Foto: AA
Güneyden esen kuvvetli rüzgarın etkisiyle Suriye'den kalkan toz bulutu Şırnak, Cizre, Silopi, İdil, Mardin ve ilçeleri ile Siirt'te etkili oldu…”
Bu satırları Mart 2009 tarihli bir haberden aldım. Bundan sonra iki yıl sonra 2011 Mart’ında Suriye’de başlayan iç savaştan sonra Türkiye’ye ulaşan sadece rüzgarın tozu değildi. Bombalarla yerle bir edilen kentlerden, yıkık binaların arasından kaçan insanların ölüm korkusu, gelecek kaygısı, çocukların belirsiz geleceğiydi Türkiye’nin sınırından giren.
Suriye'nin Tozu..
Aradan 9 yıl geçti… Türkiye’ye gelen mülteci sayısı resmi açıklamalara göre 3 milyonun üzerinde.
bianet sayfalarında sık sık mültecilerle ilgili haberleri okuyorsunuz. Bu hafta da Melek Ulagay Taylan imzasıyla yayımladığımız beş günlük bir yazı dizisini paylaştık: Suriye'nin Tozu'ndan...
Ulagay- Taylan gazeteci Francesca Borri’nin Suriye’deki gözlemlerini kaleme aldığı “Suriye’nin Tozu” kitabını yazdı. Atmet Kampı’nın, Halep’te, İdlib’de mevsimleri, Ray – Ban gözlüğünü özleyen İdlibli Ahmet’i…
Ulagay – Taylan’ın yazı dizisinin yayımladığımız ikinci gün TBMM açılışında Erdoğan şimdiye kadar tekrarladığı sözleri yeniden gündeme getirdi: “Güvenli bölgeye 2 milyon kişiyi yerleştireceğiz…”
Erdoğan'ın bu açıklamaları üzerine Volga Kuşçuoğlu, Prof. Fabrice Balanche ve gazeteci Fehim Taştekin'le konuştu. Prof. Balanche da Taştekin de planın gerçekleştiği tek senaryonun bir etnik temizlik harekatı olacağı görüşünde.
Ruken Tuncel, “Küçük Suriye” denilen Aksaray’a gidip mültecilere sordu: Güvenli bölge olarak belirlenen İdlib'e gitmek istiyor musunuz? Bazı cevaplar şöyle:
Amir: Savaşın ilk yıllarda 14 yaşında geldim Türkiye’ye. 7 senedir Suriye’yi güvenli yapacaklarını söylüyorlar. Dünyanın hiçbir ülkesi korkmasın: Bizim ülkemiz güvenli olduktan, savaş bittikten sonra biz ülkemize döneceğiz.r.
Kamar: Ben İdlibli değilim, gideceksem sadece Şam'a giderim ama sadece güvende olduğuma emin olursam dönerim.
İbraham: Büyük devletler bizim adımıza konuşuyor, bizim adımıza karar veriyorlar, kimse bize sormuyor. Bizler adına karar vermeyin.
Yusuf: İstanbullu birini Antep’te yaşamaya zorlayabilir misin? Ben Halepliyim, İdlib’e niye gideyim?
“Güvenli bölge”nin sekiz yılı
TBMM’nin 1 Ekim’de açılışında konuşan Erdoğan, güvenli bölgeye ilişkin “Birlikte çalışma imkanlarını zorlarız (ABD ile) ama mümkün değilse kendi yolumuzu açarız. Nitekim şu anda açmaya başladık” dedi. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise 2 Ekim tarihli açıklamasında “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” dedi.
Güvenli bölge 2012’den beri gündemde. O günden beri de farklı açıklamaların konusu oldu. Sıcak gündemi arşivdeki sözlerle birlikte takip etmek isteyenler için Pınar Tarcan’ın haberini bir kez de buraya bırakıyorum.
TIKLAYIN - 2012'den Bu Yana "Güvenli Bölge" Tartışması
“Su”dan siyaset ve İBB'ye öneri
Hamidiye Su, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iştiraklerinden biri. 23 Haziran’da CHP’li Ekrem İmamoğlu başkan seçildikten sonra bazı özel ve devlet kurumları Hamidiye Su anlaşmasını bitirdi. Son olarak Türk Hava Yolları'nın Hamidiye’yi bıraktığı haberleri çıktı. Daha sonra THY'nin yer hizmetlerini yapan TGS ofislerinde başka bir su markasına geçildiği ortaya çıktı.
Birkaç yıla kadar tarih dizilerinden reklamı yapılan Hamidiye’nin birden bire devlet kurumları tarafından terk edilmesiyle akla ilk gelen İBB’nin zarara uğratılmak istendiği. Böylece Türkiye’deki siyasi kutuplaşmaya su da eklenmiş oldu. Duruma tepki gösteren birçok kişi sosyal medyadan “Artık Hamidiye içiyorum” duyurusunu yapmaya başladı bile.
Bu tartışmalar üzerine Hikmet Adal, su ve iklim aktivisti, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi öğretim görevlisi Dr. Akgün İlhan’ı aradı.
Dr. İlhan olaya “Temiz suya erişebilmek temel bir haktır” noktasından yaklaşarak şu öneriyi bir kez daha gündeme getirdi:
"Nasıl Almanya doğal yöntemlerle bu suyu filtre ediyor ya da Stockholm’de ultraviyole ışınlarla suyu temizliyorlar, kloru neredeyse hiç kullanmıyorlar ve suyu içilebilir düzeye getiriyorlar bizde bunu talep etmeliyiz. Herhangi bir ambalajlı su şirketi suyu içilebilir bir lezzete getirebiliyorsa İBB de bunu yapabilir.”
Neden olmasın?
Plastiğin erişmediği yer kaldı mı?
Suyu pet şişeden kurtarmak aynı zamanda plastik atığından da kurtulmak demek. Konusu gelmişken plastik tehlikesiyle ilgili geçen hafta yayımladığımız şu haberi de hatırlatmak istiyorum: “Birleşik Krallık'a bağlı 12 kilometrekarelik "erişilemeyen adada” plastik oranının son iki yılda hızla artığı tespit edildi.
TIKLAYIN - Plastik Çağı: Erişilemeyen Adadan Binlerce Plastik Çıktı
Gazeteciliğin evrensel sorunu: Basın özgürlüğü
Civil Rights Defenders’in Saraybosna’da düzenlediği 1. Bölgesel Gazetecilik Günleri’ni Ayça Söylemez takip etti.
İki gün boyunca Balkan ülkeleri başta olmak üzere Avrupa’da ve dünyada gazeteciliğin durumu ve gazetecilik pratikleri, ifade özgürlüğünün karşı karşıya olduğu tehditler, medya sahipliğinin gazeteciliğe ve halkın haber alma hakkına etkileri ile sorunlara çözüm önerileri tartışıldı.
Programa katılan gazetecilerin aktardıkları basın ve ifade özgürlüğünün evrensel bir sorun olduğunu gösterdi:
Vojislav Stevanović (Sırbistan Bağımsız Gazeteciler Birliği): Sırbistan’da bazı önemli gazetelerin sahibinin kim olduğunu bile bilmiyoruz. Hükümet de halen bazı önemli gazetelerin sahibi. Hepimiz aynı problemle karşı karşıyayız. Hükümetin editöryel politikalar üzerinde etkili olduğundan eminiz.
Anida Sokol (Mediacentar Sarajevo / Bosna Hersek): Reklam verenler de kamu şirketleri ve onlar da siyasi partilerin etkisi altında, bu da editöryel kararlarda etkili olmalarını sağlıyor.
Besar Likmeta (Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı – Arnavutluk): Medya sahipliği, inşaat gibi başka birçok alanda faaliyet gösteren şirketlerin elinde. Gazeteler kamuyu bilgilendirmek için haber yapmıyor başbakanı mutlu etmek için haber yapıyor. Propaganda makinesi çok güçlü, arada çıkan birkaç cılız muhalif sesi kolayca susturup kendilerini kolayca haklı gösterebiliyorlar.
Yannis Kotsifos (Avrupa Gazeteciler Federasyonu) Daha fazla bağımsız medyaya, bağımsız içerik üreticilerine ihtiyacımız var. Bağımsız medyada çalışanların bunun kendilerine daha fazla bir özgürlük alanı yarattığını söylüyorlar.
Bernard Rorke (Macaristan): Hükümetin kontrol ettiği ‘medya makinesi’ mülteciler hakkında haber yapan bağımsız gazetecileri terörle bağlantılı olarak lanse etti. Bu propagandanın ardından ülke daha fazla İslamafobik oldu, romanlara ve LGBTİ bireylere nefret söylemi arttı.”
TIKLAYIN - Otoriter Rejimler Gazeteciliği Nasıl Etkiledi?
TIKLAYIN - "İktidarın Propaganda Makinesi Çok Güçlü"
TIKLAYIN - CRD Başkanı'yla Hak Savunucuları, Medya ve Türkiye Üzerine
Güzel bir hafta olsun...