26 Mart 922, Bağdat, Şeyh Şıbli endişeli adımlarla, yürüyerek meydana girdi. Herkes gibi o da kalabalığa karıştı. Kalabalık elleri, ayakları darağacında bağlı bir adama taşlar atıyordu. Şeyh Şıbli de şer’i fetvaya uygun davranıyor görünmek için; yerden bir taş alır gibi yaptı elindeki gülü dostu Hallac-ı Mansur’a attı. Mansur bir “ah” çekti, sordular: “Sana atılan bunca taşlardan birine bir ‘ah’ etmedin, atılan bir güle ‘ah’ etmendeki sır nedir? “Şunun için” dedi: “Onlar bilmiyorlar, onun için mazurdurlar, Onun yaptığı gücüme gitti. Çünkü o biliyor bunu yapmamalıydı.”
Yıl 2008, yer İstanbul Metris. Benim adım Engin Çeber, hakikat savaşçısıyım. Gerçeğin peşine düştüm diye hapse atıldım, bayrama yakındı, beni kol demiriyle döve döve işkenceyle öldürdüler. Dönemin Adalet Bakanı “özür diledi” ama ben “özür” değil adalet istedim. Bak! O da Hallac, soruyor Şıbli’ye; biliyordun neden yaptın?
“Hey On beşli on beşli…” Bu ağıdı bilirsiniz, on beşinde cepheye giden çocuklara yakılan ağıdı. Yıl 2014, benim adım Berkin, “15’in de bir fidan” diyorlar bana. 15’in de 16 kilo iken öldüm, öldürüldüm. Emri kim verdi biliyorsun! O da Hallac soruyorlar; biliyordun neden yaptın? Hiç olmadı hiç…
“Zahit bizi tan eyleme” (sofu bizi ayıplayıp kınama). Benim adım Helin, benim adım İbrahim 2020 Nisan, Mayıs’ın da öldük, öldürüldük. 21. Yüzyıl Türkiye’sinde türkülerimizi yasakladılar, bize türkülerimizi söyletmiyorlardı, öldük, türkü olduk. Sen bunu biliyordun, neden yaptın? Yapmamalıydın, sen bunu, bizi ve nicelerini biliyordun, neden yaptın? Hiç olmadı, hiç! Bilen bildiğinden sorumludur!
“Erenler zehir getirin balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın, gül ilen öldürmen beni
Hiçlik aleminde mestim, varlık sevdasını kestim
Yokluk benim eski dostum mal ilen öldürmen beni”
Hüdai
Fuzuli der ki; “Zalim, zulümle akçeler alarak halka minnetle ihsan eder. Halbuki yaptığına karşılık alçalarak cezasını bulacaktır. Fakat o bu adetle Tanrı rızasını elde edeceğini sanır, amma cennet akçeyle alınmaz, cennete rüşvetle girilmez.”
Zalim ister ki, zayıf ezilsin, yoksul soyulsun, zulüm hak sayılsın, namussuza boyun eğilsin, düzeni de böylece yürüsün. Peki halk; “fetvayı getirin mührümüzü basalım” mı der, kabullenir mi? Ona bu durumu kabullendirmek görevi kime düşer?
“Hükümdarın sözüne karşı gelmek
Kan revan içinde kalmak demektir
Hükümdar öğle vakti derse: - gece oldu!
Sen de şöyle de: işte ay, işte gezegenler”
Şadi
İşte iktidarlar, gündüz vakti “gece oldu” diyecek, “sanatçılar”, bizlerin görmediği yıldızları görüp yazan “gazeteciler”, görmeyeni suçlu sayan “hukukçular” yaratılırsa işlerinin hep kolay olacağını bilirler.
Böyle sanatçılar, gazeteciler, hukukçular, bilim insanları olsun ki halkın umudu boşa düşürülsün, mazlumların hak sancağını sallayan görünmesin isterler. Halkın da beklentileri var, aydınlardan, sanatçılardan. Halk belki korkaktır, belki bunun için sebepleri de vardır. Ama halk önünde ona ışık olana kol kanat gerer, canını verir. İster ki bir Köroğlu, bir Dadal çıksın, bir Bedrettin çıksın “hakkı göstermeye delil olsun”, yeni bir yol açtırsın. İşte günümüz aydınından (münevverinden) bunu bekler. Sazıyla, sözüyle bunu dile getirsin, ışık olsun, ses olsun. Ama dileklerle gerçekler bazen birbirini tutmaz.
Yüzü halka dönük sanatçılar, aydınlar kendi birikimleriyle halk kültürünü harmanlayıp, özgün, güçlü eserler yaratırlar. Bu yanıyla halktan alıp halka verirler. Ve halk onlarda kendi acılarını, özlemlerini, sevgilerini, umutlarını, kendi benliğini bulur. Sanatçının bu üretimi ne denli içten, samimi, bam teline dokunur türden olursa halk da o sanatçıyı “gönül tahtına” çıkarır. Onun sevgisi de kini de büyüktür. Göğe de çıkarır yere de indirir… Karayı aktan seçer, ondan beslenip ona taş atanları bilir. Halkın sanatçısı olmayı saray sofrasında oturmaya yeğ tutana öfkelenir, üzülür. Aslında övgüsü de yergisi de sahiplendiği içindir. “Şaşırmışları” yola getirmeye çalışır, kolay vazgeçmez. Saraylar, saltanatlar çöker bilir, sarayların rengine kanmayın der, dostluk ve kardeşlik sofralarını gösterir. Yanlışta ısrar edenlerin nasıl tükenip gittiğini bilir, pek çok örneği vardır.
Aşık Şah Senem Bacıyı severiz, candandır, canımızdır amma ondan dahi gelse saray sofralarına diz kıranı sevmeyiz, zerrece değeri yoktur nazarımızda. Ne mi yaparız? Radyoda sesini duysak radyonun kulağını bükeriz, kanalda görsek çeviririz, giremez evlerimiz böylesi…
Kaygusuz Abdal, düşünde kendisini her şeyin ölçüsünün mal, mülk değil insan olduğu bir şehirde bulur. Bütün şehrin işlerini yürüten bir meclis vardır. Meclis gücünü, zulümden, zorbalıktan değil halkın verdiği rızalıktan alır. Kaygusuz baştaki kimseye şehrin sırrını sorduğunda “nefsini bil” öğüdünü alır.
Bizim de halkın sanatçılarına, aydınlarına bu yolda yürüyenlere bir öğüdümüz vardır; Halk kültüründen, dayanışmadan, örgütlenmeden kopan aydın daha çok hata yapar. Çözüm egemenin eteğine sığınmakta değil halk için, hakla beraber üretmekte, örgütlenmekte, dayanışmaktadır.
“Yoksa gördüğümüz düşü hayra yoramayız…”
Biz yorsak Kazak Abdal müsaade etmez, türküler izin vermez. Şıbli olmak da Mansur olmak da sizin tercihiniz. Kalın sağlıcakla.
Ne olmuştu?
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 14 Nisan günü kendi yazıp bestelediği "Hiç oldum" isimli türküyü Youtube üzerinden paylaştı. Dokuz dakikalık türküyle ilgili açıklamaların olduğu kısımda gitarlar, e-bow ve kopuzda Erkan Oğur'un ismi yer alıyordu. Daha önce Grup Yorum gibi muhalif sanatçı ve gruplarla birlikte çalışmalar yapan Oğur, hükümetten bir isimle yaptığı bu işbirliği nedeniyle çok sayıda eleştiri almıştı.
Bu tepkilerin ardından Oğur, Independent Türkçe'ye verdiği röportajda, "Ben sadece müzikle ilgili bir yaklaşımla ve İbrahim Kalın'ı bağlama seven, halk müziğiyle ilgili birisi diye hissettiğim için birkaç müzisyen arkadaşın ricası üzerine kopuzumla eşlik ettim. Öylesine bir stüdyo işiydi, benim için ondan öte bir şey değildi" demişti. Oğur, projeye katıldığı için eleştiri bekleyip beklemediğine yönelik soruya "İçimin bir köşesi cız etmişti, benim ne işim var diye. Belki benim de hatam olmuş olabilir, böyle bir şeyi kabul etmek" demişti.
Ardından İbrahim Kalın yaptığı açıklamada, "Keşke zorba saldırıların karanlık gölgesi, kendi irademizle ve muhabbetle paylaştığımız bu güzelliğin üzerine düşmeseydi. Canı sağ olsun" dedi.
(EG/AS)