Geçen yılın da, önceki yılların da aynısı yaşandı Taksim Meydanı'nda.
Tek farkı Cumhuriyet Anıtı'nın üstüne örtülmüş perdeydi.
Anıtın yeşilli kırmızılı sarılı mermerlerini göremedik bu kez de "perde"ler yüzünden; önüne konulan "Türkiye Sakatlar Derneği"nin çelengini fotoğraflarken.
Perdeleri düşündüm, kameranın deklanşörüne bakarken.
Perdelerimizi, perdelediklerimizi düşündüm.
Perdeler "örtüyor" pek çok şeyi.
Perdeler ardında bırakıyor gerçekleri,
Perdeler görünmez kılıyor yaşadıklarımızı...
Tabi perdelerin ardında ve bu tarafında olanları da düşündüm...
Zaman zaman düşünmek iyi oluyor. Size de öneririm:
Perdelerinizi düşünün. İçinizdeki, dışınızdaki. Arkasına saklandığınız, ya da önünde kalakaldığınız. İlk aklınıza gelen "demir perde" olmasın.
Sonra "perdelerin ne tarafında olduğunuzu" düşünün.
Her zaman değil, arada sırada; ama "senede bir kere" de değil.
Gerçekler ve talepler
Sevgili arkadaşım, dostum Türkiye Sakatlar Derneği (TSD) Genel Başkanı Şükrü Boyraz da "3 Aralık Engelliler Günü" basın açıklamasında "Vaatler dönemi bitti, icraat zamanıdır" dedi bir kez daha.
Pek çok gerçeğin önündeki perdeleri kaldıran bir "çığlık"tı, onunki ve yanındakilerin kendisi tutamayıp haykırdıkları.
"Tüm dünyada engellilerin hak ve özgürlükleri uluslararası bir sözleşme ile güvence altına alınmıştır" dediler..
"Birleşmiş Milletler Engellilerin Hakları Sözleşmesi'yle ülkemizdeki yaklaşık 8,5 milyon engelli artık geleceğe çok daha umutla bakabilecek güçlü bir hukuk temeline kavuşmuştur" dediler.
"Sözleşme hükümete büyük sorumluluk ve görevler yüklemektedir. Engellilerin başta erişim olmak üzere sağlık, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik gibi sorunlarının hızla çözümlenmesi gerekmektedir. Sözleşmenin yürürlüğe girmesi bizleri umutlandırmış, bununla birlikte ülkemizdeki diğer gelişmeler ise bu umutları sarsmıştır" dediler.
Bizim sorumluluğumuz yok mu?
Tören içini onu beklerken, katılan sakatlar, gönüllüler ve aktivistler sayısından daha fazla olan gazete, radyo ve televizyon muhabirleri, hazırlayacakları haberlerle ilgili olarak alana gelen sakatlarla küçük röportajlar yaparken, anıtın çevresinden işine gücüne giden, giderken de hızlı bir bakışla anıtın etrafında toplanan kalabalığın anlamını sorgulayan insanlar vardır.
Durup bakan ve izleyenler de vardı.
"Acaba neden toplanmışlar, ne istiyorlar" diyenler vardı.
Bugünün "3 Aralık", 3 aralığın da "Sakatlar Günü" olduğunu bilmeyenler de vardı.
Önce "bana sorsalar ne derdim" diye düşündüm.
Aklıma gelen yanıt bir gerçeğin bendeki ifadesiydi:
"Bir hakkı yalnızca o haktan yararlananlar o haklara ulaşamadıkları için mağdur olanlar, savunur, talep ve mücadele ederlerse, hem o haklara ulaşılamaz, hem de 'birlikte yaşayan bir toplum' olunamaz."
Bunu aslında daha uzatmak da mümkün; taa "demokrasi"nin ne olduğuna, nasıl gerçekleşeceğine kadar uzar gider bu cümle.
Sonra da "cümle" olmaktan çıkar, makale, olur, bildiri olur. Kimse dinlemez, kulak vermez, aldırmaz.
Çünkü "perdelerimiz" vardır, bizi çevreleyen, sırasında koruyan.
Habercilerin payı?
Peki ya "haberciler" mikrofonlarını, kameralarını bana da çeviri ve sorarlarsa, onlara ne derdim diye düşündüm, ardından.
Aklıma gelenler öncekinin devamıydı.
"Bu ülkede yaklaşık 8,5 milyon sakat vardı. Aileleriyle birlikte 20-25 milyon ediyor. Nüfusun üçte biri yani. Eğer medyanın toplumu yansıtan bir ayna olduğu doğruysa, bu aynanın her üç haberden birisini de "sakatlar, hakları, durumları, yaşadıkları"nı göstermesi gerekmez mi, neden yalnızca bugün, şimdi, şu an bunu soruyorsunuz" demeyi düşündüm.
Çoğu gepegenç insanlardı. Belki bu gerçeği hiç düşünmemişler, belki düşünmüşler ama bunu yapmayı önerince, onları habere yollayanlar, bunu istememişlerdi.
Soruyu suçluyu ortaya çıkarmak için sormayı düşünmemiştim.
Amacım "gerçeğin" gizleyen perdeyi aralamak isteğiydi.
Sonra o kameraları, mikrofonları ele alıp, geçip giderken o "küçük" kalabalığı izleyenlere aynı şeyi sormayı düşündüm:
" 'Eskiden bu alanda bu kadar çok tekerlekli sandalyeli, bu kadar çok koltuk değnekli, bu kadar çok engelli olmuyordu, bunlar nereden çıktı, neden şimdi buradalar, neden onlar orada da ben onları karşıdan izliyorum, onları daha önce fark etmeme, görmeme engel olan perde nedir' demiyorsunuz" diye sormayı düşündüm.
Belki de hepsi özgüven ve medeni cesaretleri ölçüsünde kendini ya da gerçeği örten perdeyi görmek, dahası onu yırtıp açmak için bir çaba sarf ederdi diye aklımdan geçti.
Olur muydu bunlar?
Bilmem!..
O gerçeklerden bazıları
TSD Başkanının okuduğu basın açıklamasında, bildiğimiz ya da bilmediğimiz, ama yalnızca onların o da yılda bir kez topluma duyurma olanağını buldukları o perdelenmiş gerçeklerden bazıları şunlardı:
- Daha geçtiğimiz günlerde, engelli örgütlerinin konuşacağı bir toplantıda, Engelliler Konfederasyonu Başkanı Turan İçli, zor kullanılarak susturulmuştur. Engellilerin söyleyecekleri sözler, kimleri neden bu kadar korkutmuştur?
- Artık geçmişte kaldı denilen engellilere işkence olayları devletin koruması altındaki bir yerde, bakım yurdunda yeniden ortaya çıkmıştır. İstanbul'un orta yerinde engelli çocuklara yapılan işkence ve kötü muamele hepimizi yürekten yaralamıştır.
- Sağlık Kurulu Raporlarıyla ilgili düzenlemeler nedeniyle engelliler ciddi hak kayıplarına uğramıştır.
- Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası ile engelliler yaşamlarını sürdürmek için zorunlu olan ortezlerini, protezlerini yaptıramaz, tekerlekli sandalyelerini alamaz hale gelmiştir. Katılım payı kaldırılacağı yerde ameliyatlara, yatarak tedaviye, yeşil kartlıya kadar kapsamı genişletilmiştir.
- Çalışamayacak durumda olan engellinin 181 TL aylık ile geçinmesi istenmektedir. Üstelik bu aylığı alan engellilere sağlıkları için gerekli olan evde bakım yardımı verilmemektedir.
- 2002 tarihinden beri aynı sözlerin verilmesine rağmen kamudaki kadroların yüzde 80'i boş tutulmaktadır. 2010 Bütçesi'deki kadrolarla ilgili düzenleme yeni bir hayal kırıklığı yaratmamalıdır.
- Engellilerin emekliliğe hak kazanmak için gerekli süreler uzatılarak, hem aşırı yıpranmalarına yol açılmakta hem de daha fazla engellinin istihdamı engellenmektedir.
- Eğitim yardımlarında sürekli mevzuat değişiklikleri aileleri yıldırmıştır. Okulların kadro ve alt yapısı bir sorun olarak ortada bırakılmış, devletin görevleri velilerin sırtına yıkılmıştır.
- Ayrımcılık engellilerin karşılaştığı temel bir insanlık ayıbı olmaya devam etmektedir. Okullar engelli öğrenciyi almayacaklarını bildiren ilanlar, resmi duyurular yapar duruma gelmiş, ciddi hiçbir önlem alınmamıştır.
- Şehirlerarası otobüslerde uygulanan indirim kuralları değiştirilmiş, engellilerin yararına değil otobüs şirketlerinin menfaatlerine göre hareket edilmiştir.
- Sağlık Bakanlığı, engellilerin tedavileri için çok büyük bir öneme sahip olan İstanbul Fizik Tedavi Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanenin yıkılmasına seyirci kalmış, 2 yıldır hastanenin yenilenmesi için tek bir adım atılmamıştır.
"Aşılmayacak, çözülmeyecek sorun yoktur" da...
TSD başkanı "Yeter ki sorumlular, yetkililer ve toplum yeterince istekli ve kararlı olsun" diyor.
Onların kararlılıkları da aslında toplumun bu konudaki tutum ve davranışlarına, dolayısıyla kararlılığına bağlıdır.
Onun için önce sözlüklerimizi yeniden yazmamız gerekli bence.
Bazı deyimleri unutmak, değiştirmek ya da sözlüklerimizden çıkarmak lazım:
"Hak verilmez alınır", "Ağlamayana meme vermezler" bunlardan ilk akla gelenleri...
Bir "hak" varsa, tanımlanmışsa, üzerinde uzlaşma sağlanmışsa, yasalarca güvence altına alınmışsa, o hakkın gereğine ulaşmak için artık mücadele etmek, paralanmak, savaşmak gerekmemeli, kimse ağlamak zorunda olmamalı, hakkın gereğini yerine getirecek olanlar da ağlayanlara yönelmemeli. Böyle olmadığını fark edenler de "o hakkın muhatabı ya da yararlananı olanlar uğraşsın bana ne" dememeli. İnsan olmak, toplum olmak, bir arada yaşamak bunu gerektirir.
Haklar ister sakatların, ister hastaların, ister mahkumların, isterse demokrasiden mahrum olanların hakları olsun, "insan" olmak yetmeli, çünkü insan "onuru"yla vardır.
O onur ise herkeste eşittir. Bacağı kısa olmak, bir gözü görmüyor olmak, kulağı duymuyor olmak, eli uzanmıyor olmak, HIV'li olmak, hasta olmak, mahkum olmak, yoksul olmak, kadın olmak, çocuk olmak, yaşlı olmak o "onur"da bir eksilme yaratmaz.
"İşte sorunun düğümlendiği yer burasıdır" bence...
Bu düğümü açmak için de öncelikle o "perdeleri" fark etmek ve kaldırmak gerekir.
Düşünüyorum da herkes kendisininkini kaldırsa bile epey bir şey görünür hale gelebilirdi!
Ama bunun için gelecek 3 Aralığı beklemeyelim.; N'olur!... (MS/EÖ)