Ölüm haberini aldığımda
Seninle şiirleşmiş tüm anılar canlandı hafızamda
Ve Dilansızlık (halaysızlık) hali gibi bir şey
Düğümlendi boğazımda...
Devrimci Tupamarolar, 1970’lerde Uruguay’ın başkenti Montevideo’da lüks ve çok pahalı bir gece kulübüne baskın düzenleyip duvarına kocaman harflerle “Ya herkes dans edecek ya da hiç kimse…” diye yazarlar. Emek-sermaye çelişmesinin en sert, en kutuplaşmış biçimine çağrışım yapan bu yorum, bir dönem duvar yazılarında olduğu gibi kültür ve sanatta, mücadelenin de seyrine bağlı olarak bu biçim ve içerikte yansırdı. Özetle o gün saflar da netti, duruşlar da.
Bugün, Saray'la kesişmenin/uzlaşmanın, en azından çatışmamanın olasılıklarına kafa yoran sanatçıların yanında, karşıtlık oluşturmamak için kör-sağır (hatta ölü) taklidi yapan sanatçıların da sayısının arttığı, Hrant Dink'in katiline övgü mısraları yazan Ozan Arif'in sol görünümlü zeminlerden övgü görebildiği bir tarihsel anda, belki bir yanıyla da “Bu nasıl bir kuşatmadır, nasıl bir kültürel saldırı veya kanamadır” diye sormak gerekiyor. Yani Erdoğan'ın aydınlık karşıtı bunca yatırıma rağmen “kültürel olarak iktidar olamamaktan” söz etmesi, bir yanıyla da saldırı kadar direnişin de devam ettiğini gösteriyor. Ve belki de bu aşamada, toplumu kutuplaştırıp yandaş olarak gördüğü kesimi destekleyip konsolide eden, karşıtı olarak gördüğünü ise kriminalize eden bu tekleşmiş ve tekelleşmiş saldırı karşısında, bir taraftan aydınlık bir yola giden basamaklar net tarif edilirken, diğer taraftan bu basamaklarda (veya bu basamaklara yönelişte) bocalayan kesimleri karşı tarafa itmeyen bir kapsayıcılık gerekiyor.
Bilindiği gibi solun bunca deneyim ve birikime rağmen 1989 sonrasındaki çözülmeyle beraber dünya ölçeğinde maddi kayıpların yanında moral yitimine de uğraması, yeniden toparlanma ve arayışı küresel boyutta bir ihtiyaç haline getirdi. Ancak bu gerçeklik, tek tek her ülkenin ve hatta bireyin arayışlarını, üretim ve çabalarını önemsiz kılmıyor. Ve tabii ki kimilerinin yaptığı gibi karanlık gidişata “ak” demeyi gerektirmiyor.
Neoliberal operasyon ve aydın sorumluluğu
Toplumu teslim alıp dönüştürmenin yolu, onların gözü, feneri ve yol göstericisi konumundaki aydınları ya filizken kırmak ya da ideolojik politik olarak öldürmektir; daha genel boyutuyla söylersek ilerici tüm potansiyelleri boğmak, akamete uğratmaktır. Bu aynı zamanda 2000’li yılların başından bugüne AKP eliyle yapılan kapsamlı operasyonun özetidir. Böyle bir operasyonla toplum, neoliberal politikalar uygulanırken ses çıkarmayacak hatta “vesayete karşı çıkmak, ileri demokrasi vb.” söylemlerin ardına yedeklenecek şekilde tepeden tırnağa yeniden biçimlendirildi. Tam da bu nedenle, bugün yaşanmakta olan değer erozyonu ve çözülmeyi anlamadan tek tek olayları/kişileri tartışmak, sorunun boyutunu anlamayı güçleştirir.
İşte yaşamda ayak bağlarının ve engel dağlarının büyüdüğü bu toplumsal tutsaklık koşullarında, aydınlatıcı feneri hem düğümü/sorunu hem de çözümü yani çıkış yolunu görünür kılacak şekilde işlevlendirmek bir devrimci, bir aydın sorumluluğudur.
Aydınlık, gözü kamaştırır, bilinçleri değil. Karanlığı dağıtır, gönüllere ışık düşürür. Bilinçleri, geleceği öngörecek şekilde donatır. Hurafeleri ve sahiplerini küçük düşürür. Öte dünya yerine bugünün cennetine işaret eder. Bugün aydınlık adına bu kapsamda, bu çapta bir çabadan söz etmek ne yazık ki zor.
Şair, “Karanlığın aydınlıkla savaşında/Karanlıktan yana değilsen eğer/Neresi olmalı bulunduğun yer?” diye sorar. Bu, aydınlığa ve karanlık karşıtlığına dair daha net ve daha bilinçli bir adresin gerekliliğine işarettir. Aynı zamanda “Dünya aydınlık olsa sanat olmazdı” diyen Albert Camus’un aydınlatıcı ufkunu anımsatır niteliktedir. Sanatın estetize ederek yeniden üreten niteliğinin bugünün sorularına yanıt aramada ne denli işlevli olduğunu bilenler için bu önemli bir anımsatmadır.
Bu koşullarda, siyasal zemin dahil yaşamın her kesitindeki üretkenlikte derinleşme ve isabet eksiğinin giderilmesine yönelik çabalar önemli ve anlamlıdır. Bu alanda yaşayanların hakkı verilmeli, gidenler ise doğru anılmalı ve yaşatılmalıdır.
“Her Bijî” Hakan Yeşilyurt
Sanatın yaratıcı ve güzelleştirici gücüne, başka bir dünyayı mümkün kılabileceğine inanıp yola çıkmış olan dostum/kardeşim, “Adalılar” ortak paydasında buluşabilen herkesin yoldaşı, sevgili Hakan Yeşilyurt'u geçtiğimiz günlerde ölümsüzlüğe uğurladık. Onun ardından yapılan kimi değerlendirmeler bir kez daha “gidenlerimizi nasıl, hangi nitelikleriyle anımsanmalı; bir devrimci, bir sanatçı nasıl anlatılmalı?” sorularına kafa yorulmasının gerekliliğini gündeme getirdi.
Hakan Yeşilyurt'un doğum yerinden doğum tarihine, ilkokulu nerede bitirdiğinden öğrenim durumuna veya aylık gelirinin ne olduğuna kadar hayatındaki her şey elbette ki önemlidir. Ancak onu Hakan Yeşilyurt yapan üretim ve değerler bu kapsamı çokça aşan niteliktedir.
Bugün somut olarak gözlenebildiği gibi gözün, kulağın ve aklın beklenti kalitesi düşürüldüğü oranda, sanat ve edebiyat, derme-çatma yazılı ürün ve şarkılara, popüler dizilere kadar daralıyor; üretimler metalaştırıldığı oranda insanlar, pazarda bir tüketici olarak aynılaştırılıyor. Hakan’ın yaşam içerisinde ödediği çeşitli bedeller bir yanıyla da bu asimilasyonu, bu hiçleştirici pazarı reddetmesiyle, dayatılan bu tüketici iklime teslim olmamasıyla ilintilidir.
Eğer o, milyonlarca insanın kulak, akıl ve gönül hafızasında özel bir yer edinmişse; insana ruhsal alanda ilerleme-derinleşme şansı veren müzikte ilericilikle, kaliteyle anılıyorsa; en zorlu koşullarda çıkarılan alternatif seslerin her türden zorbalıkla bastırıldığı bir dönemde “Adalılar”ın ortaya çıkışında özel bir rol almışsa; “Gündoğdu hep uyandık” diye haykırmışsa, Eftelya'dan Dilan'a onlarca eserin kalıcılaşmasını sağlamışsa; tam da buradan sesiyle, sözüyle, sanatıyla, ezilenden ve halkların kardeşliğinden yana, dayanışmayı öne çıkaran duruşu, bilinci ve eylemiyle anlatılmalıdır.
O, ağzına yasak konuldukça türküsü daha gür çıkan bir kuşaktandı, albümünde Ateş Hırsızı'ydı. Bu nedenle, “yapamadıklarıyla zayıf” değil “yaptıklarıyla güçlü” Hakan Yeşilyurt olarak yaşatılmalı, kimilerinin yaptığı gibi “yalnızlık” yakıştırmalarıyla değil, milyonlarla kurduğu bağla ve “acıya gülen” niteliğiyle anılmalıdır.
Kendisini bizzat görmemiş olsa da kulağında, gönlünde ve fikrî dünyasında ona yer veren milyonlarca insanın bulunması ve örneğin ölümsüzlük haberinin ardından Twitter'da “TT” olması, cenazesine katılım yoğunluğu, coşkusu ve uğurlanma biçimi, bugüne dek yarattıklarının sonucu, ektiklerinin meyvesidir ve nereden, nasıl yaşatılması gerektiğine dair birer veridir.
Hakan Yeşilyurt, bundan sonra da esmer gülümsemesiyle, ezilenlerin yanında durma ısrarıyla, sevdiklerine ve değerlerine “Her Bijî” demeye devam edecek, Adalılar şahsında ve miras bıraktığı tüm üretimlerde değerleriyle yaşayacak, yaşatılacaktır.
“Her Biji” Adalıların susmayan sesi. Gözün arkada kalmasın, türkün düşmeyecek dillerden... (MY/HK)