“Bir şey söylenmesi gerektiğinde, görevimiz onu yüksek sesle söylemektir. Bir şey doğru ise söylemeliyiz ve bir şey yanlış veya hatalı ise, yine aynı şekilde buna dikkat çekmeliyiz. Hileler, yalanlar ve entrikalar zaman kaybetmeden ifşa edilmelidirler.
Daisaku İkeda
9 Haziran Ankara Kutlaması yapılacak mıydı yapılmayacak mıydı? Sırrı Süreyya gelecek miydi gelmeyecek miydi? Yağmur yağıyordu üstelik. Telefonlar susmuyordu. Diyarbakır karışmıştı, insanlar ölüyordu hala... Kutlama yapılacak mıydı?
Kaç yıl oldu diye sordum kendime. Kaç yıldır hep aynı soru soruluyordu. Kutlama yapılacak mıydı, yapılmayacak mıydı, şölen var mıydı, yok muydu, konser iptal miydi, değil miydi... Bayram kutlanmayacaksa çörek yapılmasındı, ekmek pişirilmesindi. Festival olmayacak mıydı, düğün müğün iptal miydi...
Kaç yıl oldu? “Bugün cenaze var, bugün yürüyüş var, bugün mezarlığa gideceğiz...” konuşmaları devam edeli kaç yıl oldu... Bak buralar eskiden sümbül, nergis doluydu şimdi mayınla döşediler... Sakın karanlığa kalma, dün gece de çatışma var dediler/ yok ya bir şey olmaz bir balık yiyip döneceğiz/balık yemeye gitmişler biri ölmüş diğeri ağır yaralı...
Televizyonu açsana/ bi dur bi dur, gene olay var gürültü geliyor/ ne olayı, cenaze getiriyorlar. Kameran nerede?
Oooo, savaş alanına dönmüş burası/ Dilşah savaş var zaten / Doğru diyorsun abi. Benimki amerikan türkçesi.
Savaşın otuz yılını bizzat gözlerimle gördüm, tanığım birçok kişi gibi. Ve savaşa doğmuş tüm çocuklar gibi barış’ın ne olduğunu bilmeyerek büyüdüm. Şimdi ki çocuklar gibi çocukluklarına birer yetişkin gibi bakabilenlerden değildim. Kimse de öyle değildi. Tek bir gerçek vardı. Savaş. Tek bir şey vardı, Türkler ve Kürtler. Tek bir şey vardı bu iyi bir hayat değildi. İyi bir hayat olmayacaktı.
Ankara'da barışı kutlayabileceğimiz aklıma gelmezdi
9 Haziranda Ankara’da Sakarya Meydanındaydım. Meydana girer girmez inanılmaz bir kalabalığın ortasına düştüm. Omuzlar, dizler hatta kulaklar bile halay çekiyordu. Hatta halay çekilmiyor iç organ muhasebesi yapılıyordu. Kimin böbreği daha iyi üç ayak oynar, kimde fazla dalak var benimki yetmiyor daha fazla coşmak istiyorum dercesine insanlar HDP’nin barajı aşmasını kutluyorlardı.
Cizreli çocuklarla yapılan barış forumunun kolaylaştırıcısı Ayşegül Doğan şöyle demişti: “Ben de doksanlı yıllarda burada yaşayan bir çocuktum ve bir gün burada çocukların barışı konuşabileceği aklıma bile gelmezdi”. Benim de bir gün Ankara’nın ortasında Barışı kutlayabileceğimiz aklıma gelmezdi.
Ankara’ya taşındıktan sonra yaz ve kış mevsimleri arasında farklı dillere bölünen bir ergenlik yaşadım. Ayaz gri bina taş duvar dedikleri tamlamalardaki tüm soğuk imgelerin çağı yaşanıyordu Ankara’da. Doksanlı yıllar. Gerçekten böyle bir Ankara’ydı. Hiç unutmuyorum, lise öğrencisiyken bir arkadaşım beni köşeye çekip tembihlemişti. “Bana söylediğin fikirlerini lütfen kimseye söyleme, başına bela olur” diye. Fikirlerim de şunlardı: “Neden Kürt halkı yok sayılıyor? Neden insanlar eşit değil? Neden sizler bunlara karşı çıkmıyorsunuz?”
Bu soruları soran her bir çocuk ya öldürüldü ya cezaevine girdi ya işkencelerle sakatlandı, şansı varsa sadece ayrımcılığa uğradı, ben şanslılardan biriydim.
İnsanlar çok ağır bedeller ödediler. Ailelerinden insanları kaybettiler, acı çektiler. Duyguları, bedenleri ağır yüklerin altına girdi. İnsanlığı omuzlamak kolay değildi.
Paragraf başı yapıyorum çünkü neler yaşandığını herkes çok iyi biliyor artık.
Vallahi de Ankara Sakarya burası. Göz bebeklerimde pırıltılı simler uçuşuyor.
Yeri gelmişken birilerinin “mağdur edebiyatı” diye adlandırdıkları mağduriyet anısı anlatacağım. İzninizle. Doksanların ortalarında Ankara’ya gelen ve Türkçe bilmeyen kuzenim bir çocuktu henüz ve ben Sakarya Meydanına onu döner yemeye götürmüştüm. Kürtçe konuştu. Ters ters bakıp “nece konuşuyor” diyen kadına ağzımdaki lokmayı yutamadığım için veremediğim cevabı veriyorum şimdi. Kürtçe konuşuyor, anadili Kürtçe.
Yarım kalmış halaylar
Ben henüz kutlama yapmadım. İnsanların coşkusu acayip. Yine ölümler var, Diyarbakır karışık. Yine aynı anons yapılacak. Daha 5 Haziran Kadın şenliğinde de halaylar yarım kalmış, Diyarbakır Mitinginde ölen insanların haberi alınmıştı. Her bir şenlik bir ölüm haberiyle sona erdirildi yıllarca...
Fakat barışın gelişini de kutlamak gerekiyor. Barış bu ülkeye halklar için upuzun yılların sonunda geldi. Bunu kutlamak lazım elbette hem de kendisine layık bir coşkuyla. Kameramı alıp dalıyorum halay çeken grupların arasına. Yüzlerine bakıyorum, gülümsemelerine. Çok acayip geliyor her şey bana. Burası Ankara diyorum ama aynı anda izleyip düşünmeyi milimetrik açılardan yapıyorum. Hayatta asla bir arada görmediğim insan suretleri yan yana müzikle kendinden geçiyor. Şu adam mesela sanırsınız Avrupadan gelmiş ama benden iyi halay çekiyor, şu teyzeye bakın hele saçını ne güzel kurdelelemiş, çocukları kameraya almayalım biraz özen gösterelim arkadaşlar. İçimde sevinç var Barış geldi diye. En çok çocuklar için. En çok da çocuklar için. Halkların çocukları barışın çocukları olsun. Ömürleri su olsun aksın önlerinde.
Herkes kayıtta
E niye kimse çekinmiyor kameralardan? Kimse korkmuyor artık. Beşbin kişi geldiyse, en az en az en az, dört bin dokuz yüz kişi cep telefonuyla çekim yapıyor. Geri kalan yüz kişi de daha profesyonel makineler kullanıyorlar. Eskiden öyle miydi. Kolaysa çek bakalım kitleyi, çek bakalım insanları. "Kimsin arkadaş kimsin, polis misin, sivil misin, belanı mı arıyorsun" olurdu.
Halay'ın abc'si
Bu arada farkettiğim en mühim mevzulardan biri de artık herkesin üç ayak ismi verilen halayın abc’sini öğrendiği. Eskiden neydi o yahu, karma eylemlerde bir kürdün başlıca görevi halay öğretmekti. Kendi kendine halay çekmek mi olur demeyin vallahi Türklere halay öğretmekten bıkmış arkadaşlar kendi kendilerine de halay çekiyorlardı. Nihayet son iki yıldır bu konuda inanılmaz bir tecrübe birikti. Artık kimse kimseye halay öğretmiyor. Git eyleme katıl öğren deniliyor.
En şaşırtıcı olan Ankara’nın Bağları türküsü çaldı. Ani bir baş dönmesinin ardından Ankara havası da candır denilerek hemen adapte olundu. Çarşı izni kullanmaya çıkan askerlerin çiftetellileri arasında hissettim kendimi. Bir kısım biz halayda ustayız, diyerek oynamıyordu ama yok Ankara’nın bağları gerçekten halkları birbirine epey bir entegre etti.
Zafer işareti
Bayraklar, flamalar, renkler, marşlar ve ulus kimliği geliştiren her türlü biçim / şekil / hareket beni uzaktan bile cezbetmedi çocukluğumdan beri. Ama vallahi son üç aydır hayatım boyunca yapmadığım kadar zafer işareti yaptım. Hatta alakasız yerlerde. İki elim havada zafer işareti yaparken bulabilirsiniz beni. Gövdemden taşan bir heyecan hissediyorum. Bu heyecanı en iyi anlatan zafer işareti.
“Bir dakika, pardon, izin verir misiniz?” diye diye insanların arasından geçip sahneye ulaşmaya çalışıyorum. “Biliyorum haklısınız, senin bizden ne farkın var” diyorsunuz. “Ama bakın bu konuşmayı çekmem lazım”. Ah kadın dayanışması, yaşasın kızkardeşlik! İki el beni öne doğru haşırt diye iteledi ve arkamı döndüğümde gülümseyen gözleriyle bir kızkardeş edindim.
Evet şimdi Harun Çakmak konuşuyor:
"Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar çok saldırırlarsa saldırsınlar biz meydanlarda olmaya, halklarımızın türkülerini söylemeye devam edeceğiz. Bu bir eğlence değil arkadaşlar! Bu bir irade! Türkiye halklarının zaferini kutladığı ve bugün Ankara'nın meydanında ortaya koyduğu bir irade!"
Harun Çakmak’a ulaşırsam sahneye de çıkabilirim fikri geliyor aklıma. Gerçekten ulaştım ulaşmasına ama Harun Abi sanki beni tanımıyormuş gibi bakıyor. Neredeyse “Harun Abi ben Dilşah” diyesim geliyor ama öyle dersem çok fena dalga geçer. Onun kadar sert bakamıyorum ama ben de gayet ciddi görünmeye çalışarak tek cümle kuruyorum “Harun Abi beni sahneye çıkarsana” dememle sahnede bitiyorum. Çünkü Harun Abi eski gelenek. Ona ciddi bir şeyi ciddi bir şey gibi söylemek gerekiyor. Yoksa mizahın üst geçidini o da gayet iyi biliyor. İyi tamam sahneye de çıktım, gayet ciddi ciddi çekim de yapıyorum fakat sahne sallanıyor. Ne yapayım yani, görüntülerin hepsini kullanmam diyorum.
"Halklarımızın türkülerini söylemeye devam edeceğiz"
Harun Abi son söylediklerini bir daha söylesen ya abi:
"Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar çok saldırırlarsa saldırsınlar biz meydanlarda olmaya, halklarımızın türkülerini söylemeye devam edeceğiz. Bu bir eğlence değil arkadaşlar! Bu bir irade! Türkiye halklarının zaferini kutladığı ve bugün Ankara'nın meydanında ortaya koyduğu bir irade!"
Halaylar çekildi, şarkılar söylendi. Sahneden inen grubun solistine “sesiniz çok güzel” dedim. Yüzüme bakmadan sağol dedi ve hızlıca gitti. Bir kahkaha tuttu beni. Barış geldi diye her gülümsemem karşılık mı bulacak diye kurcaladım bilincimi. Vallahi bilinç, bilinç olalı böyle zulüm görmemiştir. Hangi konuda bilincimi kurcalasam, silah panzer biber gazı çıkıyor. Atma taş, atma atma. Sen de indir şu silahı. İndir hadi indir. Akrep, TOMA, panzer siz de çekilin şuradan. Hadi naş naş. Sen solist arkadaş, sen de ver şu mikrofonu. Madem iltifatıma da karşılık vermedin, biraz da Sırrı Süreyya Önder’i dinleyelim. Bakın ne diyor:
“Yükümüzün ağır olduğunu biliyorum. Paylaşırsak bu yükü de hafifleteceğiz Yaşasın halkların kardeşliği”.
Bu ne güzel bir slogandır böyle. Yaşasın Halkların Kardeşliği! Sırrı Süreyya’nın dediği gibi paylaşalım bu yükü. Çocuklar için paylaşalım bu yükü. Oy vermiş her bir insan! Hiç bir yere gitmeyin. Geri çekilmeyin, vazgeçmeyin. Gelin birlikte paylaşalım bu yükü.
Ben henüz kutlama yapmadım. Barışın çocuklara tesirini gördükten sonra kutlama yapacağım. Sanat filmi diye dalga geçilen uzun sahneli filmlerdeki gibi, uzun uzun uzaklara bakacağım. Barışın gideceği her ülkenin çocuklarına bakacağım uzun uzun. Anadillerinde konuşabildikleri, hiçbir ulusal marşla hiçbir ulusal antla güne başlamadıkları, barikatların en önünde savaşmadıkları, kimsenin ihraç fazlası mal gibi davranmadığı, sokaklarda güvensiz bir şekilde her türlü istismara maruz kalmadıkları zaman kutlama yapacağım. Ellerindeki taşa kurşunla karşılık verilmediği, halkların çocuklarına egemen kimliğin dayatılarak kafalarına korku ve savaşın daha beş yaşında dayatılmadığı zaman kutlama yapacağım... İşte ben o zaman uzun uzun uzaklara bakarak kutlama yapacağım. Elbette iki kolum havada, alakalı olsun ya da olmasın zafer işareti yapacağım. (DÖ/HK)