Rober Koptaş ve Bülent Usta’nın editörlüğünü yaptığı “Yok Hükmünde” adlı kitap Aras Yayınları’ndan çıktı. Müslüman olmayan cemaatlerin tüzel kişiliklerinin tanınmamasına ve temsilde yaşadıkları sorunlara odaklanan kitabın tanıtımı 11 Mayıs akşamı Pera Müzesi’nde yapıldı. Ekümenik Patrik I. Bartholomeos, Türkiye Ermenileri Patrik Genel Vekili Başepiskopos Aram Ateşyan, Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü ve Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosu Evangelos Sekeris’in de katıldığı davette, kitapta da bir makalesi bulunan avukat Rita Ender’in konuşmasını yayınlıyoruz. |
Hukuk âleminde bu konulara gönlünü ve yıllarını vermiş avukat Diran Bakar’ın ismini anarak başlıyor bu kitap. Onun emeklerini kendi emeğiyle birleştirmiş ve yıllarca Ermeni Patrikhanesi’nin basın sözcülüğünü de yapan kız kardeşi; avukat Luiz Bakar’ın sunumunu da içeriyor. Ve aslında Luiz Bakar’a ismini vermiş olan anneleri; Madam Ağavni’nin hatırasını da taşıyor.
Madam Ağavni’nin İstanbul’a geldiği yıllarda kitabımıza konu kurumlar bugünkü gibi yok hükmünde değildi, o dönemde Patrikhaneler ve Hahambaşılıklar hukuken de varlardı. Ve bu varlığın, Madam Ağavni’nin yaşamında belirleyici yeri olmuştu.
Nasıl olduğunu Luiz Bakar; nam-ı diğer Lulu mizahi üslubuyla şu sözlerle anlatıyor:
“Annem 1910 doğumlu, öyle diyordu yani belki de daha erken doğmuştu, tam bilemiyoruz. Annem, ailesi ile birlikte Der-Zor’a yazlığa gitmiş. Gezmeye! Orada, 1915’te, ailesinin dörtte üçü kaybolmuş ve geri geldiğinde yokluk içindeymiş. Köyden İstanbul’a gelmişler. Burada, Hahambaşı, Yahudilerin hahambaşısı ona sahip çıkmış ve almış bunu okula götürmüş. İki sene Esayan’da okumuş, sonra ‘ben Fransızca öğrenmek istiyorum’ demiş. Saint Benoit’ya götürmüşler onu. Para yok, pul yok. Soeurler de demiş ki, ‘eğer bu kız Katolik olursa biz onu burada barındırırız. Hem yer, hem yatar, hem de okula gider.’ Böylece annem Katolik olmuş. Çok severdi ama okulunu. Ölene kadar o Saint Benoit soeurleri, Fransız kültürü, Fransız dili… O sevgiden de bizim şansımıza, adımız Luiz oldu.”
Luiz adı Ermeni cemaat vakıflarının davaları ile özdeşleşti. Yıllar boyunca onlarca dilekçe yazdı, yüzlerce davada savunma yaptı, milyonlarca kez resmi dairelerde dil döktü, sıra bekledi. Ama bir duruşma anı vardı ki, o an Luiz Bakar için farklı oldu çünkü var olanların nasıl yok sayıldığını AİHM’de anlatmak o kadar da kolay değildi.
Nasıldı?
Şöyle anlatıyor Lulu:
“Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın davasında AİHM’e gittik sonunda, benim için çok değişik bir andır. Savunmayı Fransızca olarak yaptım. Esasında davayı ağabeyim Diran takip ediyordu, ben de yamaklığını yapıyordum, ama içindeydik. Ağabeyim, 35 sayfalık bir savunma hazırladı, ben de onu çevirdim ve orada gittim okudum. Çok heyecanlıydı, neredeyse kapıdan geri dönüyordum. Üşümeye başladım, üst üste ceketler giydim. Baya etkileyiciydi; karşında bir sürü hâkim oturuyor ve sen ortada kalkıp anlatıyorsun. Bir de anlatırken, hâkim anlıyor mu anlamıyor mu diye düşünüyorsun, çünkü o kadar acayip bir dava ki! Bir Avrupalı hâkimin bunu anlamasına imkân yok, anlamaz. Onun için bütün kelimeleri seçtik. Aynı cümleyi 10 farklı şekilde kurdum.
"Yabancı bir insan bu 36 Beyannamesi davasını anlayamaz. ‘36 yılında beyanname verdik’ diyoruz, ‘Beyanname verdin, peki niye? Bu senin statün mü?’ diyorlar! E adama nasıl anlatacaksın? Emlak beyannamesi veriyoruz ya, beyanname odur, öyle bir şeydir. Halbuki bizim burada tuttular diyorlar ki, ‘bu vakfın kuruluş senedi beyannamedir.’ Peki niye bunu yaptılar? Bu sorunun cevabı, şu laf da çok güzel: ‘Kamu düzeni bozuluyor.’ Yani azınlık vakıfları mal edinirse kamu düzeni bozuluyormuş! Anlat kolaysa! Biraz dini vecibelere bağladık, dedik ki; ‘Biz Türkiye’de çok rahat dini vecibelerimizi yerine getiriyoruz, bir sorunumuz yok ama bu vakıf denilen kuruluşların; kilise vakfı, okul vakfı sorunu büyük.’ Sen kilise vakfının malını elinden alırsan, o ayinleri hangi parayla yapacak, papazına nasıl maaş verecek? Bu olayları anlattık. Adamlar tahta perde gibi oturuyor karşımda, dinliyor mu, anlıyor mu anlamıyorsun. Fakat bu yeni Vakıflar Yasası’nın çıkmasında AİHM’in de etkisi oldu, bence bütün bu davalar, kararlar etkili oldu.”
Bütün bu kararların alınmasında Luiz Bakar’ın yol arkadaşlarından biri Türkiye Hahambaşılık’ının avukatı Ester Zonana oldu. Hahambaşı artık Luiz Bakar’ın annesine sahip çıkan hahambaşı değildi. Yıllar geçmişti, zaten Luiz Hanım da hahambaşılık için hiç çalışmadı.
Luiz Bakar ile Ester Zonana hiç dava arkadaşı olmadılar, birlikte bir dava yürütmediler. Fakat meseleleri aynıydı. Amaçları, karşı durdukları, dillendirdikleri birdi. Yüklendikleri de benzerdi. Haksızlığa uğramış yüzyıllık dini kurumların adına ve çoğu zaman dini liderlerin vekâletnameleri ile çalışıyorlardı. Üstelik onca söz ve güç sahibi dini lider ve cemaat yöneticilerinin içinde, kadının adı olduğunu, varlıklarıyla hatırlatarak çalışıyorlardı.
Çalışmalarında toplumların dini ihtiyaçlar dışında ihtiyaçları olduğunu vurguluyorlardı. Mesela avukat Ester Zonana şöyle söylüyordu: “Cemaatler, sosyal topluluklardır. Dini gereksinimleri yanında, sosyal gereksinimleri de vardır. Bu gereksinimlerin sadece seçimle iş başına gelen dini reisler tarafından karşılanması, mümkün değildir.”
Zaten avukat Ester Zonana’yı da meslek hayatında en zor durumlarda bırakan; yalnızca dini reisleri değil, inanan inanmayan tüm Yahudileri hedef alan antisemitizm olmuştu. Ulusal hukukun çare üretmekte yeterli kalamadığı nefret söylemi hakkında defalarca kez dilekçe yazmış, ilgili makamlara şunun gibi sözlerle şikâyetlerde bulunmuştu: “Şüphelinin ‘tweet’ini okuyan Yahudi dini inancına sahip kişiler, daha önce de olduğu gibi ibadethanelerinin ve kendilerinin her an saldırıya uğrayabilecekleri, vahşice katledilebilecekleri endişe ve korkusuyla dini inançlarını, Anayasa’nın sağladığı temel hakka rağmen, yaşayamamaktadırlar.”
Temel hakların, yüzlerce yıllık kurumlarımız gibi “yok hükmünde” olmaması, avukat Luiz ile avukat Ester’in yıllardır devam eden dostluklarının ve Madam Ağavni hatırasının bu kurumlarca da unutulmaması dileğiyle… (RT/ÇT)