"Türkiye Sosyal Politikalarını Tartışıyor" konferansı, 15-16 Haziran 2012 tarihlerinde Koç Üniversitesi'nin Rumeli Feneri Yerleşkesi'nde düzenlendi. Konferansın ilk gününde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'e yönelik protestolar ana akım medyaya ve haber sitelerine yansırken, konuşmacıların sosyal politikaların hak temelli bir yaklaşım içermesi gerektiği şeklindeki ortak vurguları basının gözünden kaçtı.
Bakan Şahin konuşmasına başlamadan bir grup Halkevci Kadın, gündemdeki kürtaj yasağına karşı pankart açıp, Bakan Şahin'e bu konuda soru sormak istediklerini belirttiler. Şahin salon içinde soru almayı kabul etmeyince, Bakan'ın korumaları salonda kalmakta ısrar eden Halkevci Kadınları zor kullanarak dışarı çıkardı. Yaklaşık bir saat süren pazarlık sonunda, üniversite yönetiminin araya girmesi, öğretim görevlilerinin ve konferansa gelen konukların yoğun desteğiyle protestocular, gözaltına alınmama sözü alarak üniversiteden çıkarıldılar.
Basının ilgisi protestolara odaklandığından, konferansın içeriği ve tartışılan konular ne ana akım, ne diğer medya organlarında yer buldu. Koç Üniversitesi'nin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) ve Dünya Bankası işbirliği ile düzenlediği etkinlikte, öğretim üyeleri ve sivil toplum temsilcileri, bakanlık yetkilileri ve Dünya Bankası'ndan uzmanlar, sosyal politikaların farklı yönlerini ele alan sunumlar gerçekleştirdi.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumundan Prof. Dr. Ayşe Buğra konferansın onur konuşmasını yaptı. Buğra, sosyal politika uygulamalarının, nasıl bir toplum ve nasıl bir vatandaşlık modeli benimsendiğiyle birebir ilişkili olduğunu vurguladı, sosyal politikalar oluştururken grupları kategorize etmenin sakıncalarının ve dezavantajlı grupların sorunlarını da çözecek evrensel politikalar yaratma gerekliliğinin altını çizdi.
Bu tartışmalar merkezinde, iki gün boyunca farklı panellerde, yoksulluk, sağlık , eğitim, yaşlılık, engelli hakları, kadınlara yönelik politikalar gibi sosyal politikanın farklı yönleri masaya yatırıldı. Ayrıca, doğu-batı, kent-kır, etnik köken, toplumsal cinsiyet ayrımlarının Türkiye'deki sosyal politika tartışmalarına ne kadar yansıdığı her panelde sorgulanan konulardan biriydi.
Özellikle Van Kadın Derneği'nden Zozan Özgökçe, konuşmasında bölgesel eşitsizlik, etnik ayrımcılık ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinden kaynaklanan eşitsizliklerin deprem sonrası Van özelinde nasıl iç içe geçtiğini vurguladı. Tartışmaların genelinde, farklı metotlar ve bakış açıları temelinde Türkiye'de veriye dayalı sosyal politika üretmenin gerekliliği ve bunun ancak kamu-üniversite-sivil toplum işbirliğiyle gerçekleşebileceği savunuldu.
Türkiye'de yoksulluk profilleri ve sosyal yardımlar
Yoksulluk panelinde tebliğ sunan Oğuz Işık (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) ve Ela Ataç (Gazi Üniversitesi) Türkiye'deki yoksulluk profiline ışık tuttular. Işık ve Ataç, Türkiye'de yoksulluk sınırının altında yaşayan 13 milyon (nüfusun yüzde 18.2'si) arasından yoksulluk riskiyle karşı karşıya kalan en kırılgan gruplara işaret ettiler.
Işık ve Ataç'ın çalışmasının sonuçlarına göre, toplam nüfusun üçte biri, yoksulların ise yüzde 55'i kırda yaşıyor ve kırdaki yoksulluk kenttekine göre daha derin ve baş edilmesi daha zor bir yoksulluk. Toprak sahibi olmak ya da kentte çalışıyor olmak yoksulluk sınırı üzerinde olmayı garanti etmiyor. Yoksulluk, kırdaki nüfusa ek olarak 14 yaş altı çocuklar, çoğunluğu 65 yaş üstü kadınlardan oluşan tek kişilik hanelerde, güvencesiz ve kötü koşullarda çalıştıklarından, çalışan kadınlar arasında oldukça yaygın. Engellileri de ekleyecek olursak, bu gruplar toplumun en sessiz ve aynı zamanda sosyal yardım ve bakım hizmetine en çok ihtiyacı olan kesimini oluşturuyor.
Neo-liberal ekonomik politikaların ve küresel krizlerin gölgesinde, az ücretlerle, uzun saatler çalışmanın, en azından çalışma imkanı bulabilen yoksullar arasında olmanın şanslı sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Muğla Üniversitesi'nden Recep Kapar'in araştırması, Türkiye'deki iş piyasasının yapısal sorunları nedeniyle, istihdamın yüzde 35 ila 40'ı doğrudan yoksulluk riski ile karşı karşıya olduguna işaret ediyor. Rakamlar gösteriyor ki, iş piyasası -özellikle kalabalık haneler bakımından- yoksulluk riskini yok etmiyor, aksine çalışan yoksullar yaratıyor. Yoksulları ve özel ihtiyaç sahibi kırılgan grupları hedefleyen sosyal politikaları bu bağlamda tartışıyoruz.
Bilgi Üniversitesi'nden Nurhan Yentürk'e göre, yoksullara yönelik düzenli gelir desteğinin olmaması Türkiye'nin yoksullukla mücadelede en zayıf kaldığı nokta. Yentürk'ün araştırmasına göre, sosyal koruma harcamalarının AB ülkelerinde GSMH'ye oranı yüzde 29,5 iken Türkiye'de yüzde 13 olan bu oran artırılmalı.
Piyasanın çözemediği yoksulluk problemlerinin gelir desteğiyle ne kadar hafifleyeceği ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, kırılgan gruplara yapılan yardımın artırılması bakanlık yetkililerinin konuşmalarında öncelikli hedefler arasında kaydedildi.
ASPB'den Ahmet Fatih Ortakaya kurumsal bir özeleştiri yaparak, Türkiye'deki yoksulluk yardımının yoksulluk riskini düşürücü etkisinin Avrupa ülkelerinin çok gerisinde kaldığını belirtti. Bu resim içinde, benim asıl tartışmak istedigim konu ise yoksulluk ve bakım yardımlarının niteliği ve kurgulanan aile modellerinin bakım alan ve veren bireyleri haklar temelinde güçlendirmekten uzak olması.
Aile temelli sosyal politikanın nesnesi kadınlar
Boğaziçi Üniversitesi'nden Ayşen Candaş'ın belirttiği gibi, özellikle işgücü piyasasının kenarında kalan güvensiz çalışan yoksulların ve piyasanın dışında kalan grupların muhtaçlıklarını kanıtlamak ve yardımı hak etmek zorunda bırakıldıkları bir sosyal politika dönüşümü yaşıyoruz.
Koç Üniversitesi'nden Dikmen Bezmez'in, Engelliler.biz Platformu'ndan Bülent Küçükaslan'ın ve Boğaziçi Üniversitesi'nden Engin Yılmaz'ın konuşmasında, engellilerin hizmet alırken birey değil, muhtaç gibi görüldüklerinin altı çizildi. ASPB'den Aylin Çiftçi, bu görüşleri çoğunlukla paylaştığını dile getirdi. Özellikle engelliler konusunda eğitim ile istihdam gibi kurumsal ve yardım gibi aile temelli çözümlerin birbirinin alternatifi olarak görülmesini eleştirerek bu durumun değiştirilmesi gerektigini vurguladı.
Bu noktada, her ne kadar bakanlık yetkilileri hak temelli sosyal politikalardan bahsetse de, özellikle sosyal yardım uygulamaları, hizmetleri vatandaşlık hakkı temelinde sağlamaktan ziyade, yardımı daha çok hak ettiği düşünülen grupları diğerlerinden ayrıştırıyor. Özellikle bakım karşılığında, yapılan yardımın niteligi haneiçi ilişkilerde süregelen eşitsizlikler üzerine oturtuyor. Başka bir deyişle, grupları ayrıştıran ve aileyi temel alan sosyal politika uygulamaları ailelerarası ve aileiçi cinsiyet eşitsizliklerini yeniden üretiyor.
Yaşlı, çocuk veya engelli bakımı için aileye yapılan nakit transferinde hane içinde bu bakımın sorumluluğunu almaya gönüllü, çalışmayan, fiziksel ve ruhsal güce sahip bir kadın olduğu varsayımından yola çıkılıyor. Yaşlı bakımı ile ilgili sorulan soru üzerine, bakanlık görevlisi bu hizmeti veren aile bireylerinin sigortalı çalışan olmasıyla ilgili henüz bir çalışmaları olmadığını söyledi.
Bu noktada, nakit yardim uygulaması, bakım veren kişiyi sigortalı yaparak, kayıtdışı güvencesiz çalışmaya alternatif sunmadığı gibi, kadının evi bekleyip ücretsiz -bu durumda az ücretle- bakım ürettiği aile modelini yeniden üretiyor. Bilgi Üniversitesi'nden Pınar Uyan Semerci'nin altını çizdiği üzere, çoğu zaman bakım yükü evin kadınının yanında kız çocukları tarafından sırtlanıyor. Bu durum, İTÜ'den İpek İlkkaracan Ajas'ın haklı olarak belirttiği gibi, yoksul hanelerdeki hem zaman, hem bakım yoksulluğunu arttırırken, kız çocuk ve erkek çocuklar arasındaki eşitsizlikleri perçinleyerek, hane içindeki eşitsizliği bir nesilden diğerine geçirme riski taşıyor.[i]
Burada sorulmayan diğer bir soru ise, dezavantajlı grupların (özellikle engelliler ve yaşlıların) aileiçinde bakım almak isteyip istemedikleri ve istemedikleri takdirde bu yönde kurumsal düzenlemeler yapılıp yapılamayacağıdır. Örneğin yaşlı bakımı ve yoksulluğu konusunun, kurumsal olarak değil aile içinde çözülmesi gerektiği söylemi ASPB'den Aylin Çiftçi'nin konuşmasında oldukça netti.
Çiftçi'nin konuşmasından, bakımevinde kalan yaşlıların aile içinde kalmayı tercih ettikleri ve bu nedenle bakanlığın yaşlıların birey olarak yararlanabileceği kurumsal düzenlemeler yerine, nakit transferi yoluyla aileye sosyal yardım yapmayı tercih ettiği sonucu çıkıyor. Nedense bu tabloda, yaşlı bireyin ailenin dışına itilmesi sorgulanırken, bakımevindeki hizmetin kalitesinin nasıl artırılabileceği tartışılmıyor. Buna karşılık, yine Çiftçi'ye göre, bakanlığın Türkiye'de yaşlılık konusundaki verilerin güncellemesine acil ihtiyacı var. Bu noktada, en başta söylediğim farklı metotları kullanan veri temelli sosyal politika üretiminin önemi daha da artıyor.
Yardım alan kadın sosyal politikanın öznesi mi?
En büyük sorumluluğu aileye ve aileiçindeki eşitsizliklerden dolayı kadına yükleyen bakım ve sosyal yardım anlayışı, İpek İlkkaracan Ajas'ın belirttiği, gibi kadını sosyal politikanın nesnesi yapmaktan öteye gidemiyor. Konferans boyunca tartışılan diğer bir tema ise, kadınların özne olarak konumlandırıldığını savunan sosyal politikaların sınırlarıydı.
Yoksulluk önlemleri olarak sosyal koruma alanında, özellikle kız çocuğu okula devam eden ailelere yapılan şartlı nakit transferleri (ŞNT) ve eşi ölen kadınlara yapılan nakit yardımı, son dönemde yeni başlayan ve kadının sosyal politikanın merkezine alındığı iddia eden sosyal yardım uygulamaları arasında yer alıyor.
Mersin Üniversitesi'nden Bediz Yılmaz'ın aktardığı ŞNT örneğinde görüldüğü gibi, kadınların hanenin ihtiyaçlarını erkeklerden daha iyi bildiği varsayımından yola çıkarak, nakit yardımlar doğrudan kadınların hesabına yatırılıyor. Bediz'in araştırmasına göre, ŞNT'nin kadına verilmesi, kadınların hane içerisinde alınan kararlardaki etkisini arttırmıyor. Tam tersine, kadının bakım sorumululuğuna vurgu yaparak aileiçi cinsiyetçi iş bölümünü güçlendiriyor.
Kadın yoksulluğu ile mücadelede yine benzer bir (hetero)normatif aile modelinden yola çıkılıyor. ASPB'den Şebnem Avşar Kurnaz'ın aktardığı üzere, Nisan ayından itibaren eşi vefat etmiş 73 bin kadına aylık 250 TL nakdi yardım bağlandı. Bunun, yaşlı kadınlardan oluşan tek kişilik hanelerin yoksulluk riskini azaltmak açısından önemli bir adım olduğu yadsınamaz. Fakat, Ayşe Buğra'nın eleştirisinde belirttiği üzere, bir grubu ayrıştırarak yapılan yardımlar benzer kırılganlıktaki diğer grupları dışlama riski içeriyor. Kadınların aldığı yardımın baba, eş, çocuk üzerinden tanımlandığı bu bağlamda, Kocaeli Üniversitesi'nden Burcu Yakut-Çakar'ın "erkeksiz kadınlar" olarak tanımladığı, nikâhsız eşlerinden ayrılan veya boşanmış kadınlar, sosyal yardım tartışmasının dışında kalıyorlar. Yakut-Çakar'a göre boşanmış olma halinin kendisi, aile kurumuna karşı bir tehdit olarak algılanıyor. Ayrıca, Zozan Özgökçe'nin ve tartışma bölümünde Koç Üniversitesi'nden Deniz Yükseker'in de altını çizdiği gibi, sosyal politikalar bir Türkiye gerçeği olan ikinci eşleri, kumaları ve nikâhsız yaşayan diğer "erkeksiz kadınları" tanımıyor.
Tartışmalar süresince, bakanlık, sivil toplum ve akademisyenler gibi farklı aktörlerin hemfikir olduğu bir konu da sosyal politikaların iyileştirici etkisini ölçecek etki analizlerine duyulan ihtiyaçtı. Politikaların etkisini sağlıklı olarak değerlendirmek için ise sahayı iyi okumak (örneğin kuma, nikâhsız oturanlar nerede, ne kadar yaygın sorularını sormak) ve sadece aileleri değil, aile içindeki güç dengelerini dikkate almak gerekiyor. (AÜ/ÇT)
[i] Ancak, bakımın piyasadaki maliyetini karşılayabilecek kadınlar bu modelin dışında kalabilirler. Hatırlatmak isterim ki, ucuz göçmen işgücü de kullanılsa, yaşlı ve çocuk bakımının piyasa maliyeti çoğu zaman asgari ücretin üzerinde kalacaktır.