Geçen hafta yaşamımın keyifli anlarını çoğalttım. Malum kanın, yoksunlukların, hayat stresinin her anımızı bir ağ gibi kuşattığı koşullarda küçük keyifleri hatta kendimizi unutuyoruz. Aynı yerlerde sürüp giden bir döngüden ibaret oluyor hayat. Bu döngüyü kıran teklifi aldığımda oldukça mutlu oldum. Çünkü hayatın döngüsünden sıkılan ama bir yere gitme fırsatı doğduğunda da üşenip mıy mıy nazlanıp gitmek istemem.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin “Engelliler İçin Yeni Bir Yaşam Mümkün” şiarı ile gerçekleştirdiği çalıştaya davet edildiğimde hayatımın en hızlı yanıtını vermiş olabilirim. Sanki başka bir seçenek yokmuş gibi “evet” döküldü dilimden. Niye dökülmesindi? Binlerce yılın kültürüne ev sahipliği yapmış ve yıllarca merak ettiğim kadim kente ayak basma fırsatım olacaktı. Adını türkülerden, kitaplardan duymuştum. Amed demişler adına, Digranakert demişler. Kentin ismi değil kültürü de çeşitliymiş. Yine de çok bildiğimden değil. Kitapların sayfa kokusundan, klamların yanık sesinden, Ahmed Arif’ten, en çok da ondan biliyordum. ”Seni Diyarbekir gibi düşünüyorum”, bu kadar bilgiyle oluşan merak. Hem gerçekten bilsem niye merak edeyim öyle mi? Katılımcıların listesini gördüğümde de bana kalan sadece yolculuk gününü iple çekmek oldu.
Kısa bir yolculuğun ardından, aslında aynı uçakta seyahat ettiğimiz çalıştay katılımcılarıyla tanışıp hemen kaynaştık. Çalıştay anı geldiğinde katılımcıların çoğunun uğradığı şaşkınlığı tahmin edebiliyorum. Belediyelerin etkinliklerine katılanlar iyi bilir, belediye yönetimi ile katılımcılar arasında keskin bir çizgi vardır. Sanki sınıflı toplumun iskeletini karşına koymuşlar gibi hissedersin. Belediye başkanları nutuk çekip gider. Genelde bu işi de başkasına yaptırırlar çoğu zaman. Bu çalıştay o açıdan çok farklıydı. Eşbaşkanlar her konuşmayı dinledi ve not aldı. Öyle ki Abdullah Zeydan salondaki çoğu kişinin konuşmasındaki çarpıcı bölümleri not almış, tek tek cevapladı. Önemli olan, yetkililerin muhatapları çözüm odaklı dinlemesi. Bir başka dikkatimi çeken nokta en sert eleştirilerin bile makul bir yanıtla karşılanması oldu.
Çalıştay, divan adına Hatice Betül Çelebi’nin konuşması ile başladı. Çelebi, sorunların kökeninde normalin ve sağlamcılık ideolojisinin olduğunu beş dakika içerisinde detaylıca anlatıp sunumumun yarısını çalmış oldu. Olsundu. Bende söz bitmezdi sonuçta. İlk konuşmacı da ben olduğum için sözümü başka kimse çalamadan mikrofonu ele geçirdim. Burada da konuşmama birkaç cümlecik torpil geçeyim. Erişilebilirliğin bir ayrıcalık değil hak olduğunu, yaratılan normalden türeyen sağlamcılığın en temel haklarımızı özel gereksinim kalıbına sıkıştırdığını, o nedenle haklarımızın bir lütuf gibi görüldüğünü, sorunun kökeninin “normal” olduğunu belirttim. Sonrasında kesişimsel noktalara değindim ve meramımı yerel yönetimlerdeki pratik sorunlar ile anlatmaya çalıştım. Benden sonra kıymetli arkadaşım Devrim Nesin ve akademisyen Fırat Keser hocanın çok verimli bir sunumu oldu. Adana ve İstanbul barolarından gelen Özlem ve Hüseyin arkadaşın ufuk açıcı sunumları oldu. İlk günün tümünü buraya aktarmak için hafızam yeterli değil. Zira yanlış hatırlamıyorsam 52 kişi konuştu. 10.30’da başlayan çalıştay 19.00 gibi sona erdi.
İlk günden yaptığım çıkarım şöyle; yapılan her şeyin, atılan her adımın ideolojik bir altyapısı var. Ben olsam kendi kurduğum cümleye sazan gibi atlayıp “herkesin attığı adımın ideolojik bir dayanağı var” derdim ama bu öyle bir şey değil. Bunu özgün kılan, anti sağlamcı bir ideolojik hat çizmesi ve onu pratiğe dökmesi. Her belediyede engelli birimi var. Engelliler için kendi çaplarında bir şeyler yapıyorlar ama bu farklı. Konunun can alıcı noktası da burası. Oluşturulan Engelli Daire Başkanlığı ve onun kapsamında hazırlanan çalışma programı eşitlikçi bir bakış açısıyla tasarlanmış. “Yeni Yaşam”ı bir slogan olmaktan çıkarıp pratiğe dökme açısından önemli bir adım.
İkinci gün ise yönetmelik tanıtımı, önerilerin alınması ve tutum belgesinin açıklanması ile devam etti. Engellilik manifestosunun ete kemiğe büründürülmeye çalışılmasının bir sonucu olarak böyle bir çalışma yapıldığının altı çizildi. Çalıştayda dikkatimi çeken noktalar bir kere biraz daha umutluyuz. Artık özneleri dinleyen ve sağlamcılığı yenmek için adım atma kararlılığında olan yerel yönetimler var. “Bize rağmen bizim için” anlayışının yıkılmasında büyük bir dönemeç. Özellikle bölgedeki engelli örgütlerinin hak temelli bakış açısına daha uzak ve kanıksanmış sağlamcılığa sahip oldukları dikkatimi çekti. Aynı zamanda sakatlık mücadelesi ve sağlamcılığa bakış açısı noktasında kuşak farklılıklarının büyük problem teşkil ettiği dikkatimi çekti. Erişilebilirliğe büyük oranda dikkat edilmişti ama daha erişilebilir hale getirilebilirdi mekan. Bölgedeki günlük yaşam alanlarındaki erişilebilirlik problemlerine dair aktarım yapılmaması büyük bir eksiklikti. Zira ben her gittiğim kentin erişilebilirlik koşullarını merak ederim. Her ne olursa olsun ileriye doğru atılan bir ilk adımdı ve devamı gelirse çok güzel.
Kente o kadar geldim gezmeden gitmek olmazdı. Gezme olayında Solfasol TV’den Mehmet Onur Yılmaz’ı sürekli darlayarak benimle takılmak zorunda bıraktım. Sülüklü Han’a gittiğimizde sanırım zihnimdeki tarihi yapı tahayyülünden kaynaklı, kokuyu direkt tanıdım. Yabancılamadım desem daha doğru sanırım. Tahir Elçi’nin vurulduğu yer olan Dört Ayaklı Minare'ye gittim. Kentin yaraları kendini gösteriyordu. Tahir Elçi olayı beni çok etkilediği için içim ezildi. Yavaş yavaş kent ile vedalaşma zamanı geliyordu. Sanırım ayağımızı sürümüşüz ki uçağın kapı menteşesinin kırılması nedeniyle dört saat geç terk ettik kenti. Bu iki gün boyunca birçok dost ile keyifli vakit geçirdik. Ali Dinç ve Evrim Deniz’i özellikle belirteyim ki yazılarım sansürlenmesin. Umarım sağlamcılığa ve her tür ayrımcılığa karşı adımlarımızın birleştiği yerler çoğalır. Umarım tüm kentlerin insan odaklı olduğu günlere ömrümüz yeter. Nazım’ın dediği gibi “biraz daha umutluyuz” demek için bir nedenimiz daha oldu. Yarın neye gebe birlikte göreceğiz.
(BS/RT)