Medya ve özelde de gazeteciliğe/haberciliğe liberal demokrasilerin işleyişin için atfedilen hayati rol bir süredir tartışılmakta. Medyada yaşanan tekelleşme, doğru düşünceye, düşüncelerin serbest pazarında ulaşılabileceğini savunan liberal görüşü sorunlu hale getirdi. Çünkü düşünceler serbest bir pazarda dolaşma imkanını çoktan yitirdi, haber ve bilgi tekelleri oluştu.
Bu yazıda medyanın geldiği bu noktada haberciliğin yeniden demokrasiyi besleyen temel alanlardan birisi haline gelebilmesi için ortaya konan farklı yaklaşımlar ele alınıyor. Liberal yaklaşımın tam karşısında konumlanan eleştirel perspektif içinde dile getirilen barış gazeteciliği ve hak haberciliği kavramları açıklanmaya çalışılıyor.
Liberal demokrasi ve haberciliğin sorgulanması
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1990’lı yıllar, kimi çevrelerce kapitalizmin mutlak zaferinin ilan edildiği yıllar olduğu kadar, liberal demokrasinin mevcut süreçlerinin de sorgulandığı yıllar oldu. Bir yandan liberal ekonomiye geçiş yapmaya çalışan Bağımsız Devletler ve Doğu Avrupa ülkeleri batıyı kendilerine model alırken, bir yandan da aslında bu modelin demokrasiyi ne kadar sağladığı da tartışılıyordu.
Bu sorgulama süreci, liberal demokrasinin vazgeçilmez bir parçası olarak değerlendirilen gazetecilik ve daha genel anlamda medyanın rol ve işlevlerinin de sorgulanması sonucunu doğurdu. Habercilik, hem medyanın ekonomik yapısı, hem de habercilik pratikleri açısından yeniden masaya yatırıldı.
Liberal görüşün savunduğu gibi, doğru düşünceye düşüncelerin serbest pazarı içinde ulaşabilmek mümkün müydü? Yoksa gittikçe yoğunlaşan tekelci sistem içinde düşüncelerin serbestçe dolaşımı zaten mümkün değil miydi? Ekonomi-politik yaklaşımlar bu sorular ışığında medyanın ekonomik yapısının, haberciliğe yansımalarını tartışmaktaydı. Liberal yaklaşıma göre kitle iletişim araçlarının özel mülkiyet elinde bulunması ve siyasal iktidar tarafından bu araçların doğrudan baskı altında tutulmaması, iletişim özgürlüğünün temel ve yeter şartlarıdır. Ancak zamanla medyada yaşanan tekelleşme, düşüncelerin pazarda serbestçe dolaşımı ilkesini geçersiz kılar, haber ve bilgi tekelleri oluşmasına neden olur. Böylece liberal yaklaşımın gazeteciliğe yüklediği işlevler de tartışmalı hale gelir.
Haberciliğin içine düştüğü bu durum, liberal yaklaşıma hem içeriden, hem de dışarıdan eleştirileri beraberinde getirir. Yine liberal yaklaşım içinde kalınarak üretilen düzeltme çabaları, Avrupa’da “kamu hizmeti”, ABD’de ise “toplumsal sorumluluk kuramı” adı altında karşımıza çıkmaktadır. Bu düşünceye göre haberciler her şeyden önce bir kamu hizmeti yapmaktadırlar ve kamunun çıkarlarını ön planda tutarlar (Uzun, 2006: 636). Bu hizmetin iyi bir biçimde yerine getirilebilmesi için de habercilerin, bazı profesyonellik ilkelerine bağlı kalmaları gerekir.
Başka bir ifadeyle, pazarın koşulları, düşüncelerin serbestçe dolaşımını kısıtlayıcı bir işlev görse de gazetecinin/habercinin profesyonel bir sorumluluk içinde olması bu kısıtlamayı ortadan kaldırmanın bir aracı olabilir. ‘Profesyonel sorumluluk’ ideolojisi, aslında liberal yaklaşıma bir eleştiri getirmekten çok, piyasanın işleyişini eleştirmektedir. Önerdiği çözüm ise Curran’ın da işaret ettiği gibi yapısal bir reform yapmadan, medyanın demokratik rolünün onarılmasına yöneliktir. “Haberin aktarılmasında sansasyona ve önemsizleştirmeye dönük pazar baskılarının, bilgilendirmeye bağlılıkla ortadan kaldırılabileceği düşünülür” (1997:169).
Haberciliğin temel vurgusu özgürlüklerden, habercilerin sorumluluğuna kaymıştır. Habercilikte standart değerler belirlenmesi, haber değeri kriterlerinden haber yazımına, haberin sunumuna kadar her alanda belirli kriterler saptanmış olması, haberciliği kamuya ya da topluma karşı sorumlu kılmanın yoludur. Profesyonel sorumluluk modeli, elde edilen bilgileri doğrulamada, farklı kaynaklara yer vermede ve muhalif yorumlamaları aktarmada belli kuralların benimsenmesini önerir. Medyada etik üzerine yapılan çalışmaların büyük bölümü de haberciliği belli standartlara bağla çabasının ürünleridir. Ancak bu çabalar, medyanın ekonomi-politik yapısını, medya-iktidar/ideoloji ilişkisini tartışma dışı bıraktıkları için buz dağının görünen kısmını düzeltmeye çalışmaktan öte sonuçlar doğurmamaktadır.
Liberal yaklaşıma dışarıdan gelen eleştiriler ise, yaklaşımın basın özgürlüğünün temel kriteri olarak gördüğü kitle iletişim araçlarının özel mülkiyet elinde bulunması düşüncesinden başlayarak, profesyonellik ideolojisini de sorgularlar. Kitle iletişim araçlarının kar amacı güden özel şirketlerin elinde olması, medyanın özgürlüğünü sağlamaktan çok, onu piyasanın baskısı altına sokmuştur. Tiraj/rating kaygısı, reklam verenlerin baskısı, siyasal iktidarla olan ilişkiler basın özgürlüğünün önündeki temel engeller olarak durmaktadır. ‘Profesyonel sorumluluk’ ideolojisi ise bütün bu yapının sorumluluğunu habercilerin üzerine yüklemekte, haberde yanlılık/taraflılığı habercinin kasıtlı manipülasyon çabasına indirgemektedir. Oysa ki haberciler ‘doğru’ ve ‘dürüst’ habercilik yapmayı ilke edinse bile medyanın yapısı ve hatta profesyonellik ilkelerinin kendisi bir yanlılığa neden olmaktadır. Liberal görüşe dayanan etik çalışmalarının büyük bölümünde olduğu gibi, ‘iyi’, ‘doğru’ haberin kriterlerini, kurallarını belirlemeye çalışmak, öncelikle şu düşünceleri ön kabul olarak almak demektir;
- “İyi”, “doğru”, “gerçek” haber diye mutlak kavramların olabileceği,
- Yine bu kavramlara karşılık gelecek haber üretiminin de mümkün olabileceği,
- Basın Ahlak İlkeleri’nin, “doğru”, “dürüst” bir gazeteciliğin yegane sağlayıcısı oldukları…
Eleştirel yaklaşım, haberin ‘gerçek’in kendisi olduğu düşüncesini reddeder. Haber, gerçeğin yeniden inşasıdır. Dolayısıyla ‘gerçeği’ olduğu gibi yansıtan bir haber biçiminden söz edilemez. Ayrıca habercinin tarafsız olabileceği düşüncesini de reddeder. Habercinin de bir ideolojisi vardır ve haber, her şey önce dili kullandığı için önce toplumdaki baskın ideolojiden, sonra da habercinin ideolojisinden bağımsız olamaz. Habercilikte standart kurallar, haberi ‘doğru’ ve ‘tarafsız’ kılmaz. Aksine bu kurallar, değerler ya da kriterler, haberdeki yanlılığı gizlemenin araçlarına dönüşmüştür.
Her gün meydana gelen yüzlerce olaydan hangilerinin haber olarak seçileceğini belirleyen haber değeri kriterleri, hangi konuda kimin görüşüne başvurulacağını belirleyen ‘akredite haber kaynağı’ tanımı, haberlerin manşette ya da iç sayfalarda değerlendirilmesini sağlayan ‘öncelik sıralaması’ ya da hiyerarşisi, tekelci piyasa koşulları içinde işleyen bir medya ortamında biçimlenmiştir. Bu kriterlerin bir sonucu olarak haber metinleri, ekonomik ve siyasal iktidarı ve egemen söylemi yeniden üreten metinlerdir. Haberler, söylem seçkinlerinin görüşlerine başvurularak oluşturulur ve onların iktidarı yeniden kurulur.
Ekonomik ve siyasal güce sahip olmayan (kadınlar, çocuklar, yoksullar, işçiler, engelliler ya da muhalifler) medyada ancak olumsuz biçimde haber olurlar. Yoksullukları nedeniyle muhtaç duruma düştüklerinde, cinayete kurban gittikleri ya da istismar edildiklerinde haber bültenleri ya da gazete sayfalarında görünürler. Bu durumlar dışında görüşlerine çok az başvurulur. Hatta kurban olduklarında bile yaşadıkları mağduriyeti kendi dillerinden anlatmak imkanına sahip olamazlar. İşte bu nedenle haberin kendisinin –kasıtlı bir manipülasyon çabası olmasa da – yalnızca belli kesimlerin sesine kulak veren, yanlı ve dolayısıyla hak ihlalleri içeren metinler oldukları kabul edilmektedir.
Eleştirel yaklaşımın medyanın iktidar/ideolojiyle olan ilişkisi ve haber metinlerinin yapısal olarak yanlılık taşıyan metinler olduğuna ilişkin görüşleri, ideolojiyle ilgili çalışmaların da yoğunlaşmasıyla büyük ölçüde kabul görmüştür. Şimdi üzerinde durulan şey, haberde yapısal yanlılığa neden olan profesyonel haber pratiklerinin dönüştürülmesi çabasıdır. ‘Alternatif habercilik’, ‘hak haberciliği’, ‘barış gazeteciliği’ gibi isimler altında habercilikte yeni arayışlara tanık olunmaktadır.
Hak haberciliği
"Hak haberciliği" kavramına Bağımsız İletişim Ağı'nın (BİA) isim babalığı/anneliği yaptığı söylenebilir (1). Hak haberciliği kavramı öncelikle, medya metinlerinin ve özelde de haber metinlerinin hak ihlalleriyle dolu olduğu düşüncesinden yola çıkmaktadır. Haberciler, kendilerine öğretilen egemen haber üretme ‘stratejileri’ne bağlı kalarak haber yaptıklarında, -bu yapının kendisinden kaynaklı olarak- hak ihlallerine neden olurlar. Haber etiğine ilişkin kurallar da bu hak ihlallerini engellemek için yeterli değildir. Çünkü bu durum haberin, etik olup olmamasından daha farklı bir şeydir. Haber metinleri etik kuralları ihlal etmediği durumlarda da hak ihlallerine neden olabilmektedirler.
Örneğin son birkaç yıldır Batman’da yaşanan kadın ölümlerini, dokuz genç kızın intihar karşıtı eylemine kadar gündeme taşımamak bir hak ihlalidir. Haber değeri kriterleri açısından Batman’da yaşananlar, ölü sayısı ciddi rakamlara ulaşana kadar haber değeri taşımamıştır (2). Haberde kullanılan dil, farklılıkları ötekileştiren, ayrımcı bir dildir. Kadınlarla ilgili haberlerde bu ayrımcılığı açık biçimde görmek mümkündür. Haberlerde, kadınlar eğer fail konumundaysalar, metin içinde cinsiyetlerine yönelik bir vurgu neredeyse her zaman mevcuttur. “Kadın bakanın şaşırtan açıklaması”, “kadın bakan bir kadını kurtardı”, “kadın şoför alkollü çıktı”, “kızlar sokak ortasında kavga etti”… gibi örnekler medyada karşımıza çıkan haber başlıklarından bir kaçı.
Habercilikte standartlaşmış kurallar, haber dilini de belirler. Örneğin, siyasal iktidarın açıklamaları “belirtti”, “bildirdi”, “açıkladı” gibi kesinlik bildiren ifadelerle verilirken, sendikalar, işçi temsilcileri gibi sivil toplum örgütleri ve muhalif grupların açıklamaları iddia düzeyinde kalır. Bu sunuş biçimi, mevcut iktidarı meşrulaştırır, ona olan güveni tazeler. İktidar/güce sahip olmayanların düşünceleri, yapıp ettikleri ise en başından ikincil konuma itilir.
Peki hak haberciliği dediğimiz şey nedir? Hak haberciliği, haberdeki hak ihlallerini, ötekileştirmeyi, yok saymayı ortadan kaldırmak için belirli ilkeler, kurallar belirlemekten öte, habercilerin habere ve hak ihlaline bakışını değiştirecek girişimlere ihtiyaç duyulduğunun altını çizmektedir. Habercilik, yalnızca olay yerinde/anında olup biteni ‘doğru’ biçimde yansıtmanın ötesinde bir sorumluluk gerektirmekte, insan hak ve özgürlüklerine duyarlı bir bakış ve dilin yerleştirilmesi gerekmektedir. Hak haberciliği, medyanın tarafsız olamayacağı düşüncesini daha da ileriye taşıyarak, idealize edilen biçimiyle bir tarafsızlık söz konusu olsa bile, böyle bir tarafsızlığı hedeflememektedir. Medya, tarafsızlık bir yana, medyada sesini duyuramayanların, görünür olamayanların sesini duyurmak yönünde taraflı olmalıdır. Başka bir ifadeyle medyada pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Benzer biçimde barış gazeteciliği de yalnızca habercilerin değil, tüm medya çalışanlarının, savaşta tarafsız olmasını değil, barıştan yana tavır alması gereğini savunur.
Hak haberciliği kavramı iki şeye işaret etmektedir. Birincisi, insan hakları ihlallerinin medya tarafından izlenmesi, haber yapılması, böylelikle korunup iyileştirilmelerine, demokratikleşmeye katkıda bulunulmasıdır. Başka bir ifadeyle medyanın insan hakları ihlalleri konusunda, bu alanda çalışan örgütlerle birlikte hareket ederek, ihlallerin önlenmesi için çalışması arzulanır. Yukarıda verilen Batman’da yaşanan kadın ölümleri örneğinde oldu gibi medyanın Batman’da yaşananları, ölü sayısının büyüklüğüne bakmaksızın takip etmesi, arkasında yatan nedenleri araştırması gerektiğini savunur. İkincisi ise ilkini bir adım daha ileriye götürerek, medyanın hem hak ihlallerinin takipçisi olması, hem de bizzat medya tarafından yapılan hak ihlallerinin de ortadan kalkması gibi bir düşünceyi ifade eder. İşte bizzat medya tarafından yapılan hak ihlallerini önlemin yolu da egemen haber pratiklerini, standart kuralları sorgulamak ve dönüştürmekten geçmektedir.
BİA ve kadın örgütleri işe medyada kadınlara yönelik olarak kullanılan ayrımcı ifadeleri ortadan kaldırmaya çalışmakla başladılar. Kadının medyada görünür olması, kendini bir iktidarın dolayımına ihtiyaç olmaksızın ifade edebilmesinin yollarını aradılar. Bunun için kadınların kendi yayın organlarına sahip olmaları, kendi haberlerini kendilerinin yapması gibi yollar denendi. Ancak bu girişimler şunu gösterdi ki anaakım medyada bir değişiklik yaratılmadığı sürece, bu tür girişimlerin istenen hedefe ulaşabilmesi çok zor. Şimdi farklı bir habercilik anlayışının daha geniş kitlelere anlatılması ve bu habercilik örneklerinin çoğaltılması gerekmekte. Bunun için iletişim fakültelerinden başlayarak, medya çalışanlarına insan haklarına duyarlı bir habercilik anlayışı için eğitimler verilmesi başvurulabilecek yollardan biri.
Nitekim BİA hem çeşitli seminerlerle, hem yayımladığı kitaplarla hak haberciliğini anlatmaya çalışmakta. Ancak, insan haklarına duyarlı bir haberciliğin yalnızca habercilerin eğitilmesi yoluyla sağlanabileceğini düşünmek, bizi liberal yaklaşım içinde anlattığımız ‘profesyonel sorumluluk modeli’ ile aynı noktaya getirmektedir. Daha açık bir ifadeyle, habercilerin insan haklarına duyarlı bir bakış geliştirmesi gereğine vurgu yaparak, sorumluluğu habercilerin omuzlarına yüklemektedir. Barış gazeteciliği, hak haberciliği gibi arayışlar, medyanın yarattığı hegemonyaya direnme, bir karşı hegemonya yaratabilme umudu olarak oldukça önemli çabalardır. Ancak medyanın ekonomik yapısını göz ardı ederek, habercilikte bir değişim yaratabilmek oldukça zordur. Habercilikte yeni arayışların, liberal yaklaşım içinde geliştirilen reform çabalarına yöneltilen eleştirilerden uzak kalabilmesi için ekonomi-politik yaklaşımla desteklenmeye ihtiyacı vardır.(EBA/EÜ)
* Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Emel Baştürk Akça'nın makalesi Siyasal İletişim Enstitüsü (TASAM) internet sitesinde yayınladı.
Notlar:
(1) Bağımsız İletişim Ağı’nın hak haberciliği konusunda yaptığı çalışmalar, girişimin www.bianet.org adresinden izlenebilir.
(2) Batman’da yaşananlarla ilgili olarak Sabah gazetesi’nin haberine bakılabilir
KAYNAKÇA
Curran, James (1997). “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Medya Kültür Siyaset içinde, Süleyman İrvan (der.), Ankara: Ark Yayınevi.
Uzun, Ruhdan (2006). “Gazetecilikte Yeni Bir Yönelim: Yurttaş Gazeteciliği”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S: 16, ss: 633-656