"Diyarbakır havaalanındaki yoğun sis nedeniyle uçuş iptal edildi."
45 dakikalık rötarın ardından bir yer görevlisinin verdiği bu bilgi, Yeşilköy havaalanında bekleşen yolcular açısından tatmin edici olmadı. Bekleme salonundan çıkıp kontuarın önüne giderken bu memnuniyetsizlik yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Kravatlı bir erkek ve bir kadın öğretim görevlisi, yolcuları hızla örgütledi. "Ankara uçağının inebildiği" meselenin sisle ilgili olmadığına kanıttı. Türk Hava Yolları (THY) görevlileri itirazlara kaşı kayıtsızdı. Bir yolcu "80 ile inen uçak Diyarbakır'a inemiyor!" diye söylenirken bir diğer "Atsınlar bizi bu ülkeden de kurtulalım" derken gülüyordu. Zaman geçtikçe direniş yumuşadı, farklı sesler çıkmaya başladı. Sonuçta yurtdışından gelenler bir otele yerleşirken diğerleri ertesi güne konulan ek seferde buluşmak üzere evlerine yollandı. Üç saatin sonunda THY ve sis kazanmıştı.
Benim derdim, bir mitinge katıldıkları iddiasıyla "terör örgütüne üye olmak"la yargılanan 13-14 yaşlarındaki çocuğun çocukların duruşmasını izlemekti. Ankara, İzmir ve İstanbul'dan hak savunucuları bu yüzden Diyarbakır'a gidiyordu. Ertesi gün kente vardığımda duruşma sonuçlanmış, altı çocuk tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Herkes memnundu; 45 gün cezaevinde kaldıktan sonra bırakılan çocuklar ve ailelerinin yüzlerinin güldüğünü anlatıyorlardı. Fakat bu durum çok uzun sürmedi; sohbet yeniden gerçeklerin karanlık yüzüne döndü.
Onlarca çocuk
Başbakan Erdoğan'ın ziyareti sırasında düzenlenen gösterilerde onlarca çocuk gözaltına alındı, tutuklandı ve yargılanıyorlar. Savcılık, İnternet sitelerinde ve Roj TV'de yapılan eylem çağrılarını gerekçe gösterip "Bu çağrıya uyduklarına göre bu çocuklar da örgüt üyesi olmalılar" diye iddianamesini hazırlamış. Savcının tanıkları, eylemde görevli polisler; onların tuttuğu tutanaklar. Bir de bazı çocuklar için video görüntüleri var.
Mahkeme de bu durumu uygun görmüş. Adli tıp, çocukların bu suçun anlam ve sonuçlarını anlayabilecek durumda olduklarını, yani bu suçtan yargılanabileceklerini söyleyen raporlar hazırlamış. 12-15 yaş grubundakiler çocuk mahkemesinde, 15-18 yaşındakilerse bir çeşit Devlet Güvenlik Mahkemesi olan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanıyor. Tam sayıları bilinmese de, bu ve başka eylemlerde tutuklanan onlarca çocuktan bahsediliyor. Bir avukat "Cizre'de 60 çocuk var" diyor. Adana'dakilerin durumu medyaya yansımıştı. Mersin, Van, Hakkari...
Çocukların savunmasını üstlenen Diyarbakır Barosu'ndan avukatlar, yaşanan hukuksuzlukların bir olmadığını söylüyor. Mesela yasalara göre çocuklarla ilgili işlemlerin çocuk polisi ve çocuk savcısı tarafından yapılması gerekirken bu atlanmış. Mahkeme, gözaltına alınan çocukların 24 saat avukatlarıyla görüşmelerini yasaklamış. Çocukların cezai sorumluluğunu belirleyen raporlar sadece akıl sağlıkları değerlendirilerek verilmiş; yasada öngörülmesine rağmen sosyo-ekonomik durumu, çevre koşulları incelenmemiş. Adli tıp doktoru, sara hastası olan bir çocuğun "ilaçlarını kullandığı takdirde gözaltında kalmasında sakınca olmadığını" yazabilmiş.
Cezaevinde hayat bilgisi
Ertesi gün serbest bırakılan çocuklardan biri ve ailesiyle görüşüyoruz. Başından geçenleri anlatırken tedirgin bir çocuk, biz de ona yaşadığı travmayı yeniden yaşatmamak için özen gösteriyoruz. Cezaevindeki yaşamını anlatıyor, arkadaşlarıyla bir düzen kurduklarını, kitap okumayı sevdiğini, tüm işleri eşit olarak paylaştıklarını.... Görüş günlerinde nasıl heyecanlandığını, hazırlandığını... Başta onun için istenen cezayı duyduğunda nasıl korktuğunu... "Ben insan mı öldürdüm ki" diye sormuş kendine. Ama sonra nasıl cesaretlendiğini de ekliyor: "Anladım ki gözümüzü korkutmak için yapıyorlar..." Tahliye edileceğini duyunca nasıl sevindiğini anlatıyor. Duruşmada gördükten sonra avukat olmaya karar vermiş, hoşuna gitmiş avukatların hakimin karşısında söz söyleyebilmesi. Çünkü hakim onun yüzüne bile bakmamış, ona hiçbir söz hakkı vermemiş.
Annesi de kendi hikayesini anlatıyor. Zaten zorluklar içinde yaşarken, o gün çocuğunu korumak için okula göndermemişken, yine de polisin ayrım gözetmeden onları da alıp götürdüğünü söylüyor.
Bir avukat, çocukların kaldığı E-tipi cezaevinde kapasitesinin iki katı mahkum kaldığını söyledi. Çocuğun anlattığına göre yemek olarak bir somun ekmek ve tatsız tuzsuz yiyecekler veriliyor. Bir defasında yemeğin içinden diş çıkmış. 12 arkadaşıyla kaldıkları koğuşun bir odasında yemek yeniliyor, televizyon izleniyor. Bir de o oda kadar bahçesi var. Orada "volta atıyorlar".
Diyarbakır yasaları
Şimdi serbest kalan çocuğun okula devam edip edemeyeceğiyse belirsiz. Okul müdürlerinin çocukları geri çevirdiği, devamsızlıktan sınıfta kaldıklarını söyledikleri belirtiliyor. Bunun gerçek olup olmadığı önümüzdeki günlerde belli olacak.
Ne olursa olsun, devletin çocukların bundan sonraki hayatı için herhangi bir telafi mekanizması sunmaması eleştiri konusu. Uluslararası sözleşmelere göre, çocukların zaten tutuklanmaması gerekirdi. Kanunla muhalefet halindeki çocuklar için özgürlüğünden yoksun bırakma son başvurulacak çare olmalı. Ama tutuklama kararları kolayca çıkıyor. Bunun sonucu da o çocuğun damgalanması, eğitim hakkından mahrum kalması. Artık hayatı boyunca bu çocuklar yaşadıklarını sırtlarında taşımak zorunda kalacaklar.
Sorunun esas olarak çocukların çocuk olarak görülmemesinden, yargı nezdinde yetişkin olarak kabul edilmesinden kaynaklandığı vurgulanıyor. "Terör" kavramının muğlaklığı, devlet görevlilerine bunu duruma göre yorumlama ve siyasi duruma göre kullanma şansını veriyor. Terörle Mücadele Yasası'nda 2006'da yapılan değişikliklerin yine aynı yıl Diyarbakır'da gerçekleştirilen eylemlerin ardından geldiğine dikkat çekiliyor. Bir çeşit "Diyarbakır yasası" yani. Sonuçta bugün, çocuklar da yetişkinler gibi, sadece bir eyleme katılarak "terör örgütü üyesi" olabiliyor. Yasa, gerçeği siyasi gündeme göre yorumlamanın önünü açıyor.
Çocukların sorunu herkesin sorunu
Diyarbakır'da çocukların yaşadıkları genel gündemden bağımsız değil dolayısıyla, herkes de bunun farkında. Çözümün, yani çocukların kurtuluşunun da büyük ölçüde genel sorunun çözümüyle bağlantılı olduğu ortada. Öte yandan bunun tersi de geçerli: çocukların haklarının savunulması, genel sorunun çözümüne de katkı sunacak. Bir avukat, tecavüze uğrayan bir çocuğun başına gelenleri anlatıyor. Şikayet üzerine açılan davanın duruşmasında tecavüzle yargılanan erkeğin yakınları mağdur çocuğun ailesine saldırmış. Mağdur çocuk ve ailesi, kenti terk etmek zorunda kalmış. Yaşadıklarını en yakınlarına bile söyleyememişler. "Bu beni daha fazla yaralıyor" diyor avukat. "Devletin bakışına karşı mücadele etmek mümkün ama kendi insanının bir diğerine yaptığını kabul edemiyorum." Çocukların derdi tek değil.
Hak savunucuları şimdi çocuklar için biraraya geliyor. Bundan sonra davalar daha yakından takip edilecek, konunun gündeme gelmesi için çaba harcanacak. Ntv ve Radikal'in çocukların durumunu haberleştirmesi memnuniyet yaratmış. Medyanın sadece işini yapması bile sevindiriyor ama eğer zorlanmazsa bunun arkasının gelmeyeceğini herkes biliyor. Sorunun çözümü, biraz da medyanın yarattığı sisin dağıtılmasından geçiyor.
Seçimler gelirken
Konuştuğumuz çocuğun annesine dertlerini anlatabilecek bir yol bulup bulamadıklarını soruyorum. Hak savunucularının desteğinden memnun zaten; bunun yanı sıra Demokratik Toplum Partisi'ni sayıyor. Şimdi DTP'de olan belediyenin kapısından girebildiğini; geçmiş dönemlerde bunun mümkün olmadığını anlatıyor. Aslında kentte konuştuğum herkesin yaklaşan yerel seçimlerde DTP'nin yeniden kazanacağından emin olmasının sebebini açıkça anlatıyor bana. Taksici, bakkal, esnaf, konuştuğum insanlar Adalet ve Kalkınma Partisi'nin tüm çabasına rağmen belediyeyi kazanması ihtimaline omuz silkiyor. Yardımların son dönemde arttığını herkes doğruluyor ama "belediye iyi çalışıyor."
Bir yandan her yerde geçerli olan sorunlar burada da var. Taksi şoförü, sıvası yapılmamış evleri gösteriyor: "Herkes ikinci katı çıkmış durumda. Seçime kadar kimse yıkmayı göze alamaz bunları. Sonra ne olur bilemem."
Diyarbakır'da sis öğlene doğru dağılırken, dönüş uçağının kalkabilmesi için bir fırsat çıkıyor. Havaalanına giderken geçtiğimiz köprünün altında duran demiryolundaki yük vagonlarında, üzerinde "para ile satılmaz" yazan tanıdık kömür torbalarını görüyorum. Kentin üzerinden kalkmak bilmeyen sisten biraz da bu kömürler sorumlu. İçinde "Kürt" kelimesini geçirmeden yazmayı becerdiğim bu yazının özeti; Diyarbakırlı çocuklar yaşamları için mücadele ederken buna kömürle karşılık vermeyi uygun gören hükümet yıllardır süren kısırdöngüyü devam ettiriyor.(EÜ)