Gerçeğe ulaşma çabalarının her daim Kafkaesk bir boğuntuya yol açtığı bir coğrafyada gerçeklerden nasıl bahsedeceğimiz üzerine kafa yormaya Kafkanın Milenaya yazdığı mektuplardaki bir cümlesiyle başlamak isabet olur: "Güç şey gerçeği açıklamak, çünkü açıklanması gereken tek gerçek var; o da -çok canlı olduğu için- durmadan biçim değiştiriyor." (1)
Evet şimdi hakikatten ve uzlaşmadan bahsederken, her nesile gösterdiği yüzü değişen ama devletin sürekliliği ve kutsallığı prensibiyle özü hep aynı kalan kendi gerçeğimizi açıklamanın ve kabul etmenin zorluğuyla yüzyüzeyiz. Eğer bu güçlüğü aşacaksak en başından başlamalı ve sonuna dek gitmeliyiz; ki bizim geçmişimiz kimsenin geleceği olmasın.
Türkiye'de hakikat ve uzlaşma komisyonlarının inkar ve cezasızlık politikalarını aşmanın bir yolu ve bir çözüm olarak sunulması insan hakları savunucuları için yeni bir şey değil. Ancak bunun siyasi iktidar tarafından dillendirilmesi etraflıca ele alınıp uygulanabileceği umudunu doğurmuş durumda.
Bu komisyonların sunabileceği imkanlardan bahsetmeden önce 2011 Genel Seçimlerinden önce farklı konularda hakikat ve uzlaşma komisyonları kurulması üzerine muhalefet partilerinden ve sivil toplum kuruluşlarından gelen önergelerin iktidar partisi tarafından her daim reddedildiğini, meclis araştırma komisyonu boyutuyla algılandığını ve özellikle bu isimle adlandırılmalarından duyulan rahatsızlığın belirtildiğini de hatırlamakta yarar var.
Aslında hakikat ve uzlaşma komisyonlarından ve/veya araştırma komisyonlarından geçiş döneminde adalet kavramı üzerinden bahsetmemiz gerekiyor. Çünkü bütün bu komisyonların ilk örnekleri ve çıkış noktaları son 20 yıldır gelişmekte olan bir alan olan geçiş döneminde adalet kavramına dayanıyor.
Çatışma, iç savaş ve otoriter rejimlerden yeni çıkan ve demokrasiyi hayata geçirmeye veya yeniden tesis etmeye çalışan ülkelerde pek çok diğer yöntemle birlikte uygulandığında toplumsal uzlaşma ve barışın sağlanması adına umut vaadediyorlar. Kuşkusuz yalnızca hakikat komisyonları kurarak geçmişin devletle bütünleşmiş ağır sorumluluğunun aşılması beklenmemeli ancak komisyonların incelemeleri sonunda oluşturucakları raporlar ceza yargılamasında kullanılarak süreklilik arzeden suç ve ihlaller yargılanabileceği gibi özür ve anma gibi yöntemler de toplumda birleştirici ve onarıcı bir rol oynayabilir.
Latin Amerika'dan Guatemala'ya, Güney Afrika'dan Doğu Avrupa'ya günümüze kadar gelişen geçiş döneminde adalet girişimleri disiplinler arası uygulamaların bir arada kullanılması gerektiğini gözler önüne seriyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından 2006 yılında yayımlanan Çatışma Sonrası Devletlerde Hukukun Üstünlüğü İçin Araçlar: Hakikat Komisyonları isimli belgede hakikat komisyonlarının kurulması için doğru zamanın belirlenmesi gerektiğinin altı çiziliyor ve uygun koşullar üç başlıkta değerlendiriliyor.
Bunlardan ilki yaşanmış hak ihlallerinin ve işlenen suçların etkin ve sağlıklı bir biçimde araştırılmasını sağlayacak mevcut bir siyasi iradenin varlığı. Çünkü gerçeğe ulaşmanın önündeki en büyük engel ilgili devlet arşivlerine ve belgelerine ulaşılamaması ve ilgili devlet yetkililerinin ve görevlilerinin işbirliğinin sağlanamaması.
Komisyonların kurulması için gereken ortamı sağlayan ikinci unsur kuşkusuz savaş ve çatışma ortamının son bulmuş olması. Her ne kadar fiilen güvenlik sorununun devam ediyor olma olası kabul edilse de resmi olarak çatışmanın ve/veya savaşın sona ermiş olması gerektiği belirtiliyor.
Hakikat komisyonunun kurulması için sağlanması gereken üçüncü unsursa geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerini ortaya çıkarabilmek için mağdurlarla, onlar adına hareket edenlerle ve tanıklarla işbirliğini sağlayabilecek ortamın yaratılması. Bunu sağlamanın tek yolu ise komisyonun işlevi, bağımsızlığı, tarafsızlığı ve görevleri hakkında kamuoyunun en iyi şekilde bilgilendirilmesi.
Bahsedilen bu üç unsur Türkiye tarihinde yüzleşilememiş pek çok devlet suçu için hakikat komisyonu kurulmasının aslında şu anda pek de mümkün olmadığını kanıtlar nitelikte.
Son dönemde yüzleşilmeye çalışılan Dersim Katliamı konusunda belki de her üç unsurun da olumlanabileceği algısı yaratılmış durumda. Ancak bu komisyonun da dünyadaki pek çok diğer örneği gibi siyasal hesaplaşmaya alet edilmesi ve bir süre sonra komisyon üyelerinin hedef gösterilmesi riski ortadan kalkmış değil.
Otoriter rejimlerin örtülü bir biçimde varlığını sürdürdüğü Türkiye gibi ülkelerde hakikat komisyonları her zaman hedefine ulaşamıyor. Neredeyse 40 yıldır geçiş dönemlerinde adalet sağlanması için pek çok toplum kendi bileşenlerine en uygun modelleri geliştirerek hakikati ve uzlaşmayı komisyonlar kurma yoluyla sağlamayı deniyor.
Mesela Sierra Lione ve El Salvador örneklerinde komisyonun çıkaracağı tavsiye kararlarının hükümet tarafından uygulanmak zorunda olduğuna dair zorlayıcı hükümler getirildi. Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonuna Anayasal düzeyde verilen bir yetki ile hakikati sağlamak adına belli bir süre zarfında itirafta bulunarak bildiklerini anlatan faillere af yetkisi tanındı.
Bu yetki her ne kadar tartışılsa da Güney Afrika için uzlaşmayı sağlayan en iyi yol olarak toplumsal barışın tesisinde çok önemli bir rol oynadı. Doğu Timor'da ise bu modelin başka bir şekli uygulanmış ve belli şartlarla faillerin deyim yerindeyse ceza indiriminden faydalanmaları hakikate ulaşma gayesiyle kabul edilmişti.
Kamuya açık duruşmalara örneğin Sierra Leone'de geleneksel liderlerin katılımı sağlanırken, Güney Afrika'da bu duruşmalar zaman zaman toplumun dokusu itibari ile dini ritüellerin kullanıldığı yas ayinlerine dönüştü ve mağdurlar ile ailelerinin itibarlarını kazandıklarını hissettikleri ve yıllardır inkar edilen mağduriyetlerinin yasını ilk kez haklılıklarından emin olarak tutabildikleri törenler haline geldi. Ancak Güney Afrika'nın şu an içerisinde bulunduğu durum devletin ve muktedirin sürekliliği kavramını haikat komisyonu deneyimine rağmen doğrular nitelikte.
Arjantin'de 1983 yılında kurulan Kayıp Kişiler Ulusal Komisyonu'nun hazırladığı binlerce sayfalık raporlar cuntacıların yargılanıp mahkum edilmesi için kullanıldı. Ancak mesela 1992 yılında El Salvador'da Birleşmiş Milletler tarafından kurulan hakikat komisyonu yasal tavsiyelerini hükümete uygulatmakta başarısız oldu.
Komisyon raporunun yayınlanmasının ardından beş gün içerisinde raporda adı geçen failler için af çıkarıldı. Hakikat komisyonları zaman zaman hükümetlere meşruiyet sağlamak için de kullanıldı. Uganda'da 1986'da kurulan İnsan Hakları İhlallerini Araştırma Komisyonu'nun temel işlevi, bir önceki rejimin halkın gözünde küçük düşürülmesi için yeni hükümet tarafından kullanılmak oldu. Ki bu örnek bize Dersim katliamı konusunda göz önünde bulundurmamız gerken siyasi hesaplaşmaları hatırlatır nitelikte.
1974'te yine Uganda'da kurulan Kayıpları Araştırma Komisyonu ise hükümet tarafından sadece uluslararası baskıdan kurtulmak için tesis edildi. Haiti'de 1995'te kurulan Ulusal Hakikat ve Adalet Komisyonu'nun hükümeti çok fazla eleştirdiği için engellendiği ve çalışmalarının tamamen durdurulduğu, Bolivya (1982 Kayıpların Araştırılması Ulusal Komisyonu) ve Ekvator'da (1996 Hakikat ve Adalet Komisyonu) komisyon araştırmalarının politik açıdan çok hassas hale geldiğinden bahisle komisyonların yasaklandığı biliniyor. Bu ihtimal de Türkiye pratiğine pek yabancı gözükmüyor.
Hakikat ve adalete ulaşmak için insanlığın ürettiği tüm mekanizmalar denenmeli ve yeniden üretilmeli. Hakikat komisyonları geçiş döneminde adalet ve onarıcı adalet kavramlarıyla birlikte uluslararası toplumun gündemine yerleşen ve ulusal boyutta cezalandırıcı adaletin tıkandığı düğümlerin çözülmezliği karşısında uğraşlarını sürdüren sivil toplumun ve insan hakları savunucularının yadırganmayacak bir biçimde ama biraz mübalağa ile çok fazla beklenti geliştirdikleri bir çözüm yolu olarak görülebilir.
Yetkilerin mevcut siyasi irade tarafından verildiği ve eleştirilerin politik hassasiyeti arttıkça bulgular çoğaldıkça karşılaşılabilecek tepkilerin ve komisyonun akıbetinin özellikle ulusal ölçekte Türkiye gibi korku ve nefret politikalarının hala işlevsel olduğu bir ülkede hakikat adına uğraş verenlerin hedef gösterilmesi ile sonuçlanabileceği unutulmamalı.
Bir diğer önemli husus da komisyonun etkin bir şekilde araştırma yapabilmesi için ihtiyaç duyulan bütçe. On yıllara yayılan binlerce ihlallin araştırılması ortalama 5-12 milyon ADB dolarını bulabilmekte. Böyle bir bütçeyi çoğu zaman yerel ölçekte hükümetlerin karşılaması imkansız ve uluslar arası desteğe ihtiyaç duyulmakta. Ki bu çeşit bir destek ülkemizde ulusalcıların yanı sıra muhalif kesimlerin de komisyonun tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusundaki spekülasyonlara kapılabileceği bir ortam yaratabilir.
Olası bir hakikat komisyonuna Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi verilebilecek ilk tepkinin siyasi taraflılık olduğu unutulmamalı ve kuruluş aşamasında ve komisyon üyeleri oluşturulurken toplumsal istişarenin en geniş tabana yayılacak şekilde yapıldığından ve bu eleştirileri en aza indirgeyecek titizliğin gösterildiğinden emin olunmalı.
Sivil toplumun, siyasi partilerin, mağdur yakınlarının, mağdurların, toplumun her kesiminin dile getirdiği insan hakları ihlallerinin en kısa zamanda Türkiye'ye özel bir modelle gerekli her türlü araştırmayı yapmakla yetkilendirilmiş ve görevlendirilmiş, araştırmalar için uzmanlar, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve bütün siyasi partilerin temsilcilerinin bir arada olduğu bir komisyonca araştırılması elzem. Çünkü ceza adaleti sistemi bu kayıpları, işkenceleri, yargısız, keyfi infazları soruşturmak ve araştırmak konusunda aciz ve isteksiz.
İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Dersim Katliamı için Özür Dilemek Bir Başlangıç başlığını taşıyan bildirisinde belirtilen geçmişimizin yüzleşme alanları başlangıç için kesinlikle iyi bir yol haritası oluşturuyor. (SI/HK)
(1) Franz Kafka, "Sevgili Milena" Mektuplar, Say Yayınları, çev. Adalet Cimcoz, 1995