Roboski’nin üzerinden 12 yıl geçti ve öylece zaman çizelgesinde asılı duruyor.
Bir ilerleyiş, akış ve oluş hali yok.
Katmerlenen acı dışında değişen bir şey yok. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok.
Yakalanan biri olmadı, ceza alan biri olmadı, ortada olan sorumlular ‘bulunmadı’…
Haliyle Roboski, devletin beka diye diyerek ürettiği şiddetin, sınır diyerek yarattığı yapay cehennemin çıplak şekilde duvara tosladığı bir aralığı ifade ediyor.
Dehşetin bizimle yaşadığı, ölülerimizin bile rahat edemediği ve konuşmaya başladığı bir dönemde Roboski hem bir istisna hem de olağan bir duruma denk geliyor.
Roboski herkeste çok canlı bir hafızaya sahip.
İktidarın zamanına tarih, halkın zamanına hafıza denir. Roboski kendi zamanını, kendi hafızasını yarattı, yaratmak zorundaydı da.
Bir yandan inkâra dayalı bir tarih ve bununla var olabilen bir gerçeklik, diğer yandan da bu inkâra karşı direnen ve elinde eylemsel kılınmış hafıza/hatırlama olan bir mücadele hattı.
2015 sonrası Cizre’den göç ettirilen bir anne: “Bir hikayemiz olsun istenmiyor” diyordu. 90’lardan köyü yakılarak göç ettirilen, şimdi de evinden zorla çıkarılan bir anne diyordu bunu. Roboski de Kürtlerdeki bu kolektif hikâye ve bellek arayışına çok sert bir müdahaledir. Herkes o soğuğu, bombayı, katır sırtında sallanan ayakları hissetti. Bu yönüyle insanlarda çok canlı. O anlamda söz kurarken Roboski’nin hafızası, o hafızayı çerçeveleyen zaman ve mekân içinde konuşmak gerekiyor. Bunun karşısında gelişen hafıza rantlarına ve ailelerin mücadelesine el koyan kibre karşı da dikkatli olmak gerekiyor.
Roboski ideolojik/politik bağlamlarda çokça konuşulmayı hak ediyor.
Fakat en önemli bağlamın ‘adaletsizlik’ duygusu olduğu da açık!
Adalet yoksa zaman da yoktur. Bir Roboskili anne baba için bu böyledir. Zamanı da zamana bırakmak istemeyen bir talep var. Bu talep kendini zamana dayatıyor ama karşılık yok. Buna kriz deniyor. Son iki yüzyıllık krizler silsilesine eklenmiş bir durak Roboski.
Dikkat edilirse devletin Roboski için adaleti ‘parasal’ oldu. O dönem çok az bir para ile kapatmaya çalıştılar. Sanki kan davası olmuş da bir karşılık veriliyor gibiydi.
Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki krizlerin en temel ve belki de en az konuşulan kısmı politikanın işlevsel olamadığı ‘adalet’ mekanizmasıdır. İki sebep başattır: Biri sömürgecilik gerçeği, diğeri de bundan beslenen ve simbiyotik bir ilişki olan kayıtsızlık ve sorumsuzluğun birbirini üretmesidir.
Sevgili Mithat Sancar’ın bir programında dinlemiştim. “Adalet bir fikirdir ama adaletsizlik somut bir durumdur” diyordu. Dolayısıyla adaleti anlamak istiyorsak onu tanımlamaya çalışmak yerine adaletsizlik durumlarını ortaya sermek ve onları teşhis etmek, tanımlamak daha doğru olur. Adaletsizlik durumlarını esas alarak ancak adalet fikrine ulaşabiliriz.
İşte Roboski ve şahsında yaşanan adaletsizlik, buna en yakın olduğumuz somut durumlardan biridir. Roboski’den yola çıkarak ülkenin tümüne yayılacak bir mekanizme işletilebilir, yaratılabilirdi. Fakat politik alan bunu yaratamadı.
Şunu da ek yapmak isterim: Gerçekten de Roboski, yakın dönem Türkiye tarihinin en önemli kırılmasıdır. Öncesi ve sonrası halen hakkıyla tartışılmış değildir. Roboski, bugün yaşadığımız tarifi zor realitenin önünü açtı, hesabı sorulmadığı, adaleti sağlanmadığı için.
Bu hikâye devlet açısından da artık farklıdır.
Roboski sonrası gerek medyanın tutumu ve manşetler gerekse devlet erkanının akla ziyan açıklamalarına bakarsanız tamamen bir dehümanizasyon süreci işletildi.
Devlet kendine göre ‘suç’ kategorisinde mimlediklerini toplumdan uzak tutar, temsillerini ya da görünürlüklerini yasaklardı. Yani bir çeşit hafıza mahkumiyetine giderdi. Hatırlamayı lanetleyen bir form söz konusudur. 11 yıl geride kalırken Roboski, bugün gerçek bir yasaklı hatıra olarak önümüzde duruyor.
Devlet ve aygıtları, Roboskiyi kamusal alanda görmeyi, anmayı, hatırlamayı yasaklayan-lanetleyen bir yerde artık. Bu alanın belleğine dair her şey onun için suç!
Roboski anıtlarını kaldırmak, anmaları, arşivleme çalışmalarını ve müzevari girişimleri engellemek gibi pratiklere tanık olduğumuz Kayyım süreci bunun en bariz açığa çıktığı dönem oldu.
Devlet, kendi devamlılık yasasını ve bu yasanın zırhları ile yarattığı Türklük sözleşmesinde şimdilik geri adım atmıyor. Çünkü bu ‘sıcak’ ve ‘güvenli’ bir iklim.
‘Sarmaşık’ filmini izleyenler hatırlar, gemide geçen filmde güzel bir Kürtlük metaforu vardır.
Tüm dengelerin ağzında yer alan ‘Kürt’ karakteri, hayalet misali her yerdedir ama yoktur. Yokluğu, varlığından daha tehlikelidir ve bir süre sonra gemide bir ‘kayıp göndergeye’ dönüşür. Nasıl ki hareket etmeyen bir gemi artık gemi değilse, vatandaşına savaş açan bir devlet de artık devlet değildir diyor film.
Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmayacak bu dava diyenler, iki gün sonra ‘yatıp kalkıp Roboski diyorsunuz’ dediler.
Kürde, onun imgelem dünyasına, geçmişine, hatta hayaletine savaş açarak var olmaya çalışanların demir attığı son yerlerden biri olarak görüyorum Roboski’yi. Roboski’den sonra çok ‘Roboski’ oldu, bunu da es geçmeyerek söylüyorum.
Geçmişle yüzleşmek, sorumluların hesap vermesi yaşamın sağlıklı sürebilmesi için önkoşuldur. Fakat bazı tehlikeleri de görmek gerek. Mesela bellek yitimi anlamına gelen ‘amnezi’ ile af anlamına gelen ‘amnistie’ aynı kökten geliyor. Dikkat çekmeye çalıştığım şey şu: Yüzleşme içermeyen, yargılaması olmayan bir af, bellek için tehlikelidir, yitimine giden süreci de başlatır. Yüzleşme olmadan sorunlar devam edecek. Ölüler konuşmaya, bizleri ‘rahatsız’ etmeye gelecekler. Ölüler neden geri gelecek? Lacan’ın bu soruya verdiği cevap önemlidir: Çünkü, usulünce gömülmemişlerdir, cenaze törenlerinde bir şeyler ters gitmiştir, yani yas tutulmamıştır.
Yası tutulmayan bir Roboski’deki fotoların canlı olması, hesap soran gözlerle bakması bundan. Devletin bu hafızayı lanetlemesi de hakeza bundandır.
(ÖA/Mİ)