Üniversiteler geçtiğimiz yılın sonunda ODTÜ’de yaşanan protestolardan bu yana ülke gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Protesto, sorgulama ve ret kültürünün yerini destekleme, benimseme ve biat kültürünün almakta olduğu bir ortamda alışılmadık görüntüler ortaya çıkıyor. Ülkenin en önemli yerleşkelerinden birinde binlerce polisin yüzlerce biber gazı, onlarca ses bombası, panzerler, TOMA’larla saatlerce öğrencilere, dersliklere, amfilere saldırdığı, öğrencilerin bir kısmını hayati tehlike yaratacak şekilde yaraladığı görüntüler bunlar. Kimileri bu görüntülerden rahatsızlık duyarken kimileri ise giderek ağırlaşan baskı ve kuşatma ortamının kırılmasının işaretlerini buralarda görüyor.
Hacettepe Üniversitesi’nde son dönemde yaşanan gelişmeler ise yukarıda tasvir edilen tablodan farklı ve benzer yönlere sahip bir görüntü veriyor. Bilindiği gibi, 18 Mart 2013 tarihinde Beytepe Yerleşkesi’nde milliyetçi eğilimlere sahip bir öğrenci topluluğunun düzenlemek istediği etkinliği protesto etmek isteyen sol eğilimli öğrencilerden oluşan başka bir grup bu isteklerine ulaşamadan o sırada yerleşkenin kalbine kadar ilerlemiş olan güvenlik kuvvetlerinin uyarısız ve kontrolsüz saldırısına maruz kaldı. Beytepe Yerleşkesi son otuz yılda bu kadar kapsamlı ve uzun süreli bir saldırıya tanıklık etmemişti.
Yüzlerce çevik kuvvet polisi beraberlerinde getirdikleri TOMA’larla adeta Yerleşkeyi savaş alanına çevirdiler. Çatışma saatler boyunca devam etti. Onlarca gaz bombası hedef gözetilerek sayıları 50 ila 100 kişi arasında olduğu iddia edilen protestocu öğrencilerin üzerine atıldı. Güvenlik güçleri protestocu öğrencilere haddini bildirmekte kararlıydı. O kadar ki, bu olaylar sürerken süreçten haberdar olmayan öğrencilerin içinde bulunduğu ve Yerleşke’nin merkezinde yer alan Yıldız Amfi’ye ve Kütüphane’ye bile biber gazı atmakta hiçbir sakınca görmediler. Hayatlarında o ana kadar biber gazı görmemiş öğrencilerin ders dinledikleri ve çalıştıkları esnada yoğun gaza maruz kalmaları uygulanan şiddetin boyutunu algılamak için yeterli veri sunmaktaydı. Üstelik bütün bu olanlar yönetime geldikten hemen sonra üniversitenin açmış olduğu gaz bombası, kalkan ve maske ihalesini “kendi öğrencime gaz kullanacak halim yok ya” diyerek iptal eden bir rektörün döneminde gerçekleşmekteydi.
18 Mart’ın hemen sonrasında yaşananlar ise artık olağan hale gelen gerçekleri çarpıtma ve karalama politikalarının çarpıcı örneklerini sunmaktaydı. Önce yaşanan olayları yürüyüşle protesto etmek isteyen öğrenciler üniversitenin resmi ağ sayfası aracılığıyla tehdit edildi. Bununla da yetinilmeyip Yerleşkede yürütülen lisans derslerinin iki gün süreyle yapılmayacağı ilan edildi. Fiilen öğretime ara verilmiş oldu. Ardından yaşanan olaylarda tamamen solcu öğrencileri suçlu göstermeye yönelik görsel malzemeler “Çanakkale Şehitlerini Anma ve Çanakkale Zaferini Kutlama etkinliğini engellemek isteyen bir grup öğrencinin sebebiyet verdiği olayların görüntü ve videolarını yorumsuz sunuyoruz” duyurusuyla üniversitenin ağ sayfasından kamuoyuyla paylaşıldı.
Üniversitenin güvenlik kameraları ve güvenlik güçlerinin çektiği görüntüler eşliğinde yaşanan gelişmelerin sadece solcu öğrencilerin etkinliklerinden kaynaklandığı yönünde bir algı yaratıldı. Paylaşılan fotoğraflarda kırık cam ve çerçeveler, yanmış bir masa, sopalar, kırık kaldırım taşları, boş bir şişe, sökülmüş tabelalar, duvarlara ve yerlere yazılmış sloganlar bulunmaktaydı. Sloganların içinde “üniversiteleri yobaza faşiste bırakmayız”, “faşizme ölüm”, “faşizme ve gericiliğe boyun eğmiyoruz” örneklerinin yanısıra “APO”, “PKK”, “KCK” gibi örneklerin de yer alması aynı döneme denk gelen “barış görüşmeleri”nden dolayı “hassaslaştırılan” gündemle çakışınca yaşanan olaylara yönelik algı tepkisel bir boyut kazandı.
Bu tepkisel algı tüm üniversite öğretim üyelerinin üye olduğu bir tartışma platformunda kimi sosyal paylaşım sitelerinden gelişi güzel yapılan paylaşımlar ve gerginliği arttırıcı yorumlarla iyice pekişti. Öyle ki, yerleşkeye güvenlik güçlerinin çağrılmış olduğu, sıkılan tazyikli sular, atılan biber gazı bombaları son derece olağan ve sıradan sayılmakla kalmadı, “öğrenci kisvesi altındaki teröristler”in bütün bunları fazlasıyla hak ettiği, üniversiteyle olan ilişiklerinin de zaman geçirilmeden kesilmesinin şart olduğu söylemi ortalığı kapladı. Bu noktada kendini durduramayanlar işi biber gazı bombalarının bizzat öğrenciler tarafından amfilere atıldığını iddia etme noktasına kadar vardırdılar.
Öte yandan, üniversite yönetimi kırılan cam ve çerçevelerin yanına iliştirdiği “bunu yapanlar utansın” notlarıyla olayın sıcaklığında yaşanan gerilimin daha da yükselmesine ve solcu öğrencilerin aleyhine bir kara kampanyanın yürütülmesine katkı sundu. Bu arada olayların yaşandığı günlerde üniversite giriş sınavları öncesi yerleşkeyi ziyarete gelen lise öğrencilerinin üniversite yaşamı ve özellikle de Hacettepe Üniversitesi hakkında ne gibi düşünceler edindiği de ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktaydı.
Üniversitede lisans derslerine ara verildiği ilk gün olan 21 Mart’da yurtlarda kalan öğrencilerin solcu ve sağcı öğrencilerin saldırısına uğrayabileceği söylencesi yayıldı. Öğrencilerden yurtları terk etmeleri istendi. Bununla da yetinilmeyip olaylara karıştığı tespit edilen solcu öğrencilerin yurtlarla ilişkilerinin kesilmesi gündeme geldi. Daha sonra bu kararın açılacak soruşturmaların sonuçlanmasına kadar ertelendiği haberi yayıldı. 22 Mart günü ise yerleşkede yer alan bütün binalara Türk bayrakları asıldı. Bu uygulama resmi bayramların dışında rastlanmayan bir uygulamaydı. Ancak zamanlama açısından ve yaratılmak istenen algı çerçevesinde simgesel anlamı büyüktü. Yerleşkede yaşanan olaylar ile “barış görüşmeleri” ve 21 Mart’da Diyarbakır’da gerçekleştirilen Nevruz kutlamaları ile Abdullah Öcalan’ın okunan mektubu çakışmıştı. Kutlamalar ve mitingle ilgili çeşitli değerlendirmeler yapılmaktaydı. Bunların içinden en çok öne çıkanı miting alanında Türk bayrağının bulunmamasıydı. Bu tür tartışmaların yaşandığı bir gündemde Beytepe Yerleşkesi Türk bayraklarıyla donatılarak hem üniversite bileşenlerine hem de üniversite dışına simgesel anlamı olan siyasi mesajlar iletilmekteydi. Anlaşılan üniversite yönetimi siyasi konumunun altını kalın çizgilerle çizmek niyetindeydi.
Bir sonraki haftada yaşanan gelişmeler de ilginçti. Bayraklar hafta boyunca binalarda asılı kaldı. 27 Mart’da polis şiddetine maruz kalan öğrenci grupları yerleşkede bir araya gelerek Rektörlüğe kadar kitaplarıyla bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdiler ve üniversitede yönetim aracılığıyla yürütülen ırkçı örgütlenmeye dikkat çektiler.
28 Mart günü ise yaşanan öğrenci olaylarından rahatsızlık duyan ve bu rahatsızlığını yazılı bir açıklamayla dile getiren Öğrenci Temsilciler Konseyi’nin (ÖTK) başını çektiği başka bir grup öğrenci ellerinde Türk bayrakları ve Hacettepe Üniversitesi flamalarıyla sessiz bir yürüyüş düzenleyip İstiklal Marşını okuyarak yürüyüşlerini tamamladılar. Burada dikkat çekici olan ise, ÖTK öncülüğünde gerçekleştirilen bu sessiz yürüyüşün gerek bütün üniversite personeline elektronik posta ile iletilen “Genel Duyurular” gerekse üniversitenin resmi ağ sayfası aracılığıyla üniversite içine ve kamuoyuna üniversite üst yönetimi tarafından duyurulmasıydı.
Haftanın sonuna 18 Mart ve bunun dışında kalan farklı olaylarla ilgili olarak okul yönetiminin öğrencilere bir veya birden çok soruşturma açtığının ve emniyet görevlilerinin solcu öğrencilerin evlerini arayarak ailelerine çocuklarının terör eylemlerine katıldığını bildiren mesajların verilmeye başlandığı bilgisinin alınmasıyla gelindi. Bundan sonraki gelişmelerin ne yönde olacağı bilinmemekle birlikte soğukkanlı ve itidal telkin eden tutumlardan uzak durulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kaygı verici diğer bir unsur da son olaylarda yaşandığı haliyle konunun taraflarının kendilerini tamamen haklı görüp diğerlerini acımasızca eleştirip suçlamalarıdır. Milliyetçi grup üniversitede nefret söylemine varan ve dışarıdan destekli şiddet içeren kimi etkinliklerle yerleşiklik kazanma çabasına girerken, bu sorun karşısında mevcut konumunu yitirme ve marjinalleşme endişesi yaşayan sol eğilimli öğrencilerin panik halde ve kabul edilmesi güç yöntemlerle yürüttükleri mücadele, ne yazık ki üniversite yönetiminin sağduyudan yoksun ve şiddeti daha da tırmandıran politikasına meşruiyet kazandırmaktan başka bir işe yaramadı.
Son yaşanan olaylarda üniversite yönetimi bir grubu sindirmeye çalışırken diğer grubu teşvik edici politikalar uygulamaktan çekinmedi. Üstelik bu kez devreye güvenlik güçleri, TOMA’lar, tazyikli sular, biber gazı bombaları ve orantısız şiddet görüntüleri girdi. Bu görüntülerin bilim, sanat, üniversite gibi kavramlarla birlikte konuşulması üzücüdür. Öğrencisi, idari personeli, yöneticisi ve akademik personeliyle tüm üniversite bileşenlerinin üniversitelerde yaşanan gerginliklerin demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi konusunda sağduyulu bir tutumdan asla vazgeçmemesi gerekir. Hacettepe Üniversitesi bunu gerçekleştirebilecek gelişkinliğe ve özgüvene sahiptir. (HM/HK)
* Hakan Mıhçı, Hacettepe Üniversitesi, İktisat Bölümü öğretim üyesi