Uzun aralıklarla gittiğim İstanbul'da, İstiklal Caddesi'ndeki Yapı Kredi Kültür Sanat'a uğrar, ne sergisi varsa gezerim. Bu kez bir davet aldım, bir heykelden.
"İnsanın kucaklaşması, sevgisi anlatılırken Akdeniz aklıma geldi; Akdeniz büyüktü, bizden bir denizdi –kucak açmayı bu adla anlatmak istedim" diyen İlhan Koman'ın Akdeniz Heykeli kocaman açtığı kollarıyla "gel, gel" yapıp beni Kültür Sanat binasına davet edince icabet ettim. "Hayat Ölüm Aşk Adalet" Sergisi vardı. Binanın önündeki kocaman sergi afişi ise izleyiciyi içeride neler beklediğinin ön habercisiydi.
Merdiven basamaklarını çıkarken içimden tekrarlıyordum: Hayat... Ölüm... Aşk... Adalet diye. Salona yakın basamaklara geldiğimde derinden fısıltı halinde gelen, ilk anda ne dediği de anlaşılmayan, tuhaf ve etkileyici bir sesle karşılaştım. Sonradan anladım bir ses enstalasyonu olduğunu, Hale Tenger'in 2018 tarihli bu işine verdiği adın aynı zamanda serginin de adı olduğunu...
Su gibi çatlağını bulabilir misin?
Hale Tenger'in, Eduardo Kohn'un "How Forests Think; Toward An Anthropology Beyond The Human" ve Lao Tzu'nun "Tao Te Ching" metinleri ile Hrant Dink'in "Su Çatlağı" anekdotundan yararlanarak ve adalet gibi kavramlara atıfta bulunarak yazdığı bir dakikalık şiirsel metni Ceren Türkmenoğlu şahane seslendirmiş. Tüm sergi mekânına yayın yapan hoparlörden gelen sesi ardı ardına dinledim üç kez.
"Su çatlağını bulur" dedi
Su gibi çatlağını bulabilir misin?
Ağaçta, bir kuş olabilir misin?
"Her şeyin içinde bir çatlak, bir çatlak var" dedi
Çatlaktan giren ışık olabilir misin?
Yapmadan olabilir misin?
Kavramları birbirini bütünler
Sergi tanıtım yazısında (özetle); "Hayat, ölüm, aşk ve adalet kavramlarının birbirini bütünlediğini, dünyada yaşanan tüm sosyal, siyasi, ekonomik, ekolojik ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği kaynaklı adaletsizliklerin bu kavramların gündelik hayatın mutlak bir parçası olduğunu, hayatın her aşamasında karşımıza çıkan bu kavramların tarih boyunca sese, söze, film ve fotoğrafa dönüşerek sanatsal ifade biçimleri bulduğunu, bu deneyimlere tanık olmanın yüzyıllardır başkaldırı ve değişimi tetikleyici alanlar açtığını, küresel salgının getirisi çelişki ve eşitsizliklerin gölgesindeki bu dönemde nerede ve kim olursak olalım; hayat, ölüm, aşk ve adalet kavramlarını hiç sorgulamadığımız kadar sorguladığımızı, her mücadelenin temelinde umut olduğunu, mücadeleler insanları bir şekilde birleştirdiğinden daha güçlü bir dayanışmayı ortaya çıkardığı" yer alıyor. Ve sergi bize "yaşananlara sevgiyle umutla ve direnişle yaklaşın" önerisinde bulunuyor.
Çocuğunu arayan anneler
Mustafa Emin Büyükcoşkun'un "Tekerrür" (2015- devam ediyor) işi dijital baskı fotoğraf yerleştirmesi ve video. Galatasaray Meydanı'nda 1995'te başlatılan ve 25 Ağustos 2018'deki 700. buluşmadan bu yana yasaklı olan Cumartesi Anneleri/ İnsanları oturma eylemlerini merkezine alan bu iş, sanatçının beraber nöbet tuttuğu kayıp evlatları için sessizce oturan annelerin fotoğraflarından oluşuyor. Büyükcoşkun "Sokakta neler oluyordu ya da artık neler olamıyordu?" sorusunu soruyor –sanki- izleyiciye. Galatasaray Meydanı'na bakan bir sergi salonunda, o meydanda uzun yıllar çocuğunu arayan annelerin umuduna ortak olan bir sanatçının bu anlamlı çalışmasının yer alması da çok kıymetli kanımca.
Haksız bir durumu ümitli bir hale getirmek
Larissa Araz'ın "Umut Arşivi: Mektuplar" adlı işi altı m2'lik bir baskı. Hatırlar mısınız? Cumhuriyet Gazetesi çalışanları tutukluyken (2015-2017) hapishane içi ve dışında mektuplaşmak yasaklanmış, içeridekilere gönderilecek mektuplar gazetede basılmaya başlanmıştı. Araz, bu sürede basılan mektuplardan cümleleri/paragrafları alarak görselleştirmiş, işinde. Bu arşivdeki mektuplar özgürce iletişim için bir yol bularak direnmenin bir başka yolu olmuş.
Mektuplardan..."Sizlere mektupla ulaşmak yasakmış. Bu iyi oldu. A. beş sene önce gene oralardayken, ona el yazımla bir mektup yazmıştım. Çıkınca 'Amcacığım o ne biçim el yazısı, bir haftada ancak söktük mektubunu' demişti. Şimdi temiz temiz gazete sayfasından okuyun." "Eski bir Silivri sakininden mahpusluk tavsiyeleri. Arkadaşlar artık kritik 48 saati atlattınız. An itibarıyla kıdemli mahpuslarsınız. Stajyerlik bitti, kıdem basıyorsunuz. Ama zaten bunlara ihtiyacınız pek yok, tutuklanma gerekçenizi okuyanlar yanınıza ancak korkudan titreyerek yanaşabilir. O kadar... " "Tespih de edinmelisin bir biçimde! Şak şak çekilenden olması gerekmez. 12 Eylül tutukluları zeytin çekirdeğinden yapmışlar tespihi! Dama, satranç taşlarını ekmek içi hamurdan. Gerçi 40'ınız çıktı yolu yordamı epey öğrendiğinizi sanıyorum. Sen geleneklere karşı çabuk uyum sağlayamazsın! Zorlanırsın! Mahpusluğu da fazla benimsemen gerekmez!" "Kasımda aşk başkadır. Kasımda hapishane başkadır ya da biz her kasımda hapisteyiz. Gerçek olan bu. "Türkiye dört duvarı olmayan bir hapishaneye dönüştü. Doğrudur siz içerdekilerle biz dışardakiler arasında ne fark kaldı ki!" | |
Rakamlar insanları anonimleştirir. Her kurbanın hikayesi farklı.
İbrahim Arslan'ın "Akrabalar" (2019) işinin ortaya çıkışı ilginç. "Ölümden geriye sayısız anı, yakınlar, dostlar ve akrabalar" kalır gerçeğinden yola çıkıyor aktivist/sanatçı Arslan, fotoğraf sanatçısı Jasper Kettner ile birlikte. Almanya'da Neo Nazi saldırılarında katledilmiş insanlardan bazılarının akrabalarıyla yakın arkadaşlıklar kuruyorlar bu fotoğraf serisini yaratmak için. Bu çalışma güncel sanatın toplumsal sorunlar/mücadelelerle olan ilişkisinin altını çiziyor, izleyiciyi düşünmeye ve hatırlamaya davet ediyor diğer çalışmalar gibi.
Cansu Yıldıran'ın doğa, beden ve bağımsızlığa dair fotoğrafı çok enteresan bir çalışma. Aslı Uludağ'ın Ege Bölgesi'nde jeotermal enerji yapılaşmasına direnen bölge halkına dair çalışma da ilginç. Rojda Tuğrul'un, Fırat kaplumbağalarının bozulan ekosistemlerini ve doğanın silah olarak kullanılmasını tartıştığı yerleştirmesi, Savaş Boyraz'ın 'insan yıkımı nasıl belgeler?' sorusunu sorduğu işi, Forensic Architecture'ın Triple Chaser videosu, Dana Kavelina'nın Ukrayna'daki çatışmaya dair gerçeküstü bir film- şiir çalışması, Şafak Şule Kemancı'nın aşkın ve tutkunun durdurulamazlığına dair işi de görülesi.
Viron Erol Vert'in video çalışması, sergiye hem kaybedilenleri bulma umudu hem de ev ve iç dünyaya ait bir boyut ekliyor. Babi Badalov'un duvara uyguladığı mekâna özgü farklı alfabelerle yazılmış görsel şiirleri ve kumaş çalışması etkileyici, düşündürücü.
Macar fotoğrafçı István Zsiros'un, "Sınır-sız Aşk" adını verdiği, Suriye'deki savaştan kaçan ve 30 Ağustos 2015'te Budapeşte'nin Kleti Tren İstasyonunda Avusturya'ya gidecek trene binmelerine izin verilmeyen ve orada sabahlayan insanları siyah-beyaz fotoğrafladığı çalışma. Zsiros'un sabahlayan insanları fotoğrafladığı çalışması, insanı adeta duvara çarpıyor. İnsan olmaktan utanıyorsunuz, evet ama bir yandan da aşka ve umuda ve hayata dair birçok şey sunuyor; hele ki her şeyden ve herkesten kendilerini soyutlayarak öpüşen çift...
Akdeniz Heykeline teşekkür ederim
Adalet Atlası, Sevgi Aka, Savaş Boyraz, Marianne Fahmy'nin de çalışmalarının bulunduğu sergi Fransız Kültür Merkezi, Goethe-Institut Istanbul ve Tarabya Kültür Akademisi'nin desteğiyle hazırlanmış, küratörlüğünü Didem Yazıcı ve Peter Sit, asistan küratörlüğünü de Burcu Çimen üstlenmiş. 2 Ocak 2022'ye kadar açık olan sergi Tomtom Mahallesi, İstiklal Cad. No:161 Beyoğlu İstanbul adresindeki Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi'nde ziyaret edilebilir.
Serginin bir kitabı da var. Ayşe Draz'ın sergiden esinlendiği performansını Aralık ayında sahneleyeceğini, sergi kapsamında 13 Kasım 2022 saat 14.00 de "Hayat—Yaşam ve Yaşam—Dışı Arasında Sürdürülebilirlik Üzerine Atölye" yapılacağını da eklemeliyim.
Güncel sanatçıların yakın dönemde üretilmiş fotoğraf, yerleştirme, video ve duvar resimlerinin yer aldığı sergiden çıkarken, Akdeniz Heykeline teşekkür etmeyi unutmadım. İstiklal Caddesi'nin kalabalığına karıştığımda içimden tekrarlıyordum yine: adalet, aşk, ölüm, hayat sözcüklerini...
(ŞD/AÖ)