Gazetecilik başta olmak üzere tüm kitle iletişim araçları etik açısından en dikkatli davranılması gereken alanlardır. Ancak ülkemizde kitle iletişim araçlarında ‘iletişim etiği’ konusu görmezden geliniyor ya da bilinmiyor.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde yer alan Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri arasında bulunan iki madde konumuzla ilgili;
1. Halkın gerçekleri ve doğruları bilme hakkı adına, gazeteci kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.
8. Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin verilmedikçe özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal edemez.
Etiğin asıl amacı, “insanın iyi temellendirilmiş ahlaki kararları kendi başına vermek durumunda olduğunu ve başka hiç kimseye – ne her hangi bir otoriteye ne de sözde daha yetkin kişilere (anne-baba, öğretmen, din adamı vb.) – teslim olmaması gerektiğini gösterebilmektir.” (1) Bu anlamda etik gereği gerçekleri ve gizlenenleri ortaya çıkarmak ve bundan taviz vermemek iletişimcinin görevi olmalıdır. Bununla birlikte Pieper’ın belirttiği gibi etiğin “ahlaki eylemin, insanın isterse gerçekleştirebileceği, istemezse vazgeçebileceği keyfi bir eylem olmadığını; aksine, insan olarak varlığına ilişkin vazgeçilmez bir niteliğin ifadesi olduğunu gösterebilme, yani insanı sevmeyi öğretebilme” (2) olduğundan hareketle iletişimci kendisini konumlandırmalıdır.
İletişim etiği tüm iletişimcilere gerektiğinde tüm baskı ve zorluklara rağmen doğru olandan yana olması gerektiğini ve görevinin topluma bilgi verirken ‘etik’ ilkelerden vazgeçmemesini söyler.
Ancak gazetelerde ve televizyonlarda yazılanlar ve yapılan yayınlar bu ilkeler açısından değerlendirilirse gazetecilik – televizyonculuk anlamında ‘etik’ fazla dikkate alınmıyor.
Yakın çağın önemli düşünürlerinden Habermas, "Konuşabilen ve eylemde bulunabilen her bir özne, istediği iletişim ortamına girebilmelidir" der. Habermas'a göre modernizmin amacına ulaşabilmesi için ideal bir etik anlayışa ihtiyaç var. Modern toplumlarda da birey, iç ve dış baskılara maruz kalmadan kendi önermelerini -neyle ilgili olursa olsun- sunabilmeli. Bu, ideal iletişim ortamı demektir.
“Habermas, oldukça kapsamlı bir iletişimsel eylem kuramı geliştirmiştir. Habermas iletişimi toplumsal olarak eşgüdümlenmiş toplumsal etkinlikler bütünü olarak görür ve bu etkinlikler aracılığıyla insanoğlunun kendisini ussal bir varlık olarak gerçekleştirdiğini savunur. Ussallık, tartışma aracılığıyla uzlaşabilme yeteneğidir. Tartışmada kullanılan uslamlamalar gerçeklik savları içerir ve Habermas'ın evrensel edimbilimi dört temel gerçeklik savı ortaya koyar: iletişim sürecine katılan bir kişi,
(1) savını anlaşılır bir şekilde ifade eder,
(2) karşısındaki kişiye anlaşılabilecek bir şey aktarır;
(3) böylece kendini anlaşılır kılar ve
(4) başka bir kişi ile ortak bir anlayışa ulaşır.” (3)
Habermas’ın iletişimsel eylem diye adlandırdığı toplumsal karşılaşmalarımız ve karşılıklı konuşmalarımız aslında hep belli iddialar taşır, bu nedenle kaçınılmaz olarak ahlaki normlar içerir. Karşımızdakine temel meseleler hakkındaki görüşlerimizi kabul ettirmeye çalışırken, özellikle bir tartışma içindeyken aslında savunduğumuz normların bütün insanlar için geçerli olduğunu, yalnızca karşımızdakinin değil herkesin bizim gibi düşünmesi gerektiğini varsayarız. Habermas işte buradan hareketle iletişimsel eylemi, söylem yoluyla evrensel normlara ulaşabilecek bir akılcılık olarak tanımlar.
Evrensel normları geliştirme koşullarını iletişim etiğinde aramak bakın bizi hangi ilkelere götürüyor:
“Tarafsız değerlendirme ve yargılama koşulları aramaya yönelik bir evrensellik ilkesi, bir söylem içinde yer alan herkesin çıkarlarını gözetecek bir karşılıklı tatmine dayanır.
Ancak yaşanan bir iletişim ortamındaki tüm katılımcıların onayını alan ahlâki kurallar geçerli olacaktır. Bu normlardan etkilenen herkesin katılımını ve onayını alan kurallar evrensel bir geçerliliğe sahip olabilir.” (4)
Habermas’a göre ideal iletişim ortamında herkes kendi duygu, düşünce, tutum, beklentilerini rahatça ifade edebilmeli ve bunları yaparken içsel ya da dışsal bir engelle, baskıyla karşılaşmamalıdır. Ayrıca her birey toplumun kurallarını, söylemlerini sorgulayabilmeli, yeni öneriler getirebilmelidir. Bu toplumsal yapı içerisinde bir özne olduğunun ve öznel bir bilince sahip olduğunun farkında olmalıdır. Ancak toplumsal olarak ‘empati’ kurmaya yatkın olmayışımız ve yeni düşüncelere açık olmayışımız Habermas’ın ideal iletişim ortamını yaratmamızdaki en büyük engellerdendir.
Türkiye toplumu her türlü duygu ve düşünceye açık değil ve onun bazı düşünceleri kabul etmesi için medya ve eğitimde buna yönelik çalışmalar yapılması gerekiyor.
Türkiye’de ideal bir iletişim ortamından ve bunun etiğinden söz etmek bu koşullarda imkânsızdır. Aslında bunu dünya çapında da görmemiz pek mümkün değil. Kapitalist bir toplumda insan ilişkilerinin çıkar çerçevesinde gelişmesi ve bireyselleşme ‘ideal iletişim ortamı’nın yaratılabileceği koşulları yok ediyor.
“Habermas; ‘Kapitalizm, kâr güdüsüyle tüm yaşam pratiklerini sömürgeleştirir, bağımsız eleştiri ve değerlendirme olanağını yok ederek, özgürleştirici siyasetin başlangıçtaki gereklerini baskı altında tutar ve sürekli bu duruma göre mevzilenmiştir’ der. Habermas bu açıklamasıyla, çaba gösterilerek yerine getirilebilecek bir koşulu öne sürmüş, bir olanağa işaret etmiştir. Bu yanıyla da; devrimin ön koşulu olan bilinçlenmenin, koşullar tarafından yok edildiğini iddia edenlerden daha iyimser bir görüş geliştirmiş oldu. Fakat sistem eleştirisinin yaygınlaşmasında, sınıf hareketinin gelişiminde Habermas’ın “iletişim etiği” temelli yaklaşımlarının pratik ve teorik devindirici bir işlev gördüğünü söylemek abartılı olur. Aslında Habermas, “ideal konuşma durumu” diye adlandırdığı yaklaşımı, kapitalist kültüre meydan okumada stratejik bir ön koşul olarak ileri sürmüştür ama bu kavramın tanımladığı somut bir hedef yoktur ve tanımın kendisi de kapitalist kültürün gölgesinden kurtulmuş değildir.” (5)
Habermas, “Protestan etiği, toplumsal çalışma alanında amaçsal-rasyonel eylemin güdülenimsel temelinin oluşması için gerekli koşulları yerine getirmektedir. Amaçsal-rasyonel eylem yöneliminin bu değersel-rasyonel sağlamlaştırılmasıyla, elbette yalnızca kapitalist toplumun başlangıç koşullarını yerine getirmektedir; kapitalizmin kendi kararlılaşmasının koşullarını güvenceleyemeden yola çıkmaktadır” (6) derken meslek etiğinin doğuşunun kapitalist sistemle olduğunu da ortaya koyar. Etik zamanla toplumsal alanın dışında çeşitli meslek alanlarında kullanılmaya başlamış ve bu alanların her biri kendi etik kurallarını belirlemişlerdir.
Türkiye iletişim ortamı bağlamında oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir.
Muktedirlerden yana olan iletişimciler her yerde seslerini istedikleri gibi duyurabilirken, alternatif medya görmezden gelinmekte ve baskı altında tutulmaktadır. Toplum anaakım ve iktidar yanlısı medyanın verdiği haberleri ve yaptığı yorumları gerçek olarak algılamaktadır. Buradan hareketle Türkiye’nin iletişim etiği anlamında karnesinin zayıf notlarla dolu olduğunu söylenebilir.
Geçmişten günümüze Türkiye iletişim etiği konusunda ileriye adımlar atmamıştır. Günümüzde medyanın iktidar karşısındaki tutumu ve iktidarın medyaya uyguladığı baskı, etiğin ortadan kalktığı bir iletişim ortamı yaratmıştır. İktidar yanlısı yayın yapan medya organları hiçbir etik değeri önemsememekte, diğer medya organları ise iktidarın baskısı yüzünden etik değerlere göre değil patronajın diğer şirketlerinin finansal çıkarlarına göre hareket etmektedir. Bu anlamda alternatif medya ve bazı gazeteciler iletişim etiğini ciddiye alan yayınlar yapmaya çalışmaktadır. Ancak genel görünüm açısından Türkiye’de iletişim etiği konusu üzerinde daha çok durulması gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Diğer taraftan ‘toplum’ lehine bir iletişim ortamı kurulamadıkça ve toplumun gerçekleri öğrenme hakkının sınırlanmadığı bir anlayış içselleştirilemedikçe ‘iletişim etiği’ kavramından söz etmek mümkün olmayacaktır. (SÇ/HK)
* Dr. Savaş Çoban, İletişimci -Bağımsız Araştırmacı
1. Pieper, Annemarie (1999) Etiğe Giriş, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, s.21
2. Pieper, 1999, s.18
3. “Edimbılim” başlığı altında; Felsefe Sözlüğü (2002). Güçlü, A.Baki. Uzun E. & Yolsal H.(hazırlayanlar), Bilim ve Sanat Yayınları
4. Türkoğlu, Nurçay (2000) “Akıl, Demokrasi ve Etik”, Barometre Gazetesi, http://www.jurnal.net/arsive/arsivnurcay.html
5. Şahin, Emine (2005) “Postyapısalcı Düşüncede İktidar, Direniş ve Entelektüelin Rolü” Güney Dergisi, Sayı 28, http://guneydergisi.com/sayilar/28felsefe_postyapisalci.htm
6. Habermas, Jürgen (2001) İletişimsel Eylem Kuramı, İstanbul, Kabalcı Yayınları, s.250