16 Mart 1988’de Halepçe semalarında görülen 8 adet "MiG-23 uçağı" kentin üzerine kimyasal bombalarla ölüm yağdırmıştı. Sarin gazının kullanıldığı saldırılar sırasında bebek, kadın ve yaşlıların da olduğu 5 bin Kürt hayatını kaybetmiş; on binlerce insan bu korkunç felaketten ancak yaralı halde kurtulabilmişti.
Irak’ta Saddam'ın kimyasal silahlarıyla yok edilmek istenen Kürt halkının yaşadığı dram büyüktü. Dünya medyası Halepçe’de yaşanan büyük trajediyi neredeyse görmezden gelirken; bazı gazetecilerin servis etmesiyle ortaya çıkan fotoğraflar yürekleri dağlıyordu. Mesela, kucağında bebeğiyle ölümden kaçarken kapı eşiğinde düşüp can veren kadınlar...
Halepçe’de kimyasal silahların kullanılmasıyla kendini gösteren tesir -Hiroşima ve Nagazaki’de olduğu gibi- uzun yıllara yayıldı; insanların pek çoğu sakat kaldı; felaket sonrası doğan bebeklerin de önemli bölümü yine sakat doğdu.
Bu büyük felaketin sorumlusu olan Saddam, daha sonra kendisine yönelecek olan emperyalist güçlerle son derece iyi ilişkiler sürdürüyordu. Zaten katledilenler Kürt olunca, dünyanın pek de umurunda değildi; 'bu işlerin' erbabı güçler, yabancı olmadıkları bir prosedürle; vahşeti, sessizliğini koruyarak onaylıyordu.
Batı medyası da eğer katliam, soykırım kendi devletlerine müttefik olan ve uydu devletlerin işiyse; daima tarafgir bir dil kullanıyor. Keza Birleşmiş Milletler, bu büyük felaketin ardından toplanmış ve o toplantıda Saddam’a bir kınama bile çıkmamıştı.
***
Halepçe Katliamı ve sonrasında inkişaf eden göç yıllarını anımsamalıyız; yola koyulan on binlerce kadın, çocuk ve yaşlı insan, Irak ile Türkiye arasındaki dağlarda ölüm kalım mücadelesi verdi. Kendi Kürtleriyle adeta savaş halinde olan Türkiye, bu insanlık dramının hangi yanında durması gerektiğinde bir türlü karar sahibi olamadı.
***
Yıllar geçti. Yine Ortadoğu coğrafyasında mümasil bir gelişme seyrediyor; kimyasal vahşeti!
Suriye’de son iki yıldır süren iç savaşta sivil halk büyük acı çekiyor.
Yüz binlerce Suriyeli evini barkını terk ederek, Halepçe yıllarını anımsatarak yollara düştü. Savaşın sebep olduğu kayıp insan sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Cihatçı çetelerin akıl ve vicdana sığmayan yöntemlerle yaptıkları katliamlar sosyal medyanın gündemini oluşturuyor.
Rojava’da El Kaide ve El Nusra çetelerinin Kürt halkına saldırıları katliam niteliği taşıyor. Buradaki sivil Kürtler kıskaca alınmış durumda; ağır kayıplar verilirken, bir yandan da kendi topraklarında kendilerini koruyanlar büyük direnişi temsil ediyor.
Çetelere en ciddi desteğin Türkiye'den, AKP hükümetinden olduğu artık sır değil. Baştan beri Türkiye'nin sınırları sonuna kadar açık bırakıldı. Rojava’daki katliamcılar Türkiye sınırlarını istedikleri gibi kullandılar.
Rojava'da bilinçli bir göç politikasına da tanıklık ediyoruz; bölge, insandan arındırılmaya çalışılarak, devrimin önü alınmak isteniyor. AKP hükümetinin de dahil olduğu güçler, halihazırda bu bölgedeki direnişi kıramayınca, böylesi metotları zorluyor olmalı. Kürtlerin Ortadoğu'da belirleyici olmalarından endişe duyuyorlar.
***
Aynı Suriye son birkaç gündür Şam’ın yakın mahallerinden Doğu Gota bölgesine yönelik gerçekleşen kimyasal saldırıyla sarsılıyor. Saldırının kimler tarafından gerçekleştirildiği belli olmasa da, 700 kişinin hayatını kaybettiği, 5 binden fazla kişinin yaralandığı söyleniyor.
Suriye’de gördüklerimiz, yabancısı olmadığımız bir tablo. Başını emperyalist güçlerin çektiği yeni saldırı konsepti hayat bulacak gibi. Bu saldırıyla birlikte Suriye halkları çok daha büyük acılarla yüz yüze kalacak. Ülkede farklı etnik ve dinsel kökenden insanların bir arada yaşayabilmelerinin imkanı da ilga ediliyor. Bu yeni dönem, tüm bunlara rağmen, halkların ancak bölgesel özerk yönetimleriyle ayakta kalabilecekleri bir dönemi işaret ediyor.
1 Eylül dünya barış gününü, Ortadoğu coğrafyasında yeniden işgal ve savaş tamtamları arasında karşılıyoruz. Yine de umutla haykırıyoruz: Savaşa karşı Barış, Ölüme Karşı Yaşam! (FT/YY)