"Yarın bir ara sana uğrasam mı’ diye düşündüm."
"Uğra tabii, ne iyi olur. Balkonda, maskelerimizle otururuz. Ben zaten hiç dışarıya çıkmıyorum."
"Hiç mi?"
"Alışveriş için yandaki markete gitmek dışında hiç. Zaten kendimi hiç bu kadar ‘yaşlı’ hissetmemiştim. Bu ‘65 yaş üstü’ vurgusu bana çok kötü geliyor. Yaş konusuna bu kadar yüklenmeseler ben yine dışarı çıkmazdım zaten ama o zaman diğer herkes gibi hissederdim. Yaşımın yükü altında ezilmeyerek, gönül rahatlığıyla kalırdım evde. Bu söylem çok yıpratıcı."
Yukarıda küçük bir kısmını aktardığım konuşma telefonda, pandemi döneminde 65 yaşına basmış ve son derece fit, üstelik aktif ve hareketli yaşantısıyla tanınan bir arkadaşımla aramda geçti. Görseniz katiyen 65 demezseniz ama nüfus kağıdı öyle olduğunda ısrar ediyor.
Yaşlılık tanımı
Konuşma bitti, arkadaşımın kötü hissetmesine üzüldüm. Ve sonra birkaç yıl önce değişen ‘yaşlı’ tanımını hatırladım. Bu jenerasyon için artık Cahit Sıtkı’nın o unutulmaz dizelerindeki 35 yaş, ‘yolun yarısı’ değil. Ortalama yaşam beklentisi uzadı. Ve UNESCO o yeni tanımı açıkladı: “Bir insan konfor alanının dışına çıkamıyorsa yaşlıdır. Diğer ifadeyle, yeni şeyler öğrenmiyorsa, artık şaşırmıyorsa ve çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa yaşlıdır. Merak etmiyorsa, keşfetmiyorsa yaşlıdır. Geçmişte, geçmiş anılarında yaşıyorsa yaşlıdır, sürekli eskiyi tekrar ediyorsa yaşlıdır.” Yaşamı boyunca bilgiyle kurduğu ilişki yüzünden ‘kronik öğrenci’ olmayı, yani akademisyenliği seçmiş biri olarak bu tanımı nasıl heyecanla sahiplendiğimi tahmin edebilirsiniz.
Kaynak değil, asıl kırılganlar
Peki, artık elimizde biyolojik indirgemecilikten uzak, böyle bir tanım varken buralarda neler oluyor?
Pandeminin başından beri epidemiyolojik olarak etkinliği çok tartışmalı, daha çok “görüntüyü kurtarma” amaçlı bir dizi tedbir açıklanıyor. İlk dönemde salt kronolojik yaş üzerinden 65 yaş üstünü aylarca evlerine kapattık. Evlerde aylarca hareketsiz kalmanın getirebileceği (günlük temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilecekleri tartışmasına girmiyorum bile) başta sarkopeni (kas kitlesi, gücü ve işlevinde azalma), düşmeler ve ev kazaları olmak üzere fiziksel; stres, anksiyete, uykusuzluk ve değersizlik hissi başta olmak üzere duygusal/psikolojik yüklerini hiç umursamadık. 65 yaş üstünü başkalarına bağımlı kıldık.
Önceden var olan kronik hastalıklarının tedavilerine devam edip etmeme konusunda kafalarını karıştırdık. Sağlık ihtiyaçları ‘acil’ bile olsa ertelemelerini telkin ettik, ‘hastanelere zinhar gitmeyin’ dedik, ‘ölecekseniz bile, evlerinizde sessizce ölün’. Dışarıya adımını atanlara ‘canlı bomba’ gibi davrandık.
Enfeksiyon açısından kırılgan değiller de, kaynakmışlar gibi gördük 65 yaş üstünü. Taciz edildiler, hakarete uğradılar. Otobüslerden dışarı itildiler, hadsiz şakalara maruz kaldılar. Yaşlı insanları ‘antika arabalara’ benzetenler, ‘ölenlerin çoğunun zaten bir ayağı çukurdaydı’ diyebilecek kadar ileri gidenler oldu. Bunları söyleyenlerin gidiş biletlerinin tek-yön kesilmiş olduğunu umuyorum.
Yeni kısıtlamalar
Dün (30 Kasım) birçoğumuz gibi ben de televizyon başındaydım. İstanbul başta olma üzere ülkenin tamamında, sağlık sisteminin kaldıramayacağı kadar ağır bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz açıktı. Bu nedenle gerçekçi bir önlem paketi gelebilir umuduyla konuşmanın ilk bölümünü merakla dinledim. Ve duyduklarıma inanamadım. Yeni önlemler kapsamında 65 yaş üstünün toplu taşımı kullanma hakkı elinden alınıyordu. Yani söylenen şuydu: 65 yaş üstünün, kendilerine ‘bahşedilen’ günlük birkaç saatlik ‘havalandırma’ süresi içinde, bir ihtiyaç hasıl olursa özel araçları ya da taksi dışında bir seçenekleri olmayacaktı! Peki, özel araçları yoksa? Ya taksiye verecek paraları? Eh, onlar da gitmeyiversinlerdi! Değil mi ama?
Önce bir konuyu açıkça belirteyim: Bir halk sağlıkçı olarak bunun bir ‘önlem’ olarak değerlendirilemeyeceğini, öyle olduğu varsayılsa bile herhangi bir amaca hizmet etmeyeceğini düşünüyorum. Sonra da bir başka konuya geçeyim.
Sınır tanımayan 65 yaş üstü
Bu noktada, örneğin, 65 yaş sınırını hiç utanıp sıkılmadan geçmiş bir insan düşünelim. İnsan bu, fıtratında var. Yaşadıkça, yani kendi haline bırakıldığında yaşlanan bir varlık. Bir bakıyorsun kimseye sormadan, Bilim Kurulu üyelerine danışmadan, başına buyruk bir şekilde 65 üstü oluvermiş.
Bizim örneğimiz 65 yaşını geçmekle kalsa iyi, evinde her an suç işlemeye hazır, bekliyor. Siz sadece potansiyel bir şüpheli olarak oturduğunu sanırken, o sinsi sinsi haddini iyice aşıyor ve kalp krizi geçiriyor diyelim bir de. Saati de denk getirmiyor üstüne üstlük. Yani kalbini krize soktuğu saat, sokağa çıkmasına izin verilen saat değil. Düşüncesizliğin bu kadarı! Bir başına buyruk haller, bir söz dinlemez tavırlar, sormayın.
Evde kriz yaşarlarsa ne olacak?
Neyse, krizimize dönelim. Malum, toplu taşımı kullanması yasak. İyice fenalaştı da artık, ne yapacak? Mecbur 112’yi arayacak. Aradı. Malum 112 Covid’li hastaların peşinde, saatler sonra hareket edebiliyor. Haliyle ekip hemen gelemiyor. Fakat bu 65 üstü sabırsız. Otur, efendi gibi biraz bekle değil mi? Hayır, olur mu hiç! Beklemeyecek. İlla sokağa fırlayacak. Hemen hastaneye gidecek! Acile hem de. İyi de hastaneye gitmek için sokağa çıkmak gerektiğinin farkında değil misin ey 65 üstü? Peki, sokak hazır mı bakalım senin bu fütursuz emrivakine?
Bu grubun kafasına estiğinde rastgele sokağa çıkması da yasak, malum. Oysa evde kalp krizi geçirmeleriyle ilgili sınırlayıcı bir mevzuat, herhangi bir yükümlülük yok. Evinde geçir sen de değil mi krizini. Hatta illa gerekiyorsa öl evinde mis gibi. Bu sokağa çıkma ısrarı neden? Hiç hoş değil! Attın adımını, çıktın dışarı da ne oldu? Sıkışmış göğsünle yasa dışı bir saatte sağa sola yalpalayarak yürürken dikkat çektin. Bu şüpheli hareketler yüzünden kim vurduya gideceksin haberin yok! ‘Dur’ ihtarına da uymazsın sen zira. Kolluk kuvvetleri gelip girecek birazdan iki koluna. Üzerlerine devrileceksin can havliyle. Devletin güvenlik güçlerine mukavemet ediyorsun sanacaklar. Bir de tansiyonun fırlayacak durduk yerde. Başına iş alma. Otur evinde güzel güzel kendi imkanlarınla öl işte. Niye meşgul ediyorsun devletin güvenlik güçlerini özel sorunlarınla?
Bu işin şakası yok!
Yukarıda yazdıklarım şaka belki ama bu işin şakaya gelir tarafı yok! Bu ülkede, bir süredir ‘koruma’ süsü verilerek 65 yaş üstünün en temel insan hakları yok sayılıyor. Göz göre göre ötekileştiriliyorlar. Ve yaş-temelli ayrımcılığın, ‘yaşçılığın’ yaygın bir dışlama pratiğine dönüşmesini sağlamak için pandemi koşulları adeta kullanılıyor. Sırada 65 yaş üstünü kriminalize etmek vardır herhalde diye düşünüyor insan. ‘1 yıldan 5 yıla kadar ağır hapis ve ...’.
Toplumsal psikolojinin her geçen gün daha fazla yıprandığı, insanların tahammül gücünün giderek zayıfladığı bir dönemde, bu tür sözde koruma önlemlerinin yaşamdaki karşılığının öngörülenden çok daha ağır olacağını düşünüyorum.
Ve bu kararın altında imzası bulunanlara seslenmek istiyorum: Belli ki, zorla ezberletilip yıllarca her gün okutulan andımızın ‘büyüklerimizi saymak’ kısmını anlamamışsınız. Anlamadan ezberlemişsiniz sadece.
65 yaş üstü ‘sayılacak’ bir nicelik ya da rakam filan değildir.
Unutmayın, bu pandemi bir gün bitecek.
Ve o gün geldiğinde o ‘hiçe saydığınız’ büyüklerinizin gözlerinin içine bakıp, onlardan özür dilemeniz gerekecek.
(NÖ)