuttuğuna inanamadı. Halide'nin içindeki ateşi hissedebiliyordu. Pasaport kontrolü yapılmış tam gemiden ayrılmak üzereydiler ki, Halide çok zarif bir hareketle geri döndü ve eğilip küçük bir çocuğu elinden öptü.
Kendisini karşılamaya gelenlerden biri, Halide'ye bayram olduğunu hatırlatınca çok mutlu olmuştu.
Yıllardır bayramlara hasretti. Kendi bayramını paylaşan ve kutlayanlar arasında olduğuna memnundu. Herkesin bayramını Urduca kutlamak istedi, başardı da. Konudan konuya kayıyordu konuşurken.
Kemaladevi: "Siz iyi bir denizci misiniz Madam?" diye sordu. O da, "Ben asla denizde rahat edemem," diye yanıt verdi. "Su insanın doğal evi değildir. Ben ayağımın toprağa basmasını tercih ederim. Akdeniz bizim denizimizdir, ben onunla kendimi bir çeşit dost hissederim. Kendine mahsus bir rengi vardır," dedi.
12 Ocak 1935 tarihli Bombay Chronicle "demokrasi şampiyonu ve özgürlük askeri" sıfatlarıyla andığı Halide'nin eğitimci ve yazar yönlerini öne çıkaran çok uzun bir yazıya yer verdi. Ünlü konuğun Avrupa'da sürgünde yaşadığı yazılmıştı.
Bu tanımdan huzursuz olan Halide, gazeteye teşekkürleriyle birlikte kibar bir düzeltme notu yolladı, kendisinin sürgünde yaşamadığını, her an Türkiye'ye gidebilecek konumda olduğunu bildirdi.
Halide Edib, Hindistan'daki fotoğraflarında başında şalla gözüküyor. İslam Üniversitesinin konuğu olduğu için saçlarını örtmüş olmalı.
Delhi İstasyonu'nda, Gandhi kalpakları giymiş büyük bir kalabalık onu "Allahü Ekber" sesleriyle karşıladı. Kalabalığın en önünde yerel kıyafeti içinde eski dostu Dr. Ansari vardı. Hindistan gezisi, Delhi'den itibaren resmi bir ziyarete dönüştü.
Müslüman lider Ansari, Halide'yi evinde misafir etti. Evde kaçgöç usulüne bağlı olan eşi ile, iki kültür arasında sıkışmış bütün genç kızların sorunlarını taşıyan manevi kızları Zehra vardı. İkisi de Halide ile yakın ilişki kurdular.
Genç kız, Halide'ye kendi gençliğini hatırlatmıştı.
Zehra'nın bir ayağı kaçgöç perdesinin arkasında, bir ayağı ise perdenin önündeydi.
Muhafazakâr bir annenin kızı olarak sofraya ancak belli erkek konuklar olduğunda oturuyor; ancak bütün açık kadınlar gibi sokağa sari ile çıkıyor, istediği yere gidiyor, Amerikalı bir kızın cüretkarlığıyla otomobil kullanıyordu.
Annesi Gandhi dışında hiçbir erkeğin yanına çıkmazdı.
Halide, Zehra hakkında, "Zehra Hindistan'da bana kendi gençliğimi çok hatırlatmış bir kızdır. Onun yüz yüze geldiği meseleler 35 sene evvel, tahsil görmüş ve oldukça müreffeh bir sınıfa mensup herhangi Türk; genç kızın hayat muammalarından pek başka değildir" diye yazacaktı.
Halide, Müslüman Üniversitesi Jamia Millia'daki [Cami-i Milliye] konferanslarına başlamadan Ansarilerin evinde 10 gün dinlendi, çevreyi gezdi. Doğu–Batı çatışması, Türkiye tarihi, kadınların ilerlemesi, laiklik ve edebiyat üzerine konuşmalar yaptı.
Büyük ilgi gördü, gazetelere haber oldu. Konferanslar ücret karşılığı izlenebiliyordu.Onuruna garden partiler düzenlendi, konserler, resepsiyonlar verildi. Türkiye'den çokça söz etti ancak, politika konuşmak istemediğini de açıkça belli etti.
"Edebiyat ve Kültür" başlıklı konferansında, Türk kültürünü, romanını, şiirini anlattı. Baş konusu Nazım Hikmet'ti. Onun Benerci Kendini Niçin Öldürdü? adlı eserinden dizeler okudu ve Nazım'ın Hindistan'ı, Rusya'daki Hintli komünistlerden öğrendiğini anlattı.
Karakterler gerçekten Türk ama, isimleri Hintliydi. Böylece iki amacına birden ulaşıyor, hem Batı emperyalizmine saldırıyor hem de ülkesini eleştiriyordu.
Tirrum, tirrum, tirrum, trak, tiki, tak, to be a machine I want!
In my brain, flesh and bone the longings rise, ever dynamo I long to ride.
My tongue licks every copper wire and in my veins auto-cars race with locomotives.
Tirrum, tirrum, tirrum, tiki, trak, to be a machine I want!
I shall only happy be, the day I can set a turbine on my navel
and double propellers on my tail.
Tirrum, tirrum, tirrum, tiki, tiki, trak, to be a machine I want!
Halide, Paris'e döndükten sonra da Nazım'ın Taranta Babu'ya Mektuplar'ını da İngilizceye çevirip Bombay Chronicle gazetesinde yayımlatacaktı. (2)
Halide'nin 19 Ocak'ta verdiği konferansa Gandhi başkanlık etti. Halide, konferansta gerçek kahramanların "imparator ve krallar değil, büyük acı içinde ölenler" olduğunu söylemişti.
Gandhi'nin varlığı, Halide'nin bu ülkede onur konuğu olarak ağırlandığını gösteriyordu. Konferans boyunca, yanı başına mangallar yerleştirilmiş bir yer minderi üzerinde oturan Gandhi'nin yüceliğini düşündü durdu.
Tek katlı tuğla ev..
Gandhi'nin, Delhi'ye geldiğinde kaldığı mütevazı ev, Halide'yi etkilemişti. Boş bir tarlanın ortasında, tepesinde Kongre Partisi'nin bayrağı dalgalanan tek katlı tuğla ev, engin bir boşluğa bakıyordu.
Beyazlar içindeki öbek öbek insan, evin çevresinde ateş yakıyorlardı. Gandhi'nin odası, çimento zemin üzerinde bir hasır, yer minderi ve üzeri kitap dolu bir rahleden ibaretti. Mahatma Gandhi, minderinde oturuyordu.
İlk bakışta yüzünü herhangi bir Hindu'dan ayırt etmek mümkün değil. Geniş alınlı, ince, sivri çeneli, uzun burnu dudakların üstüne kıvrılmış çok zayıf bir ihtiyar. Fakat ihtiyarlardaki aksi manadan yüzünde eser yok. O gün çok yorgun görünmesine rağmen dikkat edince şakayı çok seven bir adam ifadesini derhal seziyorsunuz. Büyük bağa gözlük takıyor. Şakaklarına doğru çekilen gözlerinde Mongolvari bir ifade var. Bu ve tepesindeki bir tutam saç, bana Cengiz Han'ın resimlerinden birini hatırlattı.
Kapı sık sık açılıyor, pek çok kişi içeri giriyordu. Selam verirken neredeyse yüzlerini hasıra sürecek kadar eğiliyorlardı.
Bu selamlama biçimine rağmen çok Batılılaşmış bir doğu dünyasında hissetmişti kendini. Gandhi çok az konuşuyordu. Herkes ille ona danışmak, istediği için de çok yorgun düşüyordu. Dizlerine sarılan kadınlar, ayaklarını öpmesinler diye elinden geleni yapıyordu.
New York Times muhabiri gelince Halide, Gandhi'nin yanından ayrılıp başka odaya geçti. Hava karardığında, at nalı şeklinde dizilmiş hasırların üstüne kadınlı erkekli oturdular, bir çıngırak çaldı, Gandhi geldi hep birlikte dua ettiler.
Halide ortamı çok sevmişti, vakit buldukça akşam dualarına gidiyordu. Hindistan kitabını yazarken Gandhi'yi ruhani bir lider olarak tasvir etmişti.
Halide'nin Hindistan ziyareti sırasında 66 yaşında olan Gandhi, artık siyasetle uğraşmıyordu.
Halide Edib, o güne kadar Gandhi ile ilgili gazete yazılarının onu anlatmadığını, bu yazıların daha ziyade Gandhi'yi yıldızlaştırmak mantığıyla kaleme alındığını yazıyor.
20. yüzyılın tarihinde Gandhi'nin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. Halide Edib, Inside India kitabında, "Egolarını kitlelerin üzerinde baskı olarak kullanan, onları ölüme yönlenlendiren Napolyonvari liderler" den söz edecek, alttan alta Gandhi ile Mustafa Kemal Paşa'yı karşılaştıracaktı.
Japon heykeli: Kasturbay
Halide, Gandhi'nin karısı Kasturbay'ı uzaktan, bir Japon heykeline benzetmişti. Ağzı burnu minyatür gibi, ince zarif, seri tavırlı, kısık dudaklı ve dişsizdi.
Ancak fakir bir Hintli'nin giyeceği türden pamuklu sarisi içinde çok zarif görünüyordu.
Gandhi'nin yolunda ön safta çalışan bu kadının Gandhiciliğin ideolojisi ile pek ilgilenmediğini fark etti. Halide, Gandhi ile çocuk yaşında evlenen Kasturbay'a baktıkça, Hintli kadınların neden kocalarının arkasından yakılmak istediklerini anladığını düşündü.
Ocak ayının son günlerinde Halide Edib'e Türkiye'den acı bir haber geldi. Bir yakınını kaybetmişti. Bu vefat nedeniyle Mahatma Gandhi kendisine gönderdiği 25 Ocak tarihli sıcacık başsağlığı mesajında, "Ölümün sizin için bir dehşet olmadığını biliyorum. Ölüm sizin için yakın bir dost... Bu yüzden size taziyelerimi iletmiyorum. Ancak şu anda bir dosta ihtiyaç duyarsanız, acınızı, kaybınızı, ayrılığınızı sessizce paylaşmaya hazır pek çok dostunuz arasında beni de sayın," demişti.
Haydarabad'da Şehir Meclisi'nde verdiği konferansa 5 bin kişi katılmak isteyince kargaşa çıktı. Kalküta'daki konferanslarına ise 10 binin üzerinde insan katılacaktı.
Dürrüşehvar
Haydarabad günlerinde Halide'yi şaşırtan karşılaşmalardan biri son halife Abdülmecit'in kızı Dürrüşehvar'la görüşmeleriydi.
Hanedanının sürgün edilmesiyle birlikte İstanbul'dan ayrılan Dürrüşehvar, Haydarabad Nizamı'nın oğluyla evlenip Haydarabad prensesi olmuştu. Henüz 23'ünde olmakla birlikte yaşından çok olgundu. Halide onun çocukluğunu bilirdi. Kocaman mavi gözleri vardı.
Üzerinde çok sade bir sari vardı; arkaya doğru taradığı saçlarını muslin bir eşarpla örtmüştü. Mücevherlerine ve makyajına rağmen, görünüşü çok masumdu.
Halide onun yüzünü Bellini'nin Fatih'ine benzetti. Akıcı bir Urduca ve mükemmel İngilizce konuşuyordu. Tesettürlü değildi.
Dürrüşehvar, Şehir Meclisi'nde yapılan Kadınlar Konferansı'nda Urduca konuşmuş, kadınlara, yaşadıkları toprakların yurttaşları olduklarını hatırlatmıştı.
Hindistan'ın kadın aktivisti Kemaladevi (Chattopadhyaya) ile politikanın ünlü ismi şair Sarojini Naidu, gezisi boyunca sık sık Halide'nin yanında bulundular. Naidu yıllar sonra Kongre Partisi'nin ilk kadın başkanlığına seçilecekti.
Halide, Gandhi'nin çevresindeki kadınların feminist denildiğinde tebessüm ettiklerini, cins meselesini önemsemediklerini yazacaktı.
Halide Edib'e Hindistan günlerinde kadınlara dair pek çok soru soruldu. O da, kadınlarla erkeklerin eşitliğinin farz olduğunu, ancak Türkiye'de feminizmin erkeklere karşı bir kavga olmadığını, "feminizmin özgürlük ve ilerleme anlamına geldiğini" söyledi. Halide'nin Hindistan'da bu sorulara yanıt verdiği günlerde, Türkiye'de kadınlar ilk kez oy kullanıyorlardı. Artık, 22 yaşına basan bir kadının seçme ve seçilme hakkı vardı.
Begüm Ansari'nin kendi şerefine verdiği davette ise, "Allah erkekleri farklı ırklardan, kadınları ise tek bir milletten yarattı," diye konuşmuştu.
Çiçek yağmuru
Oxford ve Cambridge'den örnek alınarak kurulan Aligar İslam Üniversitesi'nde, Halide büyük bir tezahüratla karşılandı. Konuşmasına başlamak üzere ayağa kalktığında üzerine yağmur gibi çiçek yağmaya başladı.
Konferans sırasında ayağa kalkınca üzerine yağmur gibi çiçek yağdırmaya başladılar. Ne gözlerini ne de ağzını açabiliyordu. Zorlukla kafasını kaldırıp yukarıya baktığında çiçekleri, iki kişinin kovalarla aşağıya döktüğünü gördü. "Yaşlı bir kadın için israf," diye düşündü.
Ancak kitabını yazarken, "Ne olursa olsun çok da güzeldi," diyerek memnuniyetini dile getirecekti.
Lahor'da yemeğe davetli olduğu doktorun evinde ise onu bir sürpriz bekliyordu. Yeşil ipeklere sarılı mini minicik yedi günlük bir kız bebek, esmer ipeksi yüzü, uzun kirpikleriyle kucağına bırakılmıştı. Halide Edib'ten ricaları, bebeğin adının Halide olmasına izin vermesiydi.
Neredeyse gözyaşlarına boğulmuştu. Halide garip bir bağla Lahor'a bağlanmıştı.
Bombay
Bombay'da baş hakimin evinde misafir edilen Halide, üç önemli toplantıya katıldı. Kadınlarla erkeklerin hep bir arada olduklarını görüyordu. Büyük gezi, kadınlı erkekli 400 kişinin katıldığı, yemeklerin yeşil yapraklarda ikram edildiği büyük bir ziyafetle Bombay'da sona erdi; yemeklerin hiç birinde et yoktu.
Yüksek bir binanın çatısında yenen yemeğe yıldızlarla bezeli mavi beyaz bir Hint gecesi eşlik etmişti.
Halide, çocukluğunda çok meraklı olduğu Hindistan'ı hem İngiliz mürebbiyesine anlattırmış, hem de Rudyard Kipling'in Hindistan'da geçen romanı Kim'i döne döne okumuştu.
Yine de karşısına bambaşka bir ülke çıkmıştı. 20. yüzyılda Panislamizm Hintli Müslümanlar açısından kutsal bir tutkuydu. Hilafetin Türkiye'de kaldırılmış olması gezi boyunca geri planda bir gerginlik ve hoşnutsuzluk kaynağı olarak hep durmuştu.
Konferanslardan memnun kalmayanlar da vardı. Bunların başını çeken, ünlü şair Muhammed İkbal, Halide'nin, Doğu–Batı kavramları üzerine söyledikleriyle, klişelere yenik düştüğünü söylemişti.
Halide döndükten sonra Ansari, onun konferanslarını uzun bir önsözle birlikte Conflict of East and West adıyla kitap olarak yayımladı.
Hindistan'da verdiği konferanslar ve bu ülkenin soğuk havası onu hasta etmişti, dönüşünde akciğerlerinden büyük bir kanama geçirdi.
(İÇ/PT)
* Halide Edip- Biyografisine Sığmayan Kadın, Everest Yayınları, İstanbul, 2010
(1) Bu bölümde, Halide Edib'in "İnside India" ile "East and West Conflict" adlı yapıtları ile, Osman Bülent Yorulmaz'ın "Halide Edib Adıvar'ın Hindistan Hayatı" adlı Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne verdiği Yüksek Lisans Tezi (1988) , Halide Edib'in Tan gazetesinde 1938 yılında yayımlanan Hindistan gezi izlenimlerinden ve Nilüfer Mizanoglu Reddy'nin "Hindistan'ın İçyüzü" (1994) makalesinden yararlandım.
(2) Halide Edib'in Hintli dostu Ansari'ye yazdığı bir mektubun sonunda da şu not göze çarpıyor: "N.H.'nin Taranta Babu'ya Mektuplar'ını beğendiniz mi? Bombay Chronicle'ın pazar baskılarında yayımlanıyor." Halide Edib, Ansari'ye Mektup, 4 Mart 1936, İnci Enginün, "Araştırmalar ve Belgeler" s. 559-60; Halide Edib'in Ansari'ye mektubundaki notundan Taranta Babu'ya Mektuplar'ın Bombay Chronicle'da İngilizce olarak yayımlandığı anlaşılıyor. İnci Enginün, Halide Edib'in Nazım'dan çeviri yaptığını Nermin Menemencioğlu'ndan dinlemişti.
(3) Halide Edib, "Gandhi'nin Delhi'deki evinde Gördüklerim", Tan, 24 Nisan 1938.